Ders Notları

“Sıddîk” ve “Sıddîkiyet” Kavramları

“Sıddîk” ve “Sıddîkiyet” Kavramları | Ha-Mim

Ha-mim’in 25. 12. 2022 tarihli Lahikalar dersinde, Barla Lahikası’ndan 171. Mektup ile 172. Mektub’un bir bölümü okunup müzakere edildi. Özellikle, “Ehl-i bid’anın şiddetli hücumuna maruz kalan Süleyman hakkındadır” üst cümlesiyle verilen ilk Mektup hakkında çok yararlı müzakereler gerçekleştirildi. Ben bunların tamamını ilgili ders kaydına havale edip (https://www.youtube.com/watch?v=oN9WLCGq2xM) burada söz konusu mektubun aşağıdaki parçası ile, bu parça vesilesiyle gündeme gelen iki kavram üzerindeki tefekkürlerin bir kısmını aktarmak istiyorum:

“Süleyman, benim her hususî işimi ve kitabetimi kemâl-i şevkle, minnet etmeyerek, mukabilinde bir şey kabul etmeyerek, kemâl-i sadakatle yapmış. Hattâ o derece hizmeti sâfi ve hâlis, lillâh için yapıyordu, belki yüz defadan ziyade arzu ettiğim dakikada, ümit edilmediği bir tarzda geliyor; “Fesübhânallah,” diyordum. “Benim arzu-yu kalbimi, bu işitiyor mu?” Anladım ki o, istihdam olunuyor; sadakatinin kerametidir…” (Barla Lahikası, İstanbul 2020, s. 175).

İki sayfalık bir hacme sahip olan Mektup’un tamamında, müellif, sekiz yıldır beraberce Kur’an hizmetinde bulundukları Süleyman (Kervancı) isimli talebesi hakkında birtakım dedikodular üretildiğini, bunların asılsız olduğunu, iddiaların tam aksine talebesinin sadakat sahibi, ihlaslı, takvalı, hizmeti hiçbir şeye alet etmeyen bir kişi olduğunu belirtiyor. Derste, ilk söz alan bir müzakereci bu dedikoduların neler olduğuna da işaret ederek şunları söyledi: “Mektubun içeriğinden anlaşıldığına göre ‘bid’at’ yanlısı bazı kimseler Süleyman Abi’nin Bediüzzaman’ın yanında kalarak -güya- ondan maddi bakımdan istifade ettiğini, -moderatörün ifadesi ile- ‘onun sırtından geçindiğini’ iddia edip ileri geri konuşuyorlar. Bediüzzaman da söz konusu talebesinin tam tersine karşılığını vermeden kendisinden hiçbir şey kabul etmediğini, tam bir ihlas içinde hareket etiğini ifade ediyor, söylenenlerin gerçek dışı olduğunu belirtiyor. Bakıldığında mektup bu vesile ile çok önemli mesajlar veriyor. Bu mektup Lahikalara müellifin onayı ile girdiğine göre, müellif bu olay üzerinden her Risale okuyucusunun sahip olması gereken bazı özelliklerine işaret ediyor. İman ve Kur’an hizmetinde şevk ile çalışmanın önemi, kimseden mukabilini vermeden bir şey almamak gerektiği, yapılan her işi Allah için yapmanın şart olduğu gibi hususları ders veriyor. Ben, hepimizin, her zaman bu mesajları hatırlamaya ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum.”

Evet, mektup mesajlarla dolu. Bence en önemli mesajlardan birisi iman ve Kur’an hizmetinde bulunanların buna zarar verecek her türlü olumsuzluktan uzak durmaları gerektiğidir. Bu tür hizmet içinde bulunanlar özellikle maddi konularda alabildiğine duyarlı olmalı, hiç kimseden hiçbir beklenti içinde olmamalıdır. Bilindiği gibi bunun adı ‘istiğna’dır ve peygamberlerin en önemli özelliklerinden biridir. Kur’an’da birçok kez ifade edildiği üzere peygamberler yaptıkları faaliyetler karşılığında kimseden hiçbir ücret talep etmemişlerdir. İnsanlara ‘hakikatleri’ anlatmak için yola çıkanlar da bu prensibe sıkı sıkıya bağlı olmak zorundadır.

