Ders Notları

“Zaman” ya da “Yaratma Fiilinin Devamı”

“Zaman” ya da “Yaratma Fiilinin Devamı” | Ha-Mim

Ha-mim’de geçtiğimiz hafta sonu (31. 12. 2022) yapılan Şualar dersinde İkinci Şua’nın “Hâtime”si okunup müzakere edildi. Hem doğrudan metinle hem de metnin çağrıştırdığı konularla ilgili önemli tefekkürler paylaşıldı. Ben bunların tamamını ilgili kayda havale edip (https://www.youtube.com/watch?v=ftKR8D5MZbM) aşağıdaki pasaj ve bu münasebetle gündeme gelen önemli bir konuya ilişkin müzakerelere değinmek istiyorum:

“Ve hiçbir cihetle mümkün müdür ki, bütün masnuatını yaldızlayan ve bütün mahlûkatını sevindiren ve kâinatı ışıklandıran ve semavat ve arzı velveleye veren ve küre-i arzın yarısını ve nev-i beşerin beşten birisini on dört asır bilâ fasıla saltanat-ı maddiye ve mâneviyesi altına alan ve daima o muhteşem saltanatı Halık-ı Kâinat hesabına ve namına süren Risalet-i Ahmediye (asm) o Sâniin en mühim bir maksadı, bir nuru, bir aynası olmasın? Hem Muhammed (asm) gibi aynı hakikata hizmet eden enbiyalar dahi o Sâniin elçileri ve dostları ve memurları olmasın? Hâşâ, mu’cizât-ı enbiya adedince hâşâ ve kellâ!” (Şualar, İstanbul 2020, s. 31)

Derste, “Hâtime”nin gerek tamamı gerekse bu paragrafıyla ilgili olarak moderatörün ve katılımcıların istifadeli paylaşımları oldu. Bunlar şöyle özetlenebilir: Müellif önce kainatta gerçekleşen fiillere ve olaylara dikkat çekiyor ve alemde sinek kanadından yıldızlara kadar her şeyin düzenli, sanatlı, hikmetli ve merhametli bir yaratılış olduğunu, bunun da Yaratıcının kadir, alim, rahim gibi özelliklere sahip olduğunu gösterdiğini ifade ediyor. Kainatı baştan sona güzellikler içinde yaratan böyle bir Yaratıcının bu güzelliklerin kaynağı olarak Kendisini insanlara tanıtmak, insanların Kendisine nasıl yaklaşacağını öğretmek ve insanların huzura ulaşma yollarını göstermek üzere insanlar arasından elçiler göndermesinin makul hatta gerekli olduğunu ifade ediyor. Dolayısıyla tevhidin aynı zamanda “peygamberlere iman” rüknünü gerektirdiğini dile getiriyor. Alıntılanan parçada da müellif yine bu elçilerden, bu peygamberlerden birisi olarak Hz. Muhammed’in (asm) hem getirdiği mesaja hem de bu mesajı benimseyen çok geniş bir kitleye dikkat çekerek onun, Yaratıcının önemli bir maksadı, bir nuru hatta bir âyinesi olduğunu belirtiyor. Hâtimenin son paragrafında ise böyle hikmet ve rahmet sahibi bir Yaratıcının ebedi mutluluk arayışında olan insanı kıyametten sonra dirilterek ahireti kuracağını, ebedi cenneti ihsan edeceğini, dolayısıyla tevhidin “ahirete iman” rüknünü icap ettirdiğini nazarımıza sunuyor.

Gerek mekan boyutunda, şu andaki bir tablo yani bir anlık fotoğraf çekimi, gerekse zaman boyutunda -ki aslında öyle bir şey yok, biz isim veriyoruz ona zaman vs. diyerek- onun bir anlık sonrasına baktığımızda yaratılış düzen içinde devam ediyor. Bu açıdan zaman ‘yaratma fiilinin devamı’ demek oluyor. Yaratma devam ediyor. Biz bu devama ‘zaman’ diyoruz. Bakın, mekan boyutunda bir varlık yaratılmış da, kendisi düzene uymak suretiyle varlığını devam ettiriyor değil; varlıkların böyle bir özelliği var mı?

