مِن شَرِّ مَا خَلَقَ
113.2: “Yarattıklarının şerrinden.”
Allah’ın yarattıklarından Allah’a sığınmak ne demektir? Bazı rivayetler şeytandan Allah’a sığınmamız gerektiğini söylüyor. Hiç kimse şeytanı görmüş müdür? Bildiğimiz kadarıyla şeytanı bizzat gören bir insan yok. Bunlar bizim için anlaşılması ve anlamlandırılması gereken önemli konulardır. Şeytanın var olup olmadığını fiziki gözlemlerimize dayanarak doğrulamak insana bir şey kazandırır mı? Şu an için hayır. En başta doğru tanımlamalar yapmadan sonraki bilgileri vermenin bir anlamı yoktur. Yaşadığımız dünyanın gerçekliğiyle tutarlı yorumlar yapabilmek daha önemlidir. İnsan Allah’a nasıl sığınır? Kovulmuş şeytanın şerrinden Allah’a sığınmaktan sıklıkla söz ederiz. Bu ne demektir? Şeytanın vesveseleri, hakikatin farkında olmayan bir kişinin maruz kaldığı yanlış, gerçeğe uymayan düşüncelerdir. İnsan, gerçekliğinin farkına vardığında şeytan geri çekilir. Çeşitli sebeplerle dikkati dağılır ve aklı çelinirse şeytan tekrar yaklaşır. Kendi hakikatini unutturacak iş ve düşünceleri kulağına fısıldar. Bu fısıltılar fiziki olarak kulağa yaklaşıp fısıldamak biçiminde değildir.
وَمَن يَعْشُ عَن ذِكْرِ ٱلرَّحْمَـٰنِ نُقَيِّضْ لَهُۥ شَيْطَـٰنًا فَهُوَ لَهُۥ قَرِين
“Her kim Rahman olan Allah’ın zikrinden yüz çevirirse biz ona bir şeytan musallat ederiz. Artık o şeytan onun yakın dostudur.” (Zuhruf, 43: 36).
İnsan, Varlık Kaynağı olan Yaratıcısını tanımadığı zaman varlığını fani varlıklarla ilişkilendirir ve o anlayışla yaşamaya başlar. Kâinatta boşluk yoktur. İnsan ya doğru yola ya da yanlış yola doğru ilerler. Kendi gerçekliğini inkâr eden insanın meşguliyeti yanlış yönde olur. Yukarıdaki ayet, batıla giden yolda ilerleyen insanın halini şeytanla yakın dostluk kurma biçiminde ifade etmiştir. Şeytan, insanın karşısına geçip kendi gerçekliğini görmezden gelmesini, yeniden dirilişi unutmasını ve hayatının tadını çıkarmaya çalışmasını söylemez. Böyle fiziki bir olay olmaz fakat bütün bu alternatifler insan zihnine ulaşır. İşte vesveseler insana böyle görünmez bir biçimde ulaşır. Ancak bunlara ters yönde alternatif fikirler de sıklıkla aklımıza gelir. Kur’an-ı Kerim insanlara, akıllarına gelen her düşüncenin kendilerinden değil dışarıdaki bir varlıktan kaynaklandığını öğretir. Vesveselerin kaynağı insanların ruhları değildir. Bundan dolayı insan, aklına tasvip etmediği bir düşünce gelirse onu önemsemeden geçip gitmelidir. Vesvese insandan olmadığına göre, onun varlığından sorumlu değildir. Yaratıcı insana, aklına gelen tüm istenmeyen düşünceler, fısıltılar ve hayallerin ondan olmadığını ona bildirmektedir. Böylece insan, kendini rahatlamış hisseder. Kötülük ve kötü düşüncelerin kendinden olmadığını öğrenmenin rahatlığını yaşar.
