“Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla.” (Kur’an, 1:1)
Orijinal Kur’an dilinde “Rahman” ve “Rahim” kelimelerinin ikisi de merhamet manasında olan Ra-Ha-Me fiil kökünden türetmedir. “Rahman”, Yaratıcının yaratma biçiminde gerçekleşen bir sıfattır. Yaratıcı, her şeyi merhametinin eseri olarak yaratır. Kâinattaki düzen, merhametle var edilir. Yaratıcının yaratma düzenindeki merhametini görmeliyiz. Dahası, “var olmaktaki” merhameti görmeliyiz. Genellikle görmezden gelinen “var olmak”, merhametin en bariz göstergesidir.
- Şuurlu varlıklar, yalnızca var olmak üzerinden hem kendi varlıklarının hem de diğer yaratılanların varlıklarının farkına varabilir. Bu farkındalık ancak, biz insanlara verilmiş olan akıl yürütme, sorgulama ve varlıkların nasıl var olduğunu anlama yeteneklerini kullanarak gerçekleşir.
- Önce varlıkların nasıl var olduklarını araştırmalıyız, ancak varlık kaynağının ne olması gerektiğini anladıktan sonra varlık amacını yani niçin var olduklarınısorgulayabiliriz!
Kur’an’ın talebesi olan alimler, her şeyin Rahmet eseri olarak var edildiğini vurgulamışlardır. Rahmetle var etme olmasaydı hiçbir varlık var olmayacaktı çünkü Varlık Kaynağının evrene varlık verme diye bir zorunluluğu olamaz. Hiçlik, insan zihninin kavrayabileceği bir şey değildir. Hiçlik, tasavvur edilemeyen demektir. Var edildiğimiz için var olmanın kıymetini idrak edebiliriz. Öte yandan, neden var olduğumuza dair bir sebep bulmak isteriz. Neden varım? Sorusunu sorarız ve varlığımızın kaynağını ararız çünkücunkü varlık alemi bu soruya cevap verecek bir özelliğe sahip değildir. Varlığımın kaynağı nedir? Varlığım kime ait?
Genellikle, varoluşu sorgulamadan gaflet içinde gündelik hayattaki düzene uyarak yaşar gideriz. Ancak burada insanın kendine sorması gereken temel soru şudur: “Varlıklar nasıl var oluyor?” Bu soru pek gündemimize gelmez ve günlük alışkanlıklar ve geleneksel evren algısıyla hayatımızı sürdürürüz. Örneğin, Allah’a şükür zenginim. Çok şükür, sağlıklıyım, şanslıyım deriz. Bu zihniyet, insanı imanın temellerine ve ebedi itminana götürmekten uzaktır. Varlıkların varoluşunu gözlemlemek ve bu