Bir müzakereci önceki derslerde konuşulanlara da atıf yaparak hem “yaratılış”, “düzen”, “gelişme” ve “zaman” konusunda hem de günümüzde inkarcılığa yol açan evrim teorisinin açmazına işaret ederek şöyle bir tefekkür silsilesi ortaya koydu:“Metnin diğer erkân-ı imaniyeye referans vermesi ilginç bir konu. Çünkü eğer biz ‘bir Allah’a inanıyorum’ der ve fakat imanın diğer boyutlarını dünyamıza taşımazsak -tam mümin olmayız demem de- böyle bir yaklaşım hayatımıza değer kazandırmaz, değer kazandırmıyor. Şu konu dikkatimi çekiyor: Bu çağın büyük problemlerinden biri ‘evrim teorisi’ diye bahsedilen konu. Diyorlar ki ‘kainatta her şey düzen içinde var oluyor, sürece bağlı bir gelişme gerçekleşiyor, demek ki bu gelişme, sürecin bir gereği olarak ortaya çıkıyor’. Şimdi biz derslerimizde devamlı iki türlü, iki boyutlu düzenin birbiri içinde kaynaşarak yaratıldığını gözlemlediğimizi söylüyoruz. Yani şu dünyanın fiziki görünümüne baktığımızda her şey belli bir düzen, bir ayar dahilinde cereyan ediyor. Bugünlerde ‘ekoloji’ veya ‘çevre korumacılığı’ vs. dedikleri şey de bunu söylüyor. Fakat bu derslerimizde genellikle vurguluyoruz: Kainatta sürekli bir ‘değişim’ var. Bu değişim de yine düzen içinde gerçekleşiyor. O zaman yüzeysel bakanlar ‘galiba evrim teorisi doğru’ diyebiliyor. Niye? Her şey gelişerek gerçekleştiği için. Mesela insan düzen içinde büyüyor. Bir çekirdekten süreç içinde ağaç çıkması, bir hücrede DNA’nın düzen içinde seçim yapıyor gibi görünmesi ‘bu adamlar doğru söylüyor’ noktasına götürüyor kimilerini. İşte bu noktada bir kayma oluyor. Bakıyorum insanlar tarafından itibar gören, popüler, saygın kimseler de burada kayma yaşayabiliyor.”

“Bizim bu derslerimizde konuşulan bir konu daha var; bunu hesaba kattığımızda kafamızda bir problem oluşmuyor, varsa da gideriliyor. O da şu: Gerek mekan boyutunda, şu andaki bir tablo yani bir anlık fotoğraf çekimi, gerekse zaman boyutunda -ki aslında öyle bir şey yok, biz isim veriyoruz ona zaman vs. diyerek- onun bir anlık sonrasına baktığımızda yaratılış düzen içinde devam ediyor. Bu açıdan zaman ‘yaratma fiilinin devamı’ demek oluyor. Yaratma devam ediyor. Biz bu devama ‘zaman’ diyoruz. Bakın, mekan boyutunda bir varlık yaratılmış da, kendisi düzene uymak suretiyle varlığını devam ettiriyor değil; varlıkların böyle bir özelliği var mı? Ama bir düzen içinde bir hücre veya bir bebek gelişmiş insan oluyor. Bu, yaratma sürecinin düzenliliğini, kasıtlılığını, yaratma fiilini gerçekleştirenin bilinçli, programlı, geleceği bilerek yaratmayı gerçekleştirdiğini gösteriyor. O zaman ben anlıyorum ki düzenli, gelişen ve genişleyen bir kainat var. Bu, esas itibariyle yaratma fiilinin devamından ibarettir. Her bir ânda var olan bir varlığın diğer bir âna geçebilmesi ancak ve ancak ilk aşamayı yaratan kim ise onun tarafından gerçekleştirilebilir. Dolayısıyla gelişme (tekamül) dediğimiz şey yaratma fiilinin devamından ibaret oluyor.”

Zira varlıklar nasıl var edilmişse öyle olmak zorunda olan varlıklar. İradeleri yok, ilimleri yok… O düzen içinde varlıklarını devam ettirmeleri bize gösteriyor ki kainatın Varlık Kaynağı sonsuz olmak zorunda.