Kur’an, insanın aklına gelen bütün kasıtsız ve istenmeyen fısıltıları insana ulaştırmakla görevli bir varlık olduğu haberini verir. İnsanın ruhu dünya şartlarında bu vehimler ve vesveselerden haberdardır ama bütün bunların kaynağı insanın gerçeğinden kaynaklanıyor değildir. Dolayısıyla, kötüyüm diye endişe etmesine gerek yoktur. İnsanın zihni hayal gücüyle çalışır. Hayaline gelenleri inkâr edemez, yok sayamaz. Bunlar insana bir teklif olarak sunulan vesveselerdir. Bu hayal eğer değer verilirse bir şekil veya biçim alır. İnsan hayali gösteren bir görüntüyle beraber düşündüğünü tasavvur eder. Hayal, insandan değildir çünkü onun istediği gibi iradesinden gelmez. Mesela, bir köpeği hayal etmemeye çalışalım. Köpeği ne kadar hayal etmemeye çalışırsak, onu gündemimizde o kadar tutmuş oluruz. Böylece onun hayali aklımızdan gitmez. Bu durum, hayalin bizim özgür irademize bağlı olmadığını gösterir. Eğer birine istediğin herhangi bir şeyi hayal et desek bu defa aklına köpeğin gelmeme ihtimali daha yüksek olacaktır. Yani insanın zihni böyle çalışır, bir şeyi hayal etmek isterse o şeyi aklına davet etmiş olur.
وَإِمَّا يَنزَغَنَّكَ مِنَ ٱلشَّيْطَـٰنِ نَزْغٌ فَٱسْتَعِذْ بِٱللَّهِ إِنَّهُۥ هُوَ ٱلسَّمِيعُ ٱلْعَلِيمُ
“Eğer şeytandan bir vesvese seni dürtüklerse hemen Allah’a sığın. Çünkü O, her şeyi işiten ve bilendir.” (Fussilet, 41: 36)
Kur’an, şeytanın her fırsatta insanı yanlış yapması için dürtükleyen bir varlık olduğunu haber veriyor. Böyle bir anda insanın Rabbine sığınması gerektiğini öğretiyor. Fakat insan ondan uzak durmaya çalışırsa o insana yaklaşır ve yanında kalır. İnsanın zihnine vesvese ve fısıltılar geldiğinde ciddiye almaz ve aldırış etmezse şeytan geri çekilir ama bu bir daha gelmeyecek demek değildir. Tekrar tekrar gelir. Çünkü insanın yaratılışı böyledir. Çeldiricilerle beraber var edilir. Yapması gereken, onlarla meşgul olmamaktır. Doğrudan doğruya Allah’ı, yani kâinatın Yaratıcısını, Sahibini hatırlamaktır. Yaratılanların sanki hep varmış gibi, kendi kendilerine varlıklarını sürdürüyorlarmış gibi göründüğüne kanmamaktır. Zararlı gibi görünen bazı varlıklar nedeniyle akla gelen bunlar kötü, bunları yaratan şer bir şey yapmış şeklindeki vesveselere değer vermemektir. Böyle durumlarda insanın tek sığınağı Yaratıcısıdır. O’na sığınarak kâinatın yaratılışında yansıyan akıl almaz mükemmelliklerini hatırlaması gerekir. İnsan kâinata bakarak doğru ve yanlışı ayırt etmesine yardımcı olacak şekildeki hikmetli düzenlemelerin farkına varabilir. İşte bu tavır, “Rabbu’l-alemin” olan Allah’a sığınmak demektir
Vesvese ve fısıltılar insana, kötü biri olduğu için gelmez. İnsanın özgür iradesini kullanması için böyle bir yaratılışa ihtiyaç var. Şeytan ve fısıldadıkları sadece bir seçenek olmakla görevlidir. Bunların hiçbir gerçekliği yoktur, yalnızca gerçeklerin anlaşılması için sunulmuş alternatiflerdir. İnsanın yapması gereken, bunu gerçek olmayan bir seçenek olarak görmektir. Hemen onu kovmaya çalışmamalıdır. Onu kovmaya çalıştıkça kendini onunla daha çok meşgul eder. O da onunla meşgul olur ve kendini daha kötü hissettirir. Kötü bir insan olduğunu zanneder ve aklına asılsız veya kötü düşünceler gelir. Fakat onu ciddiye almadan görmezden gelirse, zamanla rahatlar.