Ardından moderatör şunları dile getirdi: “Evet, mektup mesajlarla dolu. Bence en önemli mesajlardan birisi iman ve Kur’an hizmetinde bulunanların buna zarar verecek her türlü olumsuzluktan uzak durmaları gerektiğidir. Bu tür hizmet içinde bulunanlar özellikle maddi konularda alabildiğine duyarlı olmalı, hiç kimseden hiçbir beklenti içinde olmamalıdır. Bilindiği gibi bunun adı ‘istiğna’dır ve peygamberlerin en önemli özelliklerinden biridir. Kur’an’da birçok kez ifade edildiği üzere peygamberler yaptıkları faaliyetler karşılığında kimseden hiçbir ücret talep etmemişlerdir. İnsanlara ‘hakikatleri’ anlatmak için yola çıkanlar da bu prensibe sıkı sıkıya bağlı olmak zorundadır. Nitekim müellif Nursi’nin de böyle olduğunu, hiç kimseden hiçbir şey almadığını hatta hediye bile kabul etmediğini görüyoruz.”

Söz alan başka bir müzakereci özellikle yaşadığımız dönemde, insanların bu tür konulara çok hassasiyet gösterdiğini, hizmet edenlerde ‘söz-fiil beraberliği’ aradığını, dolayısıyla ‘istiğna’ prensibinin hayatî önek taşıdığını zikretti. Ardından diğer bir müzakereci şunları paylaştı: “Bu mektupta kilit kelimeler nedir diye bakınca, bunların sadakat, istiğna ve ihlas olduğunu görüyoruz. Buradaki sıralama da ilginç geldi bana. Bunlardan özellikle istiğna vurgusu, üzerinde durmayı hak eden bir husus olarak görülüyor. Burada sekiz yıl hizmet eden bir talebe söz konusu. Ama ne başkasından ne müelliften bir şey almıyor. Hatta mektubun sonundaki ifadelerde görüldüğü üzere, müellif çocuklarına vermek üzere hediye olarak kayısı kurusu, üzüm gibi şeyler verip ısrar edince zoraki alıyor ancak karşılığında iki şinik buğday getiriyor ve değirmende öğüterek ununu veriyor. Aslında bu kadar uzun bir süre içinde bir hukuk da gelişiyor aralarında, ama yine de karşılığını vermeden bir şey almıyor. Ben burada, sıralamada en başta vurgulanan ‘sadakat’ı soracağım. Sadakat nedir ki, bu mektupta adı geçen Süleyman, ‘sıddık Süleyman’ diye anılıyor? Bu kavramı nasıl tanımlamak gerekiyor?”

Bu soru üzerine moderatör, “Evet, sadakat önemli bir kavram, aynı kökten gelen ‘sıddîk’ ve ‘sıddîkiyet’ de önemli. Resulullah’ın (asm) en yakın arkadaşlarından Hz. Ebu Bekir’in de ‘sıddîk’ lakabıyla anıldığını biliyoruz. Sıdk, sadakat, tasdik, sıddîk gibi kelimeler aynı kökten geliyor ve temelinde Hakk’a karşı takınılması gereken tavrı ifade ediyor; ‘Hakk’ı doğrulayan, Hakk’a bağlı kalan, Hakk’ı onaylayan’ diye anlıyorum.

