Tarihi süreçte Arapça gramerin ön plana çıkması
“Tarih lisan-ı teessüfle bize ders veriyor ki: Saltanat-ı Arabın câzibesiyle A’cam, Araplara muhtelit olduklarından, Kelâm-ı Mudârî’nin melekesi denilen belâgat-ı Kur’âniyenin madenini müşevveş ettikleri gibi; öyle de, Acemlerin ve acemîlerin belâgât-ı Arabiyenin san’atına girdiklerinden, fikrin mecrâyı tabiîsi olan nazm-ı maânîden, zevk-i belâgatı nazm-ı lâfza çevirmişlerdir.” ”Muhakemat” Said Nursi
Tarihte ne olduğuna bir göz attığımızda şu durumu görürüz: İslam Arapların arasında çıktığı için ve Kur’ân da Arapça lisanıyla gönderildiğinden dolayı İlahi Kelamın gelmesiyle Arap aleminde bir terakki başladı. Bu terakki, son zamanlarda anlaşıldığı gibi teknolojik gelişim ya da silah teknolojisindeki gelişim şeklinde değildir; insani medeniyetin gelişimidir. Bu medeniyette sanat gelişti, tefekkür gelişti, insani kabiliyetler gelişti. Fakat son asırlarda kim daha çok savaş teknolojisini ilerletirse o ‘Dünyanın hakimi benim’ diyor; sanattaki ve insani duygulardaki gelişim ikinci planda kalıyor.
Arap dünyasına bu gelişmeyi sağlayan ana kaynak Kur’ân’dı. Diğer insanlar, bu Arap alemine özellikle Asya kıtasından ve Kuzey Afrika’dan geldiler. Özellikle Arap alemine Asya kıtasından katılanlar Acemlerdi. Arapça dilini sonradan öğrendiler ama gramer konusunda “Araplar gelsin Arapçayı bizden öğrensinler” diyebilecek kadar Arapları geçerek zirveye çıktılar. Arapça belâğatının maanisinde değil ama Arapça lafzının gramerinin uzmanı oldular. Arapçanın acemisiyken, belâğatın kurallarını öğrendiler ama Arapça Kur’ânî ifadenin mana nizamına giremediler. Çünkü Arapçayı ana dil olarak, bu dilin içerisinde büyüyerek öğrenmediler. Ana dilleri değildi, bu sebeple manayı takip edemiyorlardı, lafzı takip edebiliyorlardı. Bu nedenle kendisinin alim olduğunu göstermek isteyen kişi, Kur’ân’ın Arapça orijinal ifadesinden bir cümle alır, o cümlenin içerisindeki kelimenin yapısını inceler. “Şu kelime şu yapıda olduğu için şu anlamı kazanır” şeklindeki açıklamalarla nazm-ı lafızlarda boğulur. Gerçi doğruyu söylerler ama Kur’ân’ın maksadı o değildir.
Kur’ân’ın maksadı, o lafızla birlikte hangi kural içerisinde olursa olsun mana ahengini bize aktarmaktır. Manadaki insicamı takip etmemizi ister. Bu nedenle ana dilinde konuşan bir insan, konuştuğu dilin gramer yapısını düşünmez. Türkçe konuşurken bu dilin gramer yapısını düşünmeyiz ama İngilizce konuşurken, çok alışmış olduğumuz kalıp cümlecikler varsa onları düşünmeden söyleriz. Kalıp cümleler haricinde İngilizce konuşurken yoruluruz çünkü gramer kurallarına uygun konuşmak için lafız düzenini takip etmek için kafamız iki şekilde çalışmak zorunda kalır. Birincisi gramer kurallarını takip etmek için dikkatimizi oraya toplarız, ikincisi de vermek istediğimiz manayı o gramer kurallarının içerisine sokmaya çalışırız. Karşımdaki insan da yaptığımız konuşmayı ‘Ne demek istiyor acaba?’ diye dinler, ‘Ne diyor?’ diye dinlemez. İngilizcenin acemisi olduğum için beni dinleyenler, ne demek istediğimi anlamak için dinler. Ana dili İngilizce olan adam ise, kendi dilini konuşurken kurallarını düşünmez ve çoğu zaman da bilmez. Özel eğitim almazsa o kuralları düşünmez bile, bizim Türkçe kuralları bilmediğimiz gibi. Birisi Türkçe gramer kurallarına göre konuşmaya çalışsa “Matematik formülü çözer gibi konuşuyorsun” diye tepsi gösteririz. Manayı takip etmeden kuralları takip ederek yapılan konuşma fıtri olmaz.
Tefsir yazan müfessirler de lafızdaki düzene çok değer verdiler ve tefsirleri ona göre yazdılar. Kur’ân’ın manasını anlatmak niyetiyle tefsir yazan bu alimler bize Kur’ân’da geçen kelimelerin sarf ve nahiv kurallarına göre nasıl bir mahiyette olduğunu anlatırlar. Biz de bilmediğimiz için “Arapçası çok mükemmel, derin âlimmiş” deriz. Said Nursi ise Unsuru’l-Belagat adlı makalesinde Kur’ân’ın belâğatını anlamak istiyorsak nazm-ı lafzı değil, nazm-ı maânîyi takip etmemiz gerektiğini söyler. Tabii ki kuralları bileceğiz ama Arapça bilmenin bir ‘’alet ilmi’’ne sahip olmaktan ibaret olduğunu unutmayacağız. Kur’ân’ı anlamamız ve ondan faydalanmamız bu dünyada yaşadığımız hayatımız kadar önemlidir. Aksi takdirde sadece lafzının uzmanlığı ile övünür dururuz. Manasına girebilmek için manadaki düzeni, insicamı görmeliyiz. Manadaki düzen ise, Kur’an’ın bizzat kendisinin maksadına uygun olarak anlaşılmasında yatar. Kur’an’ın lafzı, bu maksatlara uygun kelimeleri içerir. Kur’an’ın kelimelerini, Kur’an’ın maksadına uygun bir mana düzeni içerisine yerleştirdiğimiz takdirde anlamın güzelliğini ve mantıki tutarlılığını fark ederiz. O anlamın güzelliği karşısında Kur’ân’ın belâğatının güzelliğini anlarız ve faydalanırız. (Devamı)
Not. Fatma Özten tarafından hazırlanmıştır.