Bu kâinatın ve insanın yaratılışında her şeyin zıddı vardır. İmanın zıddı da küfürdür. İnsan, kâinatın bir Yaratıcısı olması gerektiğini onaylıyorum dediğinde ona alternatif bir düşünce de eşlik eder. Bu alternatif sunma süreci insana dışarıdan fısıldayarak başlar. İnsan, böyle yaratılmıştır. Kendisine gelen alternatif fikri kabul etmek veya reddetmek için özgür iradesini kullanır. Aklından geçen düşünceyi onaylayıp fiiliyata geçirirse ondan sorumludur. Fakat aklından geçen herhangi bir düşünce sadece aklından geçmekle kalıp fiiliyata geçmezse ondan sorumlu değildir. Bir kişi aklına kötü şeyler geldiği için kendini suçlarsa zamanla iradesini kullanmamaya ve kendine güvenmemeye başlar. Çoğunlukla psikolojik sorunları olan insanlar kendilerine sunulan ve gerçeği olmayan alternatifleri sanki kendisi seçiyormuş gibi zannederler. Bu problemleri çözmek için bir arayışa girmeyip kendilerini kötü biri olarak görüp kalplerinin bozulduğunu düşünürler. İnsan onaylamadığı bir şey için kendini suçlarsa kişiliği zarar görür. Kendini suçlaması, kötü olduğunu kabul etmesi anlamına gelir. Oysa kötü düşüncelerin aklına gelmesinin sorumlusu kendisi değildir. Bu yüzden kendini suçlamaması gerekir. Kur’an, insana gelen fısıltıların dışardan kaynaklandığını öğretir. Bu durumlarda Allah’a sığınmak gerekir. İnsan, kâinatın bir parçasıdır. Kâinat ve insan aynı Yaratıcı tarafından yaratılmıştır. Demek ki insanın bir Yaratıcısı var ve varlığındaki her şey O’nun tarafından yaratılıyor. Akıl gücü, hayal gücü, şeytan dahil var olan her şeyin O’nun tarafından yaratılması gerekir. Fısıltılar her zaman gerçek olmayan şeylerdir. Yani fısıldanan şeyin içeriğinin bir hakikati yoktur.

Gerçekten var değildir. Var olmayan bir şeyin yaratıcısının Allah olduğunu söyleyebilir miyiz? Yani Allah var olmayan bir şeyi yaratır mı? Hayır, bunu söyleyemeyiz. Bir şey yoksa onun Yaratıcısından söz edemeyiz. Bir şey var olmalı ki onun bir Yaratıcısı olup olmadığını tartışabilelim. Eğer bir şey yoksa, insan aklının ona bir Yaratıcı atfetmesi mümkün değildir. Örneğin, ateş yakar. Bunun alternatifi ise ateş yakmazdır. Ateşin yakmıyor olması gerçekte var olmayan bir düşüncedir. Hayal gücünün içeriği ya gerçektir ya da değildir. Allah’a sığınmak, kendine karşı gerçekçi olmak ve olmayan bir şeyi hayal etmemek demektir. Öte yandan Allah’a sığınmak, fısıltının içeriğinin gerçekten var olup olmadığını araştırmaktır. Gerçekten var olmayan bir şeyin de yaratılmamış olduğunu idrak etmektir. Fısıldanan şeyin gerçekten var olmadığını idrak ettikten sonra onu görmezden gelmektir. Eğer bir şey gerçekse, onun bir varlık kaynağı vardır. Gerçek değilse, varlık kaynağını sorgulamanın gereği yoktur. Var olduğu teyit edilmeyen her şey şeytanidir, insani değildir.
Vesvese ve fısıltılar, inanmayanları genellikle rahatsız etmez. Daha çok inandıklarını söyleyen insanlar bu vehim ve düşüncelerden uzaklaşmak ister. Nitekim bir rivayette, iman edenlerden bir grup Peygambere (SAV) akıllarına gelen şüphe ve kötü düşüncelerden dolayı şikâyette bulunmuşlar. Peygamber (SAV) ise onlara “şüphe, imanın alametidir” demiş. Gerçekten de insan, bir şeyin doğruluğunu önce şüphe ederek ciddiye alıp sorgulayabilir. Bu sorgulaması o şüphenin onaylanması anlamına gelmez. Bir fikre aykırı olan farklı düşünceler onu doğrulamaya yardımcı olur. Bu farklı düşünceler insanı daha çok araştırmaya sevk eder. Araştıran insan, gerçeği daha kolay anlar ve inandığı şeyin doğru olup olmadığına ikna olur. Bu nedenle şüphe, insanın imanının kemale ermesine yardımcı olur. İnsan, aklına Allah’ın gerçekten var olup olmayacağına dair bir düşünce geldiğinde bundan korkmamalı ve rahatsız olmamalıdır. Aksine, bu şüpheden hareketle kendi varlığı ve diğer varlıklar üzerinde tefekkür ederek Allah’a olan inancını gözden geçirmeli ve ikna oluyorsa tasdik etmelidir. Olamıyorsa daha çok araştırmalı ve daha çok düşünmelidir. Bu süreçten korkmamalıdır. Çünkü eğer bütün özellikleri mutlak olan bir Allah var ise hiçbir şey bu hakikate ters olmamalıdır. İnsan tarafsız biçimde gözlem yapabilmelidir. Ancak bu gözlemlerinin sonucunda bir inanca ulaşabilmelidir. Aklına şüphe gelen biri, kötü bir insan değildir. Çünkü insan, Yaratıcıyı ancak bu şüpheler ve ters yöndeki düşüncelerle tanıyabilir. Üstesinden gelinen her şüphe imanı daha da artırır. Şüphelerin sürekli biçimde akla gelmesi, insanı umutsuzluğa düşürmemelidir. Umutsuzluğa kapılmak imana zarar verir. Şüphe ve inkâr düşüncelerini sakin biçimde karşılamak ve doğru olup olmadıklarını tarafsız biçimde test etmek gerekir. Doğru olmadığı anlaşılan her şüpheden zamanla uzaklaşmak mümkündür. Doğru olduğu tasdik edilen her inanç fikri ise zamanla kuvvetlenir. Bu süreç her insanın kendine özeldir. Sabırla ve mert biçimde inancı sınamaktan geri durmamak lazım. Hayat, zaten bu sınama sürecinden ibarettir.
