Ha-mim’de geçtiğimiz hafta ortası (26. 10. 2023) yapılan “Kader Risalesi Okumaları” dersinde ilgili metnin aşağıdaki kısmı okunup açıklanmaya çalışıldı:
“Kader, sebeple müsebbebe bir taallûku var. Yani, şu müsebbeb, şu sebeple vukua gelecek. Öyle ise, denilmesin ki, “Mâdem filân adamın ölmesi, filân vakitte mukadderdir; cüz-i ihtiyârıyla tüfek atan adamın ne kabahati var? Atmasaydı, yine ölecekti?”
Suâl: Niçin denilmesin?
El-cevap: Çünkü, kader onun ölmesini onun tüfeğiyle tâyin etmiştir. Eğer onun tüfek atmamasını farz etsen, o vakit kaderin adem-i taallûkünü farz ediyorsun. O vakit ölmesini ne ile hükmedeceksin? Yalnız, Cebrî gibi, sebebe ayrı, müsebbebe ayrı birer kader tasavvur etsen, veyahut Mûtezile gibi, kaderi inkâr etsen, Ehl-i Sünnet ve Cemaati bırakıp fırka-i dâlleye girersin. Öyle ise, biz ehl-i hak deriz ki, “Tüfek atmasaydı, ölmesi bizce mechûl.” Cebrî der: “Atmasaydı yine ölecekti.” Mûtezile der: “Atmasaydı ölmeyecekti.” (Sözler, İstanbul 2020, s. 443-444)
Görüldüğü gibi metin, önceki paragraflarda “Allah’ın ezeli ilmi” ile irtibatlandırdığı kaderin sebep ile sonucu aynı anda kapsadığını ifade ediyor, bu bağlamda hatıra gelen bir soruyu cevaplandırıyor. Derste konuyla ilgili tatminkar açıklamalara yer veriliyor. İlgili sorunun cevaplandırılması sırasında, Allah’ın alemdeki yaratılış düzenine işaret edilerek bu düzenin değişmezliğine dikkat çekiliyor. Ben ilgili açıklamaları ders kaydına havale edip (https://www.youtube.com/watch?v=vhFLUIpayJ8) burada dersi takrir edenin bu vesile ile gündeme getirdiği dikkate değer bazı yaklaşımlara -sonradan bana ulaştırdığı notları da ekleyerek- işaret etmek istiyorum. Şöyle deniliyor: “Kainat bir düzen içerisinde var ediliyor, ki anlamlı bir yaratılış gerçekleştirilsin. Bu düzen içinde yaratılan insan, özgür seçim yapma özelliğiyle neyi seçerse, nasıl bir sonucun meydana getirileceğini bilsin, ona göre davransın. Bu, tıpkı bilgisayar mühendisinin bilgisayarı programlarken mesela, hangi tuşa basınca hangi harfin ekranda görüneceğini bilmesine benziyor. A tuşuna basarsanız, ekranda A harfi, K tuşuna basarsanız ekranda K harfi çıkıyor. Burada bir yanıltma söz konusu olmuyor, yani S tuşuna basınca M harfi çıkmıyor. Aksi bir durum söz konusu olsa elbette böyle bir bilgisayar insanlar tarafından anlamsız ve kullanılamaz olurdu.”