Başka bir müzakereci şunları dile getirdi: “Sadakat ve sıddîk ile ilgili soru gündeme getirilince, bir taraftan müzakereleri dinlerken bir taraftan da göz ucuyla bu tabirlere baktım. Sözlüklerde ve ıstılah kitaplarında yazılan şunlar: ‘Sıdk’ kelimesi ‘gerçeğe uygun bilgi vermek, gerçeği konuşmak, dürüst olmak’ gibi anlamlara geliyor. Aynı kökün mastar ismi olarak ‘sıddîk’ de kelime anlamı bakımından ‘gerçeği olduğu gibi yanıtsan, son derece doğru sözlü olan, gerçek olduğunu bildiği şeyi onaylamakta tereddüt göstermeyen kişi’ demek oluyor. Terim anlamı bakımından sıddîk ise ‘dışa vurduğu her söze mutlaka kalbiyle ve işiyle gerçeklik kazandıran kişi’ şeklinde tarif ediliyor. Başka bir tamımda ise sıddîk ‘Resulullah’ın (asm) bilgi, söz ve fiil biçiminde ortaya koyduklarının hepsini tasdik etmekte ve Peygamber’le manevi münasebeti sebebiyle onun iç dünyasına yakın olmakta en ileri seviyede bulunan kimse’ diye açıklanıyor. Kur’an’da dördü tekil, ikisi çoğul olmak üzere altı ayette geçen ‘sıddîk’ tabiri ya da sıfatı Hz. Yusuf (12: 46), Hz. İbrahim (19: 41), Hz. İdris (19: 56) ve Hz. Meryem validemiz (5: 75) hakkında kullanılıyor. Kaynaklarda adı geçen peygamberlere niçin ‘sıddîk’ denildiği ile ilgili olarak da önemli izahlar paylaşılıyor.”

Peşinden söz alan bir müzakereci Hz. Yusuf’a ‘sıddîk’ denmesine de değinerek şunları dile getirdi: “Değinildiği üzere Hz. Yusuf’a ‘sıddîk’ diye seslenenler çevresindekiler. Ne gibi özelliği vardı Hz. Yusuf’un? Bilindiği gibi o bir iftiraya maruz kalıyor. Hatta ‘istediğimi yapmazsan ceza göreceksin’ diye bir tehdit ile karşı karşıya bırakılıyor. Ama o menfaatine olanı yahut konjektüre uygun olanı tercih etmiyor. Doğru olan ne ise onu yapıyor. ‘Rabbim’den korkarım’ diye bir duruş sergiliyor. Bu tavrında ısrar ediyor, sonu zindan olsa da. Nitekim zindana da atılıyor. Fakat bu duruşu devam ediyor olmalı ki zindandakiler onu bu lakapla anıyor, ona ‘sıddîk’ diye hitap ediyorlar. Yani ‘doğru ne ise bu kişinin tavrı o’ diyorlar; çıkarını hesaba katan, kısa yoldan köşe dönen değil’ diyorlar.”

“Mektupta da ilginç göndermeler var. Üstad kendi memleketinden sürülmüş, ‘ölüp gitsin’ diye Barla diye bilinen bir köye veya nahiyeye gönderilmiş. Her an gözetim altında. Kendisiyle temas kuranlar da gözetleniyor. Süleyman Abi böyle zor şartlarda, ‘bana ne, ne işim var iman hizmetiyle’ demiyor, hatta ‘aleyhinde olayım da nahiye müdürünün gözüne gireyim’ diye düşünmüyor. Yani bir nevi avucuna kor almayı göze alan bir profil var ortada. Hakikati doğruluyor, yaşantısı ile hakikatin gereğini yapıyor. Bu asrın maddeci kafasıyla ifade etmek gerekirse, ‘yahu sen aklını peynir ekmek ile mi yedin, en yapılmaması gereken şeyi yapıyorsun’ denecek bir durumu var. Ama hakka bağlılığının gereği olarak Süleyman Abi, dönemin siyasi otoritesinin ezilmesini istediği kişinin karşısında değil, yanında yer alıyor, ona destek veriyor, Risalelerin istinsahı ile, çoğaltılması ile, başkalarına ulaştırılması ile… ilgili olarak ne yapması gerekiyorsa onları yapıyor. Şahsî çıkarının değil, hakikatin gereğini yapıyor. Her halde ona ‘sıddîk’ unvanını kazandıran bu olsa gerek. Kolay bir şey değil. Kendimizi o dönemin şartlarına götürdüğümüz zaman daha iyi anlaşılıyor bu durum.”

