لَآ أَعْبُدُ مَا تَعْبُدُونَ
109.2: “Ben, sizin ibadet ettiğinize ibadet etmem.”
وَلَآ أَنتُمْ عَـٰبِدُونَ مَآ أَعْبُدُ
109.3: “Siz de benim ibadet ettiğime ibadet etmeyenlersiniz.”
Bu ayetler henüz bir şeyin farkında olmayan cahil insanlara değil, özellikle kâfirlere hitap ediyor. Kâfir, hakikatin farkında olan fakat onu ısrarla kabul etmeyen kişidir. Geleneksel anlayışa göre kâfir, ibadet etmez. Sadece inananlar mı ibadet eder? İbadet nedir? Aslında, herkes bir şeylere ibadet eder. İbadet varlıkların nasıl var olduğuna inanmakla ilgili bir kavramdır. Varlıkların kendi kendine oluştuğuna inanan, kendi kendine oluşa yani varlıkların kendilerine ibadet eder. Varlıkları tabiatın var ettiğine inanan, “tabiat” diye hayali bir kavrama ibadet eder. Varlıkların maddeden oluştuğuna inanan ise maddeye ibadet eder. Bu kavramla ilgili olarak Arapçada ubudiyet, ibadet, ma’bud ve abd kelimeleri kullanılır. Türkçede ibadet kavramına karşılık tapmak kelimesi kullanılır. Abd, ibadet eden yani tapınan kişidir. İbadet, tapınma eylemidir. Ubudiyet, özenerek ibadet etmektir. Ma’bud ise tapınılan veya ibadet edilen demektir. Kur’an ibadeti, varlıkları var eden Varlık Kaynağını tanımayla ilişkilendirir. Her varlığı var eden fakat kendisi var edilmeye muhtaç olmayan, Mutlak Varlık Kaynağını tanıma, şükretme ve tasdik etme eylemlerinin tümü Kur’an’a göre ibadettir.
Bir bilinmeyeni başka bir bilinmeyenle tanımlamaya kalkışmak mantıken kısır döngüye sebep olur. Zaten bilinmeyen bir kavramı bilinmeyen başka bir kavramla açıklamaya çalışmak anlamsızdır. Bu noktada ibadet kavramını Allah’a şükretmek biçiminde açıklamak yetersizdir. İbadetin ne olduğunu bilmeden Allah’a şükretmenin ne olduğu anlaşılamaz. İbadeti kavramak için varlıkları incelemek ve onların nasıl var edildiklerini anlamaya çalışmak gerekir. Varlıklarda görülen özellikler, onları Var Eden’in özelliklerinin yansımalarıdır. Bir varlıktaki estetik, zarafet, incelik ve merhamet gibi özellikler onu Var Eden’e aittir. İnsana verilmiş olan istidatlar, bu özellikleri fark edip anlamlandırmaya ve onların Varlık Kaynağını tanımaya imkân sağlar. İnsanın varlığını anlamlandırma ile ilgili sorularının cevapları da buradadır. İnsan, varlıkları incelemek suretiyle bu varlıkları var eden ve benim anlamlandırmama uygun özelliklerle donatan Varlık Kaynağı kim veya ne ise beni de var eden O’dur sonucuna ulaşabilir. Bu sonuç, insanın sahip olduğunu zannettiği her şeyin esas Sahibini tanımasını ve onu tasdik etmesini gerektirir. İbadet, en geniş manada bu tanıma ve tasdik biçimlerinin tamamıdır. Şükür ise insanın gördüğü bir faydaya karşı duyduğu minnettarlık hissinin o faydayı sağlayana yönlendirmesidir. İbadet, bütün varlıkların ve olayların var edicisi olarak Yaratıcıyı tanımak ve Onu tanıdığını bütün insani özellikleriyle ifade etmektir. Yani, aklıyla anlamak, bilinciyle Onun varlığının farkında olmak, duygularıyla Ona daima muhtaç olduğu hissini taşımak, bedeniyle de bu fiziki yaratılış aleminde Onun bir yaratığı olduğunu fiziksel olarak ifade etmek ve kendisinin kullanımına verilen her türlü imkânı Onun adına kullanmaktır. Şükür ise, Yaratıcıyı tanımanın ve bilmenin sonucunda ulaşılan minnet duygularının ifadesidir.