“Diğer taraftan yaratma fiilinde hiçbir sebep kullanmaksızın, hiçbir sebebin zorunluluğu söz konusu olmaksızın, bir ândan bir âna benim gözlemimde geçiyor olması ve bunun kainat çapında her şey değişmek suretiyle yeni bir şekil, yeni bir form alması dikkat çekici görünüyor. Bu yeni şekil yahut gelişme eski şeklin yani önceki şeklin doğurduğu sonuç olamaz. Zira varlıklar nasıl var edilmişse öyle olmak zorunda olan varlıklar. İradeleri yok, ilimleri yok… O düzen içinde varlıklarını devam ettirmeleri bize gösteriyor ki kainatın Varlık Kaynağı sonsuz olmak zorunda. Tarif edilemez bir sonsuz, hayal edilemez bir sınırsız olması lazım. Yoksa her bir şeyin, her bir anda, bir sonraki varlığa gelişe aralıksız vücut vermesi mümkün değildir.”

“Teknik tabirle ifade etmek gerekirse evrim dedikleri açıklama tarzı yalnızca zaman boyutunda, bizim zaman dediğimiz boyutta (zaman diye bir şey var değil) yaratılışın benim hafızamda bıraktığı izden dolayı, yani ‘dün böyle idi, bugün böyle’, yahut ‘az önce şöyle idi, şimdi böyle’ diye gözlemime taktığım ismi yani zamanı esas alıyor. Oysa gerçekte zaman diye böyle bir varlık yok. Her bir şey belli bir kuralla gerçekleşiyor, ama düzen ve düzenlilik hiçbir şekilde değişmiyor. Düzenliliğin değişmemesi ‘yeknesaklık’ olarak görülüyor. Sanki eşya kendi kendine her zaman varlığını koruyarak tekrar ediyormuş gibi. Diyelim ki yer çekimi her zaman çekiyormuş gibi. Hayır! Tam tersine yer yüzünde madde, yaratılışında o çekme özelliği ile birlikte var ediliyor. O devamlı şekilde var edildiği için orada sanki bir çekim kuvveti var, o kuvvet çekiyor gibi gözüküyor. Bu, Yaratıcının yaratma düzeninde o maddeye, o atoma vermiş olduğu özellikten başka bir şey değil.”

Her bir şey belli bir kuralla gerçekleşiyor, ama düzen ve düzenlilik hiçbir şekilde değişmiyor. Düzenliliğin değişmemesi ‘yeknesaklık’ olarak görülüyor. Sanki eşya kendi kendine her zaman varlığını koruyarak tekrar ediyormuş gibi. Diyelim ki yer çekimi her zaman çekiyormuş gibi. Hayır! Tam tersine yer yüzünde madde, yaratılışında o çekme özelliği ile birlikte var ediliyor. O devamlı şekilde var edildiği için orada sanki bir çekim kuvveti var, o kuvvet çekiyor gibi gözüküyor. Bu, Yaratıcının yaratma düzeninde o maddeye, o atoma vermiş olduğu özellikten başka bir şey değil.

“Mesela ben şu anda konuşuyorum. Bu, bana verilen bir özellik. Bebeklikte şöyle ses çıkarıyormuşum, gençliğimde şöyle ses çıkarıyormuşum, şimdi belli bir yaşta böyle bir ses çıkarıyorum. Peki gençliğimde çıkardığım ses, bir önceki aşama olan bebeklikteki sesin sonucu mudur? Yahut şu anda çıkardığım sesin kaynağı önceki dönemdeki sesim midir? Ne alakası var? Şimdi problem şurada: Biz her şeyin düzenli şekilde var edildiğini görüyoruz. Her şeyin mükemmel biçimde yaratıldığını, bir üst aşamada yeni bir forma, yeni bir şekle girdiğini, yeni özelliklerle var edildiğini görüyoruz. Yeni özellik, bir önceki özelliğin çok benzeri ve fakat daha geniş düşünürsek, yıllar boyu gerçekleştirilen yaratma işlemindeki değişikliğin yavaş da olsa gerçekleşmesidir; biz böyle gözlemliyoruz. Ama dediğimiz gibi bu, önceki şeklin ya da formun kaynaklık ettiği bir şey değil, olamaz. Daha farklı ve genellikle daha mükemmelin gerçekleşmesi için bir önceki formun bu yeni şeklin kaynağı olacak özelliğini görmüyoruz. İradesi, ilmi vs. yok. Şimdi mesela birisi benim konuşmamı dinlediğinde, ‘bak, kendisi konuşuyor’ diyebilir. Yani konuşma fiilini bana, benim kendime verebilir. Oysa ben böyle konuşacak şekilde yaratılmışım, ne sesimi değiştirebilirim, ne ses tonumu değiştirebilirim. Benim kimliğimdir o. Herkesin kendine has bir sesle var edildiğini görüyoruz. Nitekim daha önce sesini duyduğumuz birisini dinlediğimizde, kendisini görmesek bile kim olduğunu biliriz. Zira herkese özel olarak veriliyor ses. Yani bir kaynak vardı da o kaynak sesi üretti diyemeyiz. Haberimiz bile yok, kendimizin nasıl konuştuğumuzdan. Benim hücrelerimin benim kimliğimi belirleyecek şekilde, benim gelişmiş halimin düzenleyicisinin olması için hiçbir özelliğinin olmadığı bir gerçektir. ‘Bak, öyle görünüyor’ demenin ötesinde ‘işte seçme özelliği var burada’ diyecek kimse çıkmaz. Seçme özelliği olsaydı kendisini düzenin mahkumu etmezdi. Hep istediği şekilde seçer ve uygulardı. Ben bir tercih yaparken de mevcut düzenin bana verdiği alternatiflerin dışında hiçbir şey seçemem. Düzenin ya da düzeni kuranın yani düzeni yaratanın mahkumuyum. Evet, ben kendimi böyle konuşuyor buluyorum, böyle yaratılıyorum. Onun için evrim deyince ‘aman efendim öyle bir şey yok, Allah ol deyince olur’ derken neyi kast ettiğimizi bilmemiz lazım.”