Yapılan izahlar çerçevesinde ben ‘sıddîk’ kavramına şöyle bir tanım denemesi geliştirdim: Sıddîk ‘hakikati her şeye tercih eden kişi’, sıddîkiyet de ‘hakikati her şeye tercih etmek’. Bu aynı zamanda şu ayeti hatırlattı bana: ‘Kim Allah’a ve Peygambere itaat ederse, işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, sıddîklarla, şehitlerle ve salihlerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır’ (Nisa 4/69). Görüldüğü gibi burada sıddîkler peygamberlerden hemen sonra zikrediliyor, şehitlerin ve salihlerin önüne geçiriliyor. Esasında Risale mesleği de sıddîkiyet mesleği diye biliyorum.

“Tekrar Yusuf peygambere dönersem, yanındakiler rüyalarını söyleyip ondan yorumlamasını istiyorlar. Burada Hz. Yusuf’un durumu ilginç; ‘rüyalarınızın yorumu şudur’ demiyor ilkin. En büyük hakikat olan tevhitten başlıyor onlara anlatmaya, sonunda da rüyalarını tabir ediyor. İşte burada Yusuf’un dünyasının ‘hakikati yüceltmek’ olduğu anlaşılıyor. Süleyman Abi’nin tavrını da böyle okumak gerekiyor. Ben hayatıma taşıyacaksam özellikleri nedir bunun? Faaliyetlerimde sadakat mı yoksa maddi menfaat mı esas olacak? Metinde bu ikisinin birlikte geçmesi sanki bunların birbirlerinin alternatifi olduğunu da düşündürüyor. Demek ki sadakatin ölçüsü bu: Hizmeti hiçbir şeye alet etmemek! Maddi menfaat alt kademelerde devreye girse bile ihlasa zarar geliyor, aynı zamanda sadakate de! Şöyle düşünelim: Peygamberler maddi menfaati göz önünde bulundurmuş olsalardı, getirdikleri mesaj neye dönüşürdü zaman içinde? Halk neyi beğeniyorsa onu daha çok konuşmaya, daha çok vurgulamaya. Eh sayılar da artar o zaman, bağışlar da artar. Şunu demek istiyorum; bu tür kaygı veya beklentiler devreye girince hakikat inciniyor, hakikate halel geliyor. Dolayısıyla hakikate hizmette sadakat ile beklenti içinde olmak arasında ters orantı var.”

Bu kısmen uzun müzakereden sonra moderatör şunları söyledi: “Yapılan izahlar çerçevesinde ben ‘sıddîk’ kavramına şöyle bir tanım denemesi geliştirdim: Sıddîk ‘hakikati her şeye tercih eden kişi’, sıddîkiyet de ‘hakikati her şeye tercih etmek’. Bu aynı zamanda şu ayeti hatırlattı bana: ‘Kim Allah’a ve Peygambere itaat ederse, işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, sıddîklarla, şehitlerle ve salihlerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır’ (Nisa 4/69). Görüldüğü gibi burada sıddîkler peygamberlerden hemen sonra zikrediliyor, şehitlerin ve salihlerin önüne geçiriliyor. Esasında Risale mesleği de sıddîkiyet mesleği diye biliyorum. Sıdk, tasdik ve sıddîkiyet. Sıdk ‘doğruluk yani kizbin her çeşidinden uzak kalmak’, tasdik ‘hakkı kainatın şahitliğinde insaniyetimizle onaylamak’, sıddîkiyet ise ne pahasına olursa olsun sıdk ve tasdikin gerektirdiği tavrı en ileri seviyede hayata yerleştirmek’ diye anlıyorum.”

Derste gerek bu kavramların sosyal hayata yansıyışı gerekse mektupta değinilen diğer hususlarla ilgili olarak başka önemli tefekkürler de paylaşıldı. Ben her zamanki duamı tekrarlıyorum: Allah razı olsun.

Yazar hakkında

İlyas Üzüm

Dünyalıyım. Güneş Sistemi sokağında oturuyorum. Yaşadığım Samanyolu galaksisi şehrini bile gezemedim. Yolda mıyım, emin değilim ama "yolda olmak, yolcu olmak" istiyorum; zaman ve varlığın sonsuz yolculuğunda.

Yorum yazın