İnsanı Var Eden, onun insani sorularına da cevap verendir. Neden bu şekilde varım? Varlığımın akıbeti nedir? Neden hep yaşamak ve mutlu olmak istiyorum? Nasıl var oldum? Nerden geldim? Nereye gidiyorum? Neden buradayım? Hayatın manası nedir? Ben kimim veya neyim, varlık maksadımı belirleyip o maksada uygun olarak hayatımı düzenlemeli miyim gibi sorular en temel insani sorulardır. Bu soruları hiç sormayan veya umursamayanın insani bir kaygısı da yok demektir. İnsan, varlık kaynağı olarak tabiatı görürse, varlığını da ona borçlu bilir. Kendisinde tezahür eden bütün özelliklerin tabiattan geldiğini zanneder. Dolayısıyla tabiatın varlık kaynağı olduğunu tasdik ederek ona ibadet eder ve onunla insani sorularına cevap bulmaya çalışır. Kendisinin rastlantılar sonucu var olduğunu kabul ederse, bu defa rastlantısallığa ibadet eder yani kendisindeki tüm özelliklerin tesadüfen zaman içerisinde oluşageldiğini düşünür. Maddenin kendi kendine değişim ve dönüşümleri sonucunda insan olarak oluşageldiğini kabul ederse, bu defa maddenin insandaki tüm özelliklerin var edicisi olduğunu onaylayarak ona ibadet etmeyi seçer. Bunlara benzer seçeneklerin hepsi kâinat türünden ve kâinatla ilişkili birer varlık kaynağı arama teşebbüsü olup, delilsiz ve spekülatif alternatiflerden ibarettir.
İnsanın mantığı, vicdanı veya ruhu ise zaten var edilmeye muhtaç olan veya var etme gücü yani ilahlık özelliği olmayan herhangi bir unsuru varlık kaynağı olarak kabul edemez. Varlık Kaynağının var edilmeye muhtaç olmaması gerektiğini anlayacak özelliklerle donatılan insan akli bu sonucu onaylar. İşte İslam temel olarak bu noktadan hareketle tevhidi düşünceyi önerir. Kâinat ve ondaki tüm varlıklar var edilmeye muhtaçtır. Kâinat türünden olmayan Var Edici (Allah) dışında hiçbir varlık, varlıkları var edemez. Bu yalın hakikatin veciz ifadesi, “La ilahe illa Allah” tır. İnsanın bu sonuca veya hakikate ulaşabilmesi için varlığının değerini sorgulaması ve temellendirmesi gerekir. Varlığının değerini bilebilmesi için de varlığını nereden aldığını veya varlık kaynağının ne olduğunu açıklayabilmelidir. Bu sürecin ilk adımında “varlığımın değeri nedir?” sorusunu sormak lazımdır. İnsan, değerlidir. Varlığında bir izzet ve şeref duygusu vardır. Bu duygu nereden geliyor? Bu duyguyu insana veren kim ise saygıya ancak O müstahaktır. Çünkü izzet ve şerefin kendisi de saygındır. İnsana bu kadar değer veren ve karşılıksız ikramda bulunan bir Varlık Kaynağı olmalıdır. İnsan kendi kendine izzet ve şerefi var edemez. Sürecin ikinci adımında insan kendine verilen bu değerli izzet ve şeref duygusunu kime veya neye atfedeceğini sorgulayıp bulmalıdır. Bu özelliklerin Varlık Kaynağı teşekküre ve hamde layıktır çünkü ikram ettiği özellikler hem karşılıksız hem de paha biçilemez kıymettedir. İşte insanın ibadetinin temeli bu şükür ve hamd duygusunu ifade etmeye dayanır. Üçüncü adımda ise insan varlığının kıymetini fark etmelidir. Varlığına bir fiyat biçilebilir mi, düşünmesi gerekir. Ayrıca insanı var eden nedir? Hücreleri mi? Bedeninin zerreleri mi? Bu hücrelere ve zerrelere varlık veren kaynak nedir? Bu kâinat türünden hiçbir varlığın insanın kendisini veya kâinatın bütün diğer parçalarını var edemeyeceğini anlamalıdır. Bu varlığının bedeli nedir? Çok basit, samimi ve sade biçimde kendisini Var Edene teşekkür etmesidir. Teşekkür edebilmesi için de kendisini Var Edeni tanımalıdır. İnsan bilmediği, tanımadığı birine teşekkür edemez. İnsan, kendisine verilmiş duygular ve özellikleri kullanarak Varlık Kaynağını tanıyabilir. İnsanın ibadetleri, Varlık Kaynağını tanıma sürecinde yaptığı bütün işlerdir. Bunlardan bazılarının özel biçimleri vardır ve “ritüeller” olarak adlandırılır.