“Kainattaki yaratılış düzeninde, yaratılış kurallarının değişmezliğini -basit bir örnekle-, mesela suyun kaynamasında görebiliriz. Su 100 derecede ısıtıldığında kaynıyor. Biz bunu tecrübelerimizden biliyoruz. Yaratıcı adeta, ‘Siz bir kaba su koyar, 100 derecelik seviyeye ulaşıncaya kadar ısıtırsanız, size kaynamış su yaratılır’ diyor. O halde eğer ben kaynar su elde etmek istiyorsam, yaratılış düzenine uyarak suyu gereken sıcaklıkta tutacağım. Aslında alemdeki yaratılış kuralları bir bakıma kainatın yaratıcısı olan ‘Allah’ın vaadi, yani ‘insana verdiği sözü’ hükmündedir. Allah ‘sâdiku’l-vaad’ olandır, yani sözüne bağlı kalan, verdiği sözü yerine getirendir. Bunun zıttı ‘hulfü’l-vaad’ yani sözüne bağlı kalmamak olup bir düzen içerisinde yarattığı şu alemdeki düzeni değiştirip hür seçim yapma özelliği ile yarattığı insana verdiği sözden vazgeçmesi demektir ki bu Onun hakkında düşünülemez. Sanki insana hem ‘sana verdiğim serbest seçim yapma özelliği kapsamında sen neyi seçersen, şöyle bir sonuç alırsın’ diyor hem de bu sonucu yaratmıyor. İşte bu durum kainatın yaratıcısından beklenmez. Çünkü zaten bu kainatı bu düzen içerisinde yaratmaya karar veren kendisi idi. Değiştirseydi verdiği sözü tutmamakla kendisi ile çelişmiş olurdu. Bu ise, kainatı ve insanı akıl almaz özelliklerle donatarak yaratan Mutlak Varlık için düşünülemez.”
“Bu noktada, ‘Peki, kainatın yaratıcısı tarafından görevlendirilen peygamberler için düzenin bozulduğunu veya en azından o peygamberin döneminde yaşayan bir insan tarafından gerçekleştirilemeyecek olan bir sonucun yaratıldığını duyuyoruz. Böyle bir yaratılış Yaratıcının kendi kurduğu düzeni bozması değil midir?’ şeklinde bir soru akla gelebiliyor. Eğer ‘mucize’ adı verilen bu tür yaratılışların maksadının, Yaratıcının kendisinin görevlendirdiği peygamberlerin, ‘Beni kainatın yaratıcısı görevlendirdi’ diye toplumun karşısına aniden çıkmaları, kaçınılmaz olarak diğer insanlarda bir şüphe uyandırır ve hatta inanılamaz görülür. Her kişi böyle bir iddiada bulunabilir ve insanlar da ciddiye almazlar. Bu nedenle peygamberleri görevlendiren Yaratıcı bu görevi kendisinin verdiğine dair bir gösterge, bir kanıt yaratmaz ise, insanlara niçin yaratıldıklarını bildiren mesaj ulaşamaz. Çünkü her peygamberlik iddiasında bulunan kişiye inanmak insan için mümkün değildir, insan bu özellikte yaratılmıştır. Bu durum ise, yaratılışın maksadına aykırı düşer. Hem kainatı yaratıyor, hem insana serbest seçim özgürlüğü vermiş ve hem de niçin böyle bir düzeni kurduğunu, şüphelenme ve sorgulama kapasitesinde yarattığı insana bildirmiyor. Bu da kainatı yaratan için bir çelişki olurdu. Böyle bir çelişki ise kainatın düzenine ters düşerdi.”