“Öte yandan evrim var diyenlerin ‘eşya kendi kendine büyüyüp gidiyor, kendi kendine bir özelliği var, o özelliği dolayısıyla kendisini geliştiriyor’ demelerinin hiçbir delili, mantığı ikna edecek hiçbir esası olmadığını görmemiz lazım. Eşya, varlık kendi kendine önceki haline göre gelişerek, daha mükemmeli seçerek devam ediyor diyemeyiz. Yani bir madde, bir sonraki maddenin varlık kaynağı olamaz! Öyle yaratıldığı için bir isim takıyoruz ona. Onun için çok dikkatli olacağız. Kainatın düzeni Yaratıcının bir maksadına hizmet etmek üzere, Kendisini tanıtmak üzere yarattığı şu kainatta düzensiz bir yaratılış olsa, ben insan olarak böyle düzensiz bir yaratılışta ne Yaratıcıyı, ne Onun hikmetini, ne iradesini, ne her şeyi çekip çeviren olduğunu, ne benim ihtiyaçlarımı -dünyaya gelmeden önce, dünyadan gittikten sonra- hazırlayan ve karşılayan olduğunu… bilemem! Durup dururken bir şeyler oluyor. Benim kabiliyetime göre bu kainatın bu şekilde yaratılması benim önce bu kainat ile, sonra da beni ve kainatı var eden Yaratıcı ile sağlıklı ilişkiye geçmeme imkan veren hikmetli bir yaratılış olarak görünüyor. Benim böyle yaratılmam ne kadar hikmetli, kainatın da böyle yaratılması ne kadar hikmetli diyorum.”

Kainatın düzeni Yaratıcının bir maksadına hizmet etmek üzere, Kendisini tanıtmak üzere yarattığı şu kainatta, düzensiz bir yaratılış olsa, ben insan olarak böyle düzensiz bir yaratılışta ne Yaratıcıyı, ne Onun hikmetini, ne iradesini, ne her şeyi çekip çeviren olduğunu, ne benim ihtiyaçlarımı -dünyaya gelmeden önce, dünyadan gittikten sonra- hazırlayan ve karşılayan olduğunu… bilemem!

Şu halde eşya kendi kendine evrimleşiyor değil, eşya değişmeyen bir düzen içinde yaratılıyor, varlıkları verilip devam ettiriliyor.