İnsanın bu dünyada varlığını izah etmek için bulduğu Varlık Kaynağı, onun şahsi sonucu olarak ahiretini şekillendirir. Yani dünyadan sonraki varlığını bu Varlık Kaynağına göre izah edebilir. İçinde bulunduğu kültürel alışkanlıklar veya gelenekleri takliden kabul etmeyip de varlığını sorgulayarak kendisini ikna edebilen bir sonuca ulaşırsa tutarlı olur. İnsanın varlığı paha biçilemezdir. Bu değerli varlığı insana kâinattaki bilinçsiz ve iradesiz varlıkların hiçbiri veremez. Hiç kimse de kâinatta böyle bir varlık kaynağı bulamaz. Ancak insan, varlıkları izah ederken “oluşmuş olabilir” gibi hipotezler, teoriler ortaya atarak kendini kandırabilir. Bundan dolayı insanın, mantıken kendi Varlık Kaynağının bu kâinat türünden olmadığını kabul etmesi gerekir. Bunun sonucu olarak, devamlı değişikliğe tabi olmak durumunda olan bu kâinatta varlıkları var edebilen herhangi bir varlık da var olamaz. Kâinatın hiçbir parçası kendisinin değiştirilmesini engelleyemez ve var edilmekten de kendisini kurtaramaz. Çünkü kâinattaki her şey var edilmek zorundadır. Var edilmek zorunda olan ise var edilmemeyi tercih edemez ve herhangi bir varlığa da varlık veremez.
İşte bu kâinat türünden olmayan, mutlak özellikleri olan, tek Varlık Kaynağına “Allah” denir. Allah derken kastedilen nedir? Her şeyi var edendir. İnsanın paha biçilmez varlığı ve diğer tüm varlıklar O’na aittir. Bu durumda insana ait olan hiçbir şey yoktur. Sadece yaptığı tercihlerin sorumluluğunu üstlenmiştir. Bu idrak haline “ubudiyet” denir. Dolayısıyla, Kafirun Suresinin ikinci ayeti (109.2) şu şekilde yorumlanabilir: Ben varlığımı sizin varlıkları bağladığınız varlık kaynağınıza bağlamam. Sizin, varlıkların var ediliş izahınıza uymam. Sonraki ayette (109.3) ise iman bilincine ulaşmamış veya kasıtlı biçimde iman etmeyenlerin de müminlerin varlık izahına tabi olmadığı ifade edilir. Bir mümin şuurlu biçimde bu kâinatta beni, sizi ve diğer tüm varlıkları var eden herhangi bir varlık kaynağı yoktur (La ilahe) ve bütün kâinatı var edenden başka var edici yoktur (illa Allah) hakikatini ilan eder. Bunun tam sözlü ifadesi “La ilahe illallah” tır. İman eden bir insan, bu tahkik sürecini bizzat kendisi tecrübe etmelidir.
Islam From Within Youtube kanalında yayınlanan “Quran-Universe Parallel Reading: Chapter Kafirun – Part 3 –05/22/19” başlıklı video kaydı çalışılarak hazırlanmıştır.