“Demek ki, mucizelerin yaratılması kainat ile insan arasındaki ilişkide insanın sorularına cevap verecek olan Yaratıcının mesajını insanlara iletmek üzere görevlendirdiği peygamber denilen kişilerin Kendisi tarafından görevlendirildiğini belirtmesi zaruridir. Bu da kainatın düzeninin içerisinde yer alır. Yani, kainatı yaratan insana mesajını iletmek üzere görevlendiği peygamberleri için ‘alışılmışın dışında’, yani düzen dışında bir yaratılış gerçekleştirmesi gerekir ki, insanlar emin olsunlar, bu değişikliği ancak düzeni kuran gerçekleştirebilir diye anlasınlar ve peygamberin sunduğu Yaratıcının mesajını dikkate alsınlar, dinlesinler ve iradelerini serbestçe kullanarak yararlansınlar. Gururundan dolayı yararlanmamayı tercih edenler de sorumlu olsunlar. İşte bu durum da kainattaki düzenin bir parçasıdır. Bir kişi ‘beni kainatın Yaratıcısı görevlendirdi’ diye ortaya çıkarsa, mesela ben bu kişiye, ‘Göster bana seni kainatın yaratıcısının görevlendirdiğine dair belgeni’ -buna mucize deniyor- demek hakkımdır. Nasıl ki, beni yemeğe muhtaç olacak şekilde yaratan bana yiyecek yaratmazsa kendisi ile çelişirdi, bir peygamberin mucize ile desteklenmemesi de aynı şekilde beni böyle bir ihtiyaç ile yaratan için çelişki olurdu. Fakat peygamber kendisine verilen görevi gerçekleştirmiş, mesaj açık bir şekilde kainatın yaratıcısının insana yaptığı rehberlik konuşması olduğu açığa çıkmış, mesaj kendisinin Yaratıcı tarafından gönderildiğini gösterecek özelliklerle donatılmış halini almış ise, artık bir insan için mesajın kendisi mucize olur ve ayrıca bir yaratılış gerçekleştirilmesine gerek kalmaz. Çünkü Yaratıcının mesajı, Onun yarattığı mucize gösterisi olan kainatın şahitliği ile onaylanabilir. Mesajın kendisi ile kainatın düzeninin kendisi birbirlerini onaylar.”
“Kültürümüzde ‘Allah vaadinden dönmez’ deyince bunu hemen ahiretle sınırlandırıyor; ‘Allah, iman eden ve salih amel işleyenlere cenneti vereceğini vaad ediyor, Onun bu vaadi haktır, O ahirette böyle kullarına vaadini gerçekleştirecektir’ diyoruz. Elbette bu doğrudur ama Onun vaadine sadık olması, başka bir ifadeyle vaadinden dönmezliği ahiret ile sınırlı değildir. Çünkü ahirette gerçekleşecek olan beden aracılığı ile mükafat ve ceza vaadinin, bu dünyada his alemimizde çektiğimiz, Yaratıcı tanımamanın neticesi olan anlamsız bir hayatın sıkıntıları ve mutlak bir Yaratıcıya ait olduğunu kabul edip yaşamanın mutluluğu ile de gerçekleştiğini görüyoruz. Hatta bizim bu dünyadaki hayat koşullarımıza dikkat ettiğimizde, pratik hayatımızı ilgilendirdiği kadarıyla bu, konunun oldukça dar bir alanını teşkil eder, daha fazlası yaşadığımız hayatta gerçekleşmektedir. Çünkü biz eğer ahiret vaadinin gerçek olduğunu tasdik etmek durumda isek, onun izlerini, işaretlerini bu dünya hayatında görmeliyiz ki bu vaadi tasdik edip inanabilelim.”
“Yaratıcının vaadinin değişmediğini gösteren basit birkaç örneğini şöyle sıralayabiliriz: Elma ağacından elma yaratılması, yukarıdan bırakılan bir cismin aşağıya düşmesi, canlıların yaşamak için oksijene muhtaç olması… Bu yaratılış düzeni ile bana şu söyleniyor: Elma meyvesi almak istiyorsan, elma çekirdeğini toprağa at ve -tecrübe ederek öğrenilen- süreçlere bağlı kalarak elma ağacı yetiştir, neticesini göreceksin. Fakat eğer düzen gereği çekirdeği veya fidanı bir kurtçuk yerse netice yaratılmaz, ama bu da bir düzenin kuralıdır. Bu düzenin kurallarının tümünü bilememek düzensizlik delili olarak kullanılmamalıdır. Bu bizim cahilliğimizin ve yaratık olduğumuzun delilidir.”
