Ders Notları

“Kâlû belâ”yı Her An Yaşıyoruz!

“Kâlû belâ”yı Her An Yaşıyoruz! | Ha-Mim

Ha-mim’de geçtiğimiz hafta sonu (07. 01. 2023) yapılan Şualar dersinde, İkinci Şuanın sonunda yer alan “Uzunca Bir Haşiye” başlıklı kısmın okunmasına ve müzakeresine başlandı. Kur’an’da, haşrin bir anda, zamansız vücuda geleceğini bildiren ayetlerin delillendirilmesi doğrultusunda açıklamalara yer verilen “Hâşiye”de üç mesele olduğu belirtiliyor; a) haşirde ruhların cesetlere gelmesi, b) cesetlerin hayatlandırılması, c) cesetlerin inşası. Bunların dünyada benzerlerini gördüğümüz misaller üzerinden kısa fakat aklı ikna edici açıklamaları yapılıyor. Derste bu misallerle ilgili müzakereler gerçekleştirildi. Ben bunları ilgili kayda havale edip (https://www.youtube.com/watch?v=acSomTOhhyE) ilk mesele yani ruhların cesetlere gelmesiyle ilgili olarak aşağıdaki parça hakkında yapılan bir müzakereye değinmek istiyorum:

“Ruhların cesetlerine gelmesine misâl ise, gayet muntazam bir ordunun efradı istirahat için her tarafa dağılmışken, yüksek sadalı bir boru sesiyle toplanmalarıdır. Evet, İsrafil’in borusu olan sûru, ordunun borazanından geri olmadığı gibi, ebedler tarafında ve zerreler âleminde iken, ezel cânibinden gelen, “elestü birabbikum” hitabını işiten ve “kâlû belâ” ile cevap veren ervahlar, elbette ordunun neferatından binler derece daha musahhar ve muntazam ve mutîdirler. Hem değil yalnız ruhlar, belki bütün zerreler dahi bir ordu-yu Sübhânî ve emirber neferleri olduğunu gayet katî burhanlarla Otuzuncu Söz ispat etmiş.” (Şualar, Istanbul 2020, s. 32)

İnsan ruhu da Yaratıcısının emrine olduğu gibi itaat eder, hiçbir şekilde emre karşı çıkmaz, karşı çıkamaz, zira böyle bir özelliğe sahip değil. Öyle ya, mesela benim hücrelerim Yaratıcısının ‘şöyle olacaksın’ iradesine karşı ‘hayır’ deme özelliğine sahip değil, olduğu gibi itaat ediyor. Demek ki ruhların ‘Evet, sen bizim Rabbimizsin’ demesi, onların Yaratıcısının emrine isyan etme kabiliyetinin olmadığı anlamına geliyor.

Görüldüğü gibi metin ruhların cesetlere gelmesini istirahat için dağılmış askerî bir birliğin, bir boru sesiyle yeniden toplanmasına benzetiyor, -yalın haliyle- şöyle diyor: Daha önce bir komutanın komutasında bir araya gelen askerî bir birliğe mensup erler, nasıl ki verilen emre riayet ediyor, düzen içinde hareket ediyor, görevlerini harfiyen yerine getiriyorsa; insan bedenindeki bütün zerreler de Yaratıcının emrine uyuyor, intizam içinde hareket ediyor ve Onun verdiği görevleri yerine getiriyor. Bu askerî birlik yine komutanın emriyle istirahata çekildiğinde dağılıyor, sonra yine onun emriyle yani bir düdük veya boru sesi ile toplanıyorsa; aynı şekilde insan bedenindeki zerreler de Yaratıcının emri olan ölümle bir nevi dağılıyor fakat yine Onun emriyle yani İsrafil’in sûra üflemesiyle bu emre uyup bir araya geliyor, toplanıyor, haşroluyor.

Müellif ordu benzetmesi üzerinden bu açıklamayı yaparken “elest bezmi” diye anılan şu ayete referansta bulunuyor: “Hani Rabbin (ezelde) Adem oğullarının sulplerinden zürriyetlerini almış, onları kendilerine karşı şahit tutarak, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” demişti. Onlar da “evet, şahit olduk (ki Rabbimizsin)” demişlerdi. Böyle yapmamız kıyamet günü, “Biz bundan habersizdik” dememeniz içindir” (A’râf 7/172). Derste bir müzakereci hem bu ayetin anlaşılması hem Nursi’nin yaklaşımına ilişkin şu paylaşımda bulundu: “Metinde zikrolunan ‘Elestü birabbiküm: Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ diye sorunca, -Nursi hep böyle yapar, direk söylemez de dikkat edersen anlarsın, dikkat etmezsen gelenekte nasılsa onu kabul eder geçersin demeye getirir-, bakın nasıl konuşuyor. ‘Elestü birabbiküm: Rabbiniz değil miyim?’ bu bir soru. Bu soruyu bize kainatın yaratıcı olan Rabbimiz soruyor. Peki ‘kâlû belâ’ ile cevap veren kim? Ervah, ruhlar. Ruh, ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ şeklindeki soruya ‘evet’ diye cevap verişini -buradaki anlatımıyla- ruhun cesede tekrar yaratılmasına isyan etmediği anlamında yorumluyor. Ne ile? Daha önceki verilen örneklerle. Her bir şey Yaratıcısının verdiği emre yani yaratma iradesine isyan etmeden itaat ediyor. Yani ordunun her bir neferi komutanın verdiği emre isyan etmeden, -burada ‘daha mükemmel’ mealinde bir ifadeye yer veriliyor- itaat ediyor. Neden? Çünkü bir asker tam itaat etmemiş olabilir. Onu ayrıca cezalandırırlar. Ama kainatta öyle emri yerine getirmeyen yani yaratma iradesine karşı, ‘hayır ben bugün böyle olmayacağım’ veya ‘şu anda böyle olmayacağım’ deme özelliğine sahip hiçbir şey yok.”