Oldukça uzun olan fakat o oranda da faydalı olan müzakerede altı çizilen hususlar özet olarak şöyle devam etti: “Kainatta düzenin oluşu, benim kainatı gözlemleyerek o düzeni görmem, ama kainatta bir varlığın veya bir oluşun vuku bulmasının asla kendisinden kaynaklanamayacağını bilmem, beni düzeni koyanla her an canlı ve dinamik bir ilişki içinde bulunmaya sevk ediyor. Mesela patates yaratılmasını istiyorsam, düzen içinde ne yapmam gerektiğini biliyor ve ona göre hareket ediyorum. Ama aynı zamanda patatesin ne kendisinden ne çevresinden kaynaklanamayacağını, ona vücut verenin sonsuz Varlık Kaynağı olması gerektiğini teslim ediyorum. Patatesi var edenin, onu aşama aşama büyütenin O olduğunu anlıyorum. Mesela patatesin (ot kısmı) topraktan 10 cm çıkmışsa, onu 11 cm’e ulaştıranın yine O olduğunu biliyorum. Böylece hem patates talebimi karşılıyor, hem patatesi bana düzen içinde, her aşamasında yaratanın O olduğundan emin oluyor, hayatım anlam ve değer kazanıyor”

“Kendileri var edilmiş olan, yaratılmaya muhtaç olan varlıkların Varlık Kaynağı olamayacağını anlamak ve bunu bilinç olarak yaşamak çok önemli görünüyor. Bundan dolayıdır ki Kur’an’da sıklıkla gündeme getirilen mesajlardan birisi de budur. Mesela Lukman suresinde kainattaki bazı yaratılışlar zikrolunduktan sonra şöyle deniliyor: ‘İşte Allah’ın yarattıkları! Haydi Allah’ı bırakıp da odaklandıklarınızın yarattığını bana gösterin…” (31: 11). Kainatın düzenine de işaret eden şu ayetin tasviri ise harikuladedir: “Gerçek talep ve çağrı ancak O’nadır. Ondan başka çağrıda bulundukları ise, onların isteklerine ancak, ağzına ulaşmayacağı halde, ulaşsın diye avuçlarını suya uzatan kimsenin isteğine suyun cevap verdiği kadar cevap verirler…” (Ra’d 13/14).”

Şu halde eşya kendi kendine evrimleşiyor değil, eşya değişmeyen bir düzen içinde yaratılıyor, varlıkları verilip devam ettiriliyor.

“İşte Allah inancının böyle bir temele oturması gerekiyor. Aksi halde Onunla ‘âbid-mabûd’ ilişkisine dayalı bir hayat yaşayamam. Şimdi birileri de diyorlar ki, ‘Allah varlığa temel teşkil eden maddeyi, varlığın birinci basamağında öyle yarattı ki, ona öyle bir program koydu ki, o program kendini aça aça devam edip gidiyor’. Bakın, böyle bir yaratılış anlayışıyla ve böyle bir Yaratıcı ile ben ilişki kuramam. Bu bağlamda Allah’a inanmam da benim için bir değer ifade etmez.”

“Eğer ben konuşuyorsam, beni böyle var eden Yaratıcının elbette kendine has bir konuşması vardır ve olmalıdır. Vahiy budur. Beni gören, duyan, düşünen bir varlık olarak yaratan, ayrıca bana çeşitli duygular veren Yaratıcı benim sorularıma cevap veren, benim meraklarımı gideren olmalıdır. Nitekim vahyî mesaja baktığımızda bunun böyle olduğunu görüyoruz. Müzakere edilen metinde ‘hakikat-ı Muhammediye’den söz ediliyor. Vahiy ya da mesaj Hz. Muhammed’in mesajı değil, onunla gönderilen mesaj, onun vasıtasıyla gelen mesajdır. Ben bu mesajla hayata baktığımda hayat anlamlı oluyor, Yaratıcımla sıcak münasebet kuruyorum, insaniyetime uygun ve insanî duygularımla örtüşen bir hayat yaşıyorum…”

Somut örnekler ve çarpıcı ifadelerle devam eden müzakere, tekrar ifade edeyim ki sadece yaratılış, düzen ve zaman gibi kavramlara getirdiği açılımla ilgili olarak değil, aynı zamanda Allah inancının ve bunun gerektirdiği diğer inançların devreye girerek hayatımızı her an Yaratıcımız ile sıcak, dinamik ve huzurlu kılacak formüllere işaret etmesi açısından da son derece istifadeli bir mahiyet taşıyor. Allah razı olsun.

Yazar hakkında

İlyas Üzüm

Dünyalıyım. Güneş Sistemi sokağında oturuyorum. Yaşadığım Samanyolu galaksisi şehrini bile gezemedim. Yolda mıyım, emin değilim ama "yolda olmak, yolcu olmak" istiyorum; zaman ve varlığın sonsuz yolculuğunda.

Yorum yazın