“Kainattaki yaratılış kuralları gözlemlediklerimiz ve bildiklerimizle sınırlı değil. Fiziki alemi çalışan bilim dalları bunları belli oranda tespit ediyor, tespit etmeye devam ediyor. Söz gelimi ‘basınç kanunları, optik kanunlar, termodinamik yasaları’ gibi adlarla anılan kurallar bunlardan bazılarıdır. Hangi isimle anılırsa anılsın bunlar yaratılış kuralları olup bir anlamda ‘ilahî vaad’ niteliğindedir. Allah bu vaatlerine sadık kalıyor, değiştirmiyor, insanları şaşırtmıyor. Eğer bunlarda değişiklik olsa ne elma üretebiliriz, ne denizde yüzen gemiler inşa edebiliriz, hatta ne hayatımızı devam ettirebiliriz! Mesela dünyamızın kendi ekseninde ve güneş etrafında belirli bir hızla dönmesinde veya güneşin belirli bir çekme ve itme kanunu çerçevesinde hareketinde değişiklik olsa hayat allak-bullak olurdu.”
“Bizim elmaya ulaşmamız yaratılış kuralları çerçevesinde gerçekleştiği gibi teknolojik ürünler de yine yaratılış kuralları gözetilerek yapılan çalışmalara dayanıyor. Uçakların üretimi yaratılış kurallarına dayanıyor. Silahların üretimi yaratılış kurallarına dayanıyor. Buradan aktüel bir duruma değinmek istiyorum: İşaret ettiğimiz hususu anlamayan bazı insanlar bugün, ‘Çocukların üzerine bomba yağdırılıyor, masum insanlar öldürülüyor’ diye şikayette bulunuyorlar. Oysa kainatın yaratılış düzeninde, ‘şöyle şöyle yaparsanız uçak imal ederseniz, şöyle şöyle yaparsanız bomba imal edersiniz, eğer birileri bombaları alıp masumların üzerine atmayı tercih ederse ölümü veririm, ama bunları yapanlara bu dünyada vicdan azabı, ahirette de hak ettikleri cezayı orada yaratacağım’ diyor. Bazıları diyor ki, ‘Efendim Allah niye müsaade ediyor?’ Ben de diyorum ki, ‘Allah’ın vaadinden dönmesini mi istiyorsun?’ Ama diyor ki ‘Masumların öldüğünü görünce yüreğim sızlıyor.’ Evet, seni bu tür zulümler karşısında yüreğini sızlatacak şekilde yaratan sana diyor ki, ‘Sakin böyle zalimlerden olma, sakin böyle zalimleri destekleme.’ Evet, yüreğimiz sızlıyor. Bizi böyle yaratan Yaratıcımız neyin doğru, neyin yanlış olduğunu anlamamızı istiyor.”
“Şimdi, baktığımızda inançsızlık zulmü, bu zulmün trilyonlarca kat üstünde bir zulümdür. Birisi diyebilir ki, ‘Ne zulmü efendim, ben kimseye zarar vermiyorum, kimseyi incitmiyorum ama din, iman vs. gibi şeylerle meşgul olmuyorum.’ Halbuki kainatın zerreleri sayısınca şahitleri ve şahitlikleri inançsızlık bombasıyla öldürüyor. Masumları öldüren bunun cezasını göreceği gibi kainattaki bütün varlıkların şahitliğini yok sayarak manen öldürenlerin de cehennem azabına çarptırılacağında şüphe olabilir mi? Evet, insanı öldürmek de bir zulümdür, yüreğin sızlıyor ama küfür bataklığına düşüp sayısız varlıkların şahitliğini inkar ederek onları öldürene karşı yüreğin sızlamıyorsa burada bir problem var demektir. Problemin kaynağı, yaratıcısını inkar edip kendi kendine oluşan bir şey, mesela güneşe bakan birisinin güneşi anlamsız, maksatsız oluşmuş bir kitle olarak değerlendirerek hakaret etmesi karşısında güneşin hiçbir tepki vermeden sanki hiçbir şey olmamış gibi Yaratıcısının sonsuz özelliklerini tanıtma görevi yapmaya devam etmesi, bizim yüreğimizi sızlatmıyorsa, bizde kainata yapılan hakaret karşısında bir duyarsızlık var demektir. Mutlaka güneşin göz yaşı dökmesini mi bekleyeceğiz yapılan hakaret karşısında? Bir kişi size, ‘Sen yalancısın, hiçbir değerin yok, tesadüfen var olmuş bir şeysin’ gibi hakaretler yağdırsa, ağlamazsın