“İnsan ruhu da Yaratıcısının emrine olduğu gibi itaat eder, hiçbir şekilde emre karşı çıkmaz, karşı çıkamaz, zira böyle bir özelliğe sahip değil. Öyle ya, mesela benim hücrelerim Yaratıcısının ‘şöyle olacaksın’ iradesine karşı ‘hayır’ deme özelliğine sahip değil, olduğu gibi itaat ediyor. Demek ki ruhların ‘Evet, sen bizim Rabbimizsin’ demesi, onların Yaratıcısının emrine isyan etme kabiliyetinin olmadığı anlamına geliyor. Nasıl ki her bir asker kumandanın emrine itaat ederse, onun iradesine tabi olursa, onun gibi bütün zerreler de -metindeki ifadeyle Ordu-yu Sübhani gibi- verilen emri aynen ve anında yerine getiriyor. Ruh da öyle. Fakat insana verilen irade-i cüz’iye insan duygularının getirdiği haberi reddetme serbestliğine sahip; fakat yaratma açısından değil, kabul edip etmeme cinsinden, anlayış cinsinden. Yaratma cinsinden ben hiçbir zaman benim yaratılış biçimime isyan edemem, karşı çıkamam. Ama o yaratılış biçimine itaat ederken, onu bir yaratıcı yarattı değil de kendi kendine var olmuş vs. diyerek, düşünce dünyamda Onun yaratıcılığını kabul etmeme tercihinde bulunabilirim. Yoksa fiilen hiç kimse yaratılma emri dışında bir tercih yapma özelliğine sahip değil, var oluş bazında!”

Bu anlamda biz ‘kâlû belâ’yı, sanki bütün kainat zerreleri, Yaratıcısının ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’, ‘Benim emrime uymak zorunda değil misiniz?’, ‘Benden başka bir emir kaynağı olmadığı aşikar değil mi?’ sorusuna karşı bütün zerrâtıyla birlikte, bütün parçacıklarıyla birlikte kainat ‘evet’ diyor. Nasıl? Varlık alemine gelişleriyle, varlıklarında her an görünen halleriyle.

“Bu anlamda biz ‘kâlû belâ’yı, sanki bütün kainat zerreleri, Yaratıcısının ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’, ‘Benim emrime uymak zorunda değil misiniz?’, ‘Benden başka bir emir kaynağı olmadığı aşikar değil mi?’ sorusuna karşı bütün zerrâtıyla birlikte, bütün parçacıklarıyla birlikte kainat ‘evet’ diyor. Nasıl? Varlık alemine gelişleriyle, varlıklarında her an görünen halleriyle. İnsan ruha da ‘yeni bir cesede gireceksin, yeni bir yaratılışa bürüneceksin’ dendiği zaman, irade böyle tercih ettiği zaman karşı çıkması mümkün değil. Tekrar ediyorum, irade-i cüz’iyeyi karıştırmazsak bu problem yani haşrin nasıl olacağı anlaşılır. Yani şu anda kainatın işleme tarzı bunun şahididir. Bir anda. Zaten kainat her anında bir anda gerçekleşiyor.”

“Bu konu gelenekte farklı biçimlerde yorumlanıyor; mesela ruhlar yaratıldığında onlara bunun sorulduğu, onların da ‘evet’ diye cevap verdiği vs. şeklinde açıklanıyor. Ne bileyim ben, gitmedim-gelmedim? Yani daha böyle bir şey yaşamadık zannediyoruz. Halbuki her an, gerek kainatın ruhu, gerek insanın cesedi gerekse insanın ruhu her an, her anında ‘kâlû belâ’yı yaşıyorlar. Bu da benim vücudumun tamamen Yaratıcının emrine uyarak işlemesinde gözümün önünde cereyan eden bir gerçek. Dolayısıyla oldu mu, ben böyle bir soru da duymadım, böyle bir cevap da vermedim, ileride olacak mı bilmiyorum, beni neden ilgilendirsin ki… gibi itirazlara mahal kalmıyor. Eğer buradaki yaklaşım ile ayeti anlayacak olursak”.

Gerek metnin anlaşılması gerekse üzerinde farklı yorumların yapıldığı “elest ayeti”ni klasik tefsirlerden farklı olarak sürekli yaşanan ve tekrarlanan boyutuyla önümüze koyan bu müzakere için hem derse iştirak edenler hem müzakeresini paylaşanlar için Allah razı olsun diyorum.

Yazar hakkında

İlyas Üzüm

Dünyalıyım. Güneş Sistemi sokağında oturuyorum. Yaşadığım Samanyolu galaksisi şehrini bile gezemedim. Yolda mıyım, emin değilim ama "yolda olmak, yolcu olmak" istiyorum; zaman ve varlığın sonsuz yolculuğunda.

Yorum yazın

2 Yorum