Kur’an’ın temel prensip olarak insana, bir sorgulama sürecinden geçmesinin insaniyetinin gereği olduğunu öğretir. Kur’an, “la ilahe illallah” prensibini önce değilleme ile yani “la ilahe” ile yanlışları, gerçeği olmayan alternatifleri “bunlar Yaratıcı, ilah olamazlar” diye reddetmeyi öğretir. Varlık hakikatine dayanmayan hiçbir şey veya bir şeyin varlığında görünen hiçbir özelliği o şeyin kendisinden kaynaklanıyor veya kâinatın bir diğer parçasından kaynaklanıyor olma ihtimalini tamamen reddeder. Ancak bu aşamadan geçtikten sonradır ki insan “illallah” yani tek ve Mutlak bir yaratıcı olmalıdır sonucuna ulaşır. Madem bu kâinatın tüm parçacıkları ve kendilerinde görünen tüm özellikler vardır ve fakat kâinatın hiçbir parçasında, madde cinsinden olsun veya madde cinsinden olmasın, yaratma özelliği yoktur, öyleyse kâinatın tümünü içindeki tüm parçacıklarıyla yaratan bir Yaratıcı olmalıdır. Kâinatın parçacıklarında görülen özellikler Onun yaratmada yansıttığı Özellikleridir. Bütün kâinat yalnızca Onun eseridir. Böylece insan tamamen kendi gerçeğine uygun bir muhakeme yoluyla Yaratıcının Mutlak bir Varlık olduğunu anlar ve onaylar. Kendi varlığının da Ona ait olduğunu bilir ve Onun Mutlakiyetine güvenle hayatını zevkle, keyif alarak yasar. Ne ölümden ne de Onun yarattıklarından korkar.
Eğer Onun yarattığı bir şeyin, kendisinin maddi varlığına zarar verdiğini düşünürse, yani o şeyin şer olduğunu zannederse, hemen o şeyin Yaratıcısını hatırına getirmelidir. “Benim Yaratıcım bana zarar verecek bir şeyi neden yaratsın ki? O bana Kendisini tanımam için eğitim veriyor, imkân sağlıyor” demelidir. İnsanın bu dünyadaki görevi, kendisinin ve tüm diğer varlıkların yaratılmaya muhtaç, ihtiyaçlarının karşılanmasına muhtaç olduğunu anlayıp, Yaratıcısına varlığını teslim etme ve güvenme eğitimi sürecinden geçmesidir. İnsana “şer” diye görünenler muhtaçlığını anlaması içindir ve gerçekte şer olmayan birer alternatiftir. Bunlar, bir öğretmenin sınav yaparken uyguladığı çoktan seçmeli testteki yanlış seçenekler yani çeldiriciler gibidir. Yanlış seçenekler, öğrencilerin doğru seçeneği bulması için vardır. İyi öğrenciler, doğruya benzeyen güçlü çeldiricileri de eleyerek en doğru cevabı bulabilirler. Bilenle bilmeyeni gerçekten ayırt eden sınavlarda güçlü çeldiriciler bulunur.
Islam From Within Youtube kanalında yayınlanan “Quran-Universe Parallel Reading: Chapter Falaq – Part 3 –07/10/19” başlıklı video kaydı çalışılarak hazırlanmıştır.