belki fakat çok üzülürsün. Kur’an bu durumu şöyle tasvir eder: ‘Gök ve yer onlara ağlamadı; kendilerine süre de tanınmadı’ (44: 29) Demek ki kainat, kendilerini sürekli anlamsızlıkla itham eden, onların yaptıkları görevi inkar edenlerin ölümü üzerine ağlamaz. Diğer bir deyişle, onların görevlerini takdir eden, yaptıkları şahitlikleri onaylayarak bu şahitliğe katılan insanların ölümü üzerine ağlarlar, sanki bir takdir edici, sadık bir dostun ölümü ile üzülürler. Bir dostun ayrılığı üzerine insanların insanî duygularıyla üzüldüğü gibi onlar da kendi kapasitelerinde, temsilcileri olan meleklerin üzüldüğü haberini veriyor bize. Böylesi bir mesaj ile bize yerin göğün kendilerine has bir üzülme ve sevinme özellikleri olmalı ki, bu durum ancak onların melekutiyet boyutunu bilinçli meleklerin temsil ettikleri dikkate alındığında anlaşılabilir. Samimi bir dostumuzun ölümü karşısında ‘geçici de olsa bizden ayrıldı’ diye ayrılığına üzülüp ağlaşırız, sabah-akşam onu konuşuruz. Ama kafirin işlediği zulmü gündemimize bile getirmeyiz, insanları öldüren cehenneme girecek deriz, küfür ya da şirk karanlığına düşen kimseler için oralı olmayız. Daha doğrusu oralı olmuyorsak, duyarsız kalıyorsak problemimiz büyük demektir. Peygamberlerin insanlara, varlıklarının gerçeğini, maksadını anlatmak ve onların değerli bir insan olmaları için çırpınışlarında böylesi bir hakikat vardır. Yalnız o insanların dünya ve ahiret hayatlarının kurtuluşu için değil de, bununla beraber kainatın yaptığı şahitliğinin reddedilmemesi, onlara hakaret edilmemesi ve dolayısıyla üzüntüye boğulmamaları için hayatlarını verircesine gayretle çabaladıklarını anlıyoruz. Bir adam öldürülmesin diye milyonlar harcıyorsak, küfür cinayeti işlenmesin diye milyarlar harcamak gerekiyor. Çünkü adam öldürme cinayeti ile küfür cinayeti arasında kıyaslanamayacak kadar büyük fark var. Bir kişi de olsa, on kişi de olsa, bin kişi de olsa bu tür cinayetlerle küfür sebebiyle kainattaki sayısız varlıkların bir çeşit öldürülmesi arasında -dediğimiz gibi- karşılaştırma yapılamayacak kadar fark vardır.”
“Allah bu dünyada şu kadar masumu öldürene neden müsaade ediyor, demek yerine Allah’ın yaratılışa koyduğu düzeni görmek, Onun bu düzeni değiştirmediğini bilmek, herkesin bu dünyada kendi videosunu çektiğini dikkate almak gerekiyor. Kafire küfrü tercih etme izni veren Yaratıcı bin insanı, on bin insanı öldürme tercihini yapana da izin verir. Onun ‘hulfü’l-vaad’ içinde olması yani vaadinden dönmesi mümkün değildir. Yaratıcı böylesi bir zulme izin vermemesi için attıkları bombaları düzeni değiştirerek mucizevi bir şekilde çalışmaz hale getirirse, bu demektir ki, insan yanlışı seçtiği zaman seçiminin sonucunu görmesin, hatası ortaya çıkmasın, dolayısıyla iradesini yalnızca iyilikte kullansın. Dikkat edilirse bu durum insan iradesinin kaldırılması, yani robot gibi olması anlamına gelir. Böyle bir durumda insanın terakkisinden, doğru yapmanın lezzetinden, yanlışın ıstırabından etkilenmeyen bir insana insan denmez de iradesiz canlı bir varlık denir, bir ağaç gibi, mesela. Düşünelim, bir okulda öğrencilerin hepsi mutlaka öğrenmeyi seçiyor ve otomatik olarak da öğreniyorlar. Öğrenmeme alternatifinin olmadığı bir ortamda öğrenenler ile öğrenmeyenler sonuçta eşit hale geliyor. O takdirde okulun, öğrenmenin, eğitimin hiçbir kıymeti kalmaz. Bu dünyanın bir eğitim yeri olarak kurulmasının amacı ortadan kalkar.”
“Birileri ‘eğitilmek için başkalarının öldürülmesi mi gerekiyor’ diye itiraz edilebilir. Dikkat etmek lazımdır ki, eğer bu dünyadan sonra herkesin yaptığının karşılığını göreceği bir yaratılış olmazsa, bu soru haklı olur. Fakat böylesi zulümlerin varlığı bize kesinlikle adaletin gerçekleşeceği bir yaratılış türü olmalı sonucuna ulaştırıyor, çünkü bu dünyada adalet gerçekleşmiyor. Fakat kainat şahitlik yapıyor ki, yaratılan her şey adaletle, tam hakkı verilerek varlığa getiriliyor. Demek ki Yaratıcı sonsuz adildir. Sonsuz adil olan nasıl insanın zulmünü cezalandırmadan veya iyiliklerini mükafatlandırmadan insanları bu dünyaya getiriyor ve sonra da yok edip hepsi eşit durumda yokluğa gönderiyor. Yaratıcımız bize verdiği duygular ile böyle bir durumun olmaması gerektiğini haber veriyor. Bu haber, bizi bu duygularla yaratanın, zalimlerin cezasının, mazlumların mükafatının mutlaka ebedi bir şekilde verileceği hakikatine ulaştırıyor. Bu haber aynı zamanda ahiret hayatının mutlaka gerçekleşeceği inancının da temelini oluşturur. Değilse bu varlık alemi çelişkiler içinde kalırdı, ki yaratılışta hiçbir çelişki yoktur; bu dünya hayatı yalnız insanların hür bırakılarak o ahiret hayatına hazırlanmaları için bir eğitim yeridir. Eğitimin sonunda herkes hak ettiği diplomayı alacak ve o diplomanın verdiği yetki ile yepyeni bir hayata başlatılacak okul kapandıktan sonra. Öte yandan ‘efendim, niye Kur’an’da şiddetli tehditler var, niye Kur’an’da sık sık cehennem azabından söz ediliyor, din sevgi üzerine kurulsaydı daha iyi olmaz mıydı’ demenin alemi yoktur. Önce insanı küfür ve şirk zulmüne düşmekten kurtarma çabası içinde olmak gerekiyor. Gerçek sevgi budur.”
“Allah hem cezalandırandır hem mükafatlandırandır. Allah kainattaki sayısız varlıkların şahitliklerini görmezden gelerek küfrü tercih edenleri cehennemde sonsuz cezalandırır, onlara kulak vererek Yaratıcıya iman edenleri sonsuz cennetiyle mükafatlandırır. Sonuç olarak herkes bir yerdedir. Kur’an şirki nasıl tarif ediyor? En büyük zulüm olarak tarif ediyor (31: 13) Bir insanı öldürmek de zulümdür, bin insanı öldürmek de zulümdür; bir insanı öldürmek bir insan kadar zulümdür, bin insanı öldürmek bin insanlık bir zulümdür. Küfür ve şirk ise kainat çapında bir zulümdür, sayısız bir cinayettir. Kainatın zerreleri sayısınca bir katildir, cinayettir. Titremek gerekir! O halde bu sayısız cinayetin sınırsız cezasının çekildiği bir yaratılış türü olarak Kur’an’ın tanımladığı Cehennemin yaratılması zorunludur. Böylesi bir cehennem hayatından sakındırmak için Yaratıcımız bizi ne kadar ikaz etse yine azdır. Her an bu hali gözümüzün önüne getirip sakındırması Onun sonsuz Rahmetinin gereğidir. Bir anneye öyle şefkat vermiş ki, bebeğin selameti için bir an bile bebeği yalnız başına korumasız bırakamıyor. Böyle bir şefkat ile anneleri yaratan bizi yalnız bırakır mı? Sonsuz azaba layık olmamamızı, insanları öldürmememiz gerektiğini hatırlatmak için bizi o sonsuz Merhametiyle daima ikaz ediyor Kur’an ile yaptığı tebliğinde. O halde Kur’an’da cehennem tasvirlerinin korkunçluğu, cennet tasvirlerinin sevimliliği bu maksatları güder.”
“Yaşananlardan yola çıkarak şikayette bulunan insanlara şunu söylemek lazım: ‘Allah’ın, yaratılış düzenini değiştirmesini mi istiyorsun? Allah’ın kainatın düzenini değiştirerek kainatın yıkılıp parçalanmasını mı istiyorsun?’ Oysa kainatta mesela ay’ın hareketinin düzeninin değişmesi her şeyi bozar. Böyle tutarlı bir yaratılış düzeni var alemde. Metin yani sağlam, sapasağlam bir sistem var alemde. Bu sistem değiştiğinde alemin dengesi çöker. Yani, senin düşüncene göre Allah kainatın yaratılış düzenini değiştirip zalimin attığı bombayı tesirsiz kılarsa, sen de ‘İşte bak, Allah varmış, müsaade etmedi’ mi diyeceksin? Böyle Allah inancı olur mu? Oysa sana verilen donanımla iradeni kullanarak kendin çıkarman lazım mutlak bir Kudretin olduğunu. Allah açıkça gösterecek, sen de inanacaksın, böylece cennete gideceksin, öyle mi? Yani, diyelim ki tıp fakültesinde öğrenci isen, ‘Ben kayıtlıyım’ diyeceksin fakat derslere katılmayacaksın, tıp eğitimi almayacaksın, altı sene sonra da doktor olacaksın. Olabilir misin? Yok öyle bir şey. Böyle bir düzen yok. Kendini kandırma! Biz ne kainattaki düzenin değişmesini istemeliyiz ne de düzene karşı gelmeliyiz. Tek görevimiz düzene uyarak vazifemizi yapmamızdır.”
Derste de ifade edildiği gibi, alemdeki yaratılış düzenini “sünnetullah” yani “Allah’ın kainatı yaratıp devam ettirme adeti” diye tanımlarsak hem gözlemlerimiz açısından hem de Kur’an’daki beyan açısından (33: 62) düzenin değişmediğini ifade edebiliriz. Yine derste altı çizildiği üzere, düzenin ya da düzendeki bazı kuralların değişmesi halinde hayatın olumsuz etkileneceğini söyleyebiliriz. Ayrıca anlaşılıyor ki, peygamber mucizeleri yaratılış kuralları içinde bir ‘değişiklik’ olmayıp yaratılışın başka bir kuralının devreye girmesidir. Öte yandan yaratılış kurallarının değişmezliği ile “dua” arasındaki bağı da iyi analiz etmek gerekiyor. Dua ile bazı ara kurallar değişebilir mi, ya da Yaratıcı yapılan duaya bağlı olarak bazı istisnai kuralları hayata geçirir mi? konusu benim açımdan müzakereye açık görünüyor. Sonuç olarak dersi dinlediğimde bazı sorular aklıma gelmiş olmakla beraber, Nursi’nin ifadesiyle “Allah’ın irade sıfatının tecellisi” olarak andığı yaratış düzenindeki kuralların değişmezliğine dikkat çekilmesi, bunun aktüel olayların yorumunda sağlıklı bir temele oturtulması benim için çok faydalı oldu, Allah razı olsun.