Kur'an Okumaları Diğer

Koyun Davası

Koyun Davası | Ha-Mim

Davud’a (asm) başvuran iki davacının kıssasından haberiniz olmuştur. İlgili ayetleri aşağıya alıyorum:

وَهَلْ اَتٰيكَ نَبَؤُ۬ا الْخَصْمِۢ اِذْ تَسَوَّرُوا الْمِحْرَابَۙ

“Dâvâcıların kıssasından haberdar oldun mu? [Davud’un ibadet ettiği] mâbedin duvarlarına tırmanan [iki kişinin kıssasından]?” Sâd 21

اِذْ دَخَلُوا عَلٰى دَاوُ۫دَ فَفَزِعَ مِنْهُمْ قَالُوا لَا تَخَفْۚ خَصْمَانِ بَغٰى بَعْضُنَا عَلٰى بَعْضٍ فَاحْكُمْ بَيْنَنَا بِالْحَقِّ وَلَا تُشْطِطْ وَاهْدِنَٓا اِلٰى سَوَٓاءِ الصِّرَاطِ

“Davud, onları yanında görünce telaşlanıp korktu; bunun üzerine: ‘Korkma!’ dediler, ‘Biz [sadece] iki dâvâcıyız. Birimiz ötekinin hakkına tecavüz etti: şimdi aramızda adaletle karar ver, doğrudan ayrılma ve [ikimize] dürüstlük yolunu göster’.” Sâd 22

اِنَّ هٰذَٓا اَخ۪ي لَهُ تِسْعٌ وَتِسْعُونَ نَعْجَةً وَلِيَ نَعْجَةٌ وَاحِدَةٌ فَقَالَ اَكْفِلْن۪يهَا وَعَزَّن۪ي فِي الْخِطَابِ

“‘Bu benim kardeşim: Onun doksan dokuz koyunu var, benimse [sadece] bir koyunum; buna rağmen, ‘onu bana ver’ dedi ve beni bu tartışmada mağlup etti’.”Sâd 23

قَالَ لَقَدْ ظَلَمَكَ بِسُؤَالِ نَعْجَتِكَ اِلٰى نِعَاجِه۪ۜ وَاِنَّ كَث۪يرًا مِنَ الْخُلَطَٓاءِ لَيَبْغ۪ي بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ اِلَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَقَل۪يلٌ مَا هُمْۜ وَظَنَّ دَاوُ۫دُ اَنَّمَا فَتَنَّاهُ فَاسْتَغْفَرَ رَبَّهُ وَخَرَّ رَاكِعًا وَاَنَابَ

“[Davud] dedi ki: ‘Bu [adam] senin koyununu kendininkiler arasına katmayı istemekle sana haksızlık yapmış! Zaten yakınların çoğu birbirlerine aynı şeyi yaparlar, [Allah’a] inanıp doğru ve yararlı işler yapanlar hariç: böylesi de ne kadar az!’ Davud, Bizim kendisini sınadığımızı anladı. Bunun üzerine Rabbinden günahını bağışlamasını diledi, secdeye kapandı ve tevbe ederek O’na yöneldi.” Sâd 24

فَغَفَرْنَا لَهُ ذٰلِكَۜ وَاِنَّ لَهُ عِنْدَنَا لَزُلْفٰى وَحُسْنَ مَاٰبٍ

“Biz de bu işte onu bağışladık. Şüphesiz ki yanımızda onun için bir yakınlık ve güzel bir varış yeri vardır” Sâd 25

 يَا دَاوُ۫دُ اِنَّا جَعَلْنَاكَ خَل۪يفَةً فِي الْاَرْضِ فَاحْكُمْ بَيْنَ النَّاسِ بِالْحَقِّ وَلَا تَتَّبِعِ الْهَوٰى فَيُضِلَّكَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ

“[Ve şöyle dedik:] ‘Ey Davud! Seni yeryüzündeki halifemiz kıldık. Öyleyse insanlar arasında adaletle hükmet, boş arzu ve heveslere uyma, sonra onlar seni Allah yolundan saptırır.’” Sâd 26

Garip bir kıssa. İnsanın aklına pek çok soru geliyor. Doksan dokuz koyunu olan kişinin açgözlülük yaparak diğerinin tek koyununa da göz dikmesini Davud (asm) haksız buluyor ve yanlış yapmış diyor. Fakat sonra her ne olduysa Davud (asm) sınandığını ve hata yaptığını fark ediyor ve af diliyor. Allah da onu affetiğini söylüyor. Demek ki hakikaten ortada affedilecek bir hata varmış. Nedir o hata? O açgözlü kişinin son koyuna da el koyması ve diğerinin dımdızlak ortada kalması mı gerekiyordu? Yoksa Davud (asm) bu hadise ile kendisine verilmek istenen mesajı almadığını farketti de, onun için mi istiğfar etti? O halde o mesaj neydi? 

Bazı meallerin notlarına baktığınızda, kimi tefsirlerin konuyu “Davud’a gelen mesaj” bağlamında değerlendirdiğini anlıyorsunuz. İsrailiyattan esinlendikleri anlaşılan bu tefsirler, Davud’un (asm) savaşa gönderdiği bir askerin ölümü üzerine o askerin eşiyle evlenmesini, zaten yeterince eşi (koyunu) olan Davud’un o askerin tek eşine (koyununa) göz dikmesi ile bağdaştırmışlar. Dolayısıyla Davud bu hatasını anlayarak istiğfar etti demeye getirmişler.

Bu tür yorumların değerlendirmesini size bırakarak, konuyu daha farklı bir düzleme çekmek istiyorum. Öncelikle bazı tefsirlerde geçen Davud’un yanına gelen iki davacının melek oldukları yönündeki iddialar bana mantıklı geldiğini belirteyim. Çünkü usturuplu bir şekilde huzura çıkmak varken, duvara tırmanarak hükümdarın yanına gizlice sokulmak da neyin nesi? Davud bunlardan korkunca, davacılar ona “korkma” diyor. Yanına sokulan davacıların Davud’a “korkma” demesi, bana İbrahim’e gelen misafirlerin ona “korkma” demesini hatırlattı (Hud 70, Hicr 53, Zariyat 28). İbrahim’in misafirlerinin Lut kavmine gönderilen azap melekleri olduğunu düşünürsek, Davud’a gelen davacıların da melek olduğunu söylemek bu açıdan mantıklı.

O halde bu meleklerin Davud’a getirdikleri mesaj veya ders neydi? 6. Söz’de verilen temsili hatırlayalım:

“Bir zaman bir padişah, raiyetinden iki adama, her birisine emaneten birer çiftlik verir ki, içinde fabrika, makine, at, silâh gibi herşey var. Fakat fırtınalı bir muharebe zamanı olduğundan hiçbir şey kararında kalmaz; ya mahvolur veya tebeddül eder, gider. Padişah, o iki nefere, kemâl-i merhametinden, bir yaver-i ekremini gönderdi. Gayet merhametkâr bir ferman ile onlara diyordu: ‘Elinizde olan emanetimi bana satınız…’”

Kısaca özetlemek gerekirse, bu temsil ile nefsimize takılı olan fiziksel, duygusal, zihinsel her bir özelliğin çok kıymetli olduğu, bize emaneten verildikleri, savaş ortamına benzetilen bu dünya hayatında korunmadıkları takdirde mutlaka mahvolacakları, ve dolayısıyla bu kıymetli özellikleri bize emanet edene iade etmenin (onları O’nun adına kullanmanın) ne kadar karlı bir ticaret olduğundan bahsediliyor. Ayrıntılar için 6. Söz’e müracaat edilebilir.

Daha önce de bahsi geçtiği gibi, bu ve benzeri temsillerde aslında iki adam yok, tek adam var. O iki adam, tecrübe edilen gerçekliğin iki yorumunu temsil ediyor. Dolayısıyla padişahın teklifi bir kişiye yapılıyor. O kişi de içinde bulunduğu durumu iki farklı şekilde yorumlayıp iki farklı cevap verebiliyor.

Temsildeki padişah, emrindeki bir adama önemli bir teklif yapıyor: “elindeki emanetimi bana sat ki, onu senin için en güzel bir şekilde koruyayım”. Ziyadesiyle mülkü olan padişah, emrindeki kişiden ona emaneten verdiği çiftliğini geri istiyor. Temsildeki padişahtan maksat varlığın Mutlak Kaynağı olan Yaratıcı ve kişiden maksat insan. Yani herşey zaten O’nun iken, gelip benden bu ufacık dünyamı istiyor. Ziyadesiyle ve hem de mutlak isimleri olan (99 adet dense de sonsuz olması gerektiğini anlıyoruz), bendeki tek ismi de istiyor, beni hiçbir iddiası olmayan sade ve duru bir “abd” olmaya davet ediyor. 6. Söz’de yapılan açıklamalara bakarsanız, bu teklif bir hayli de mantıklı. İnsanın böyle bir teklifi reddetmesi pek akıl karı değil. Sâd 23’de davacının dediği gibi, bu tartışmada mağlup taraf biziz…

Kıssanın en can alıcı yönü ise, bu kişi koyununu kaybetmemek için davacı oluyor — her ne kadar kendisine getirilen argümanlar aklına yatmış olsa da… Ben 6. Söz’ü bugüne kadar hep “ne kadar mantıklı, tabii ki satacağız” diye okudum. Halbuki sadece satmanın aklıma yattığını teslim etmişim. Ya teslim etmekle yetindiysem ve hakikatte satmadıysam? Hatta akabinde O’ndan davacı olduysam?

Bu çağrışımı yapan başka ayetler de var. Mesela,

فَاَمَّا الْاِنْسَانُ اِذَا مَا ابْتَلٰيهُ رَبُّهُ فَاَكْرَمَهُ وَنَعَّمَهُ فَيَقُولُ رَبّ۪ٓي اَكْرَمَنِۜ

“İnsan öyle bir mahluktur ki, ne zaman Rabbi onu (varlıkla) sınayıp ona ikram edecek ve nimetlere gark edecek olsa, hemen (Allah’ın kendisini desteklediğini düşünerek) ‘Rabbim bana ikram etti’ der.” Fecr 15

وَاَمَّٓا اِذَا مَا ابْتَلٰيهُ فَقَدَرَ عَلَيْهِ رِزْقَهُ فَيَقُولُ رَبّ۪ٓي اَهَانَنِۚ

“Ama her ne zaman, onu imtihan edip de rızkını kendisine daraltırsa; o vakit de: ‘Rabbim bana ihanet etti’ der.” Fecr 16

İnsan, refah yokluğunu veya kaybını bir imtihan / eğitim olarak değil, ilahî “adaletsizliğin” bir delili olarak görür diyor Muhammed Esed Fecr 16 hakkındaki yorumunda.

Rızkın veya refahın kaybını Rabbe değil de hariçteki sebeplere atfetmemizin muhtemelen bir önemi yok. Mühim olan karşımızdaki tabloda “adaletsizlik” görüp görmediğimiz. Görüyorsak eğer, bir anlamda gördüğümüz o adaletsizliğin davacısıyız demektir. O davanın sanığı da en başta o adaletsizliğe varlık veren Zat olmalıdır — biz açıkça kabul etsek de, etmesek de.

Refahını azalttı diye Rabbinden davacı olabilen insanın, kendi öz nefsi ve her şeyi birden istendiğinde nasıl bir dava açabileceğini artık siz hesap edin… Belki de bu dava bilinç altımızda ve üstümüzde an itibariyle görülmektedir.

Bir Yaratıcı düşünün ki, bir eser yapıyor ve bu eser vücud bulmasının akabinde kendisini yapanı ihanetle suçluyor, mahkemeye veriyor, sanık koltuğuna oturtuyor, hesabını kesiyor ve cezasını icra ediyor. Söz konusu eser yaptıklarının doğruluğundan o kadar emin ki, sanığın savunmasını almaya dahi ihtiyaç duymuyor (koyun davasında Davud suçlanan kişinin savunmasını almıyor). Yaratıcı tüm bunlara izin veriyor ve hiç müdahale etmiyor, sadece bekliyor. Neden? Yaratıcının eserine karşı bu kadar müsamahalı olmasının sebebi nedir?

Benim aklıma tek bir cevap geliyor: Aşk.

Yaratıcının, eserine karşı olması gereken tarifinden aciz olduğumuz kudsi aşkı o seviyede olmalı ki, eserin yaptıklarının hiç birisine engel olmuyor, sessizce izin veriyor ve bekliyor. Ta ki eser benlik davası güderek kendisini nasıl bir çukura attığını farketsin, istiğfar etsin ve O’nun kudsi aşkına layık bir maşuk olsun.

O halde, Davud (aşm) istiğfar etmesin de kim etsin?

Yazar hakkında

Zafer Devrim Özdemir

"Hayır; gördüklerinize yemin ederim... Ve görmediklerinize..." Hâkka 69:38-39
"Allah kuluna kâfî değil mi?" Zümer 39:36
Email: [email protected]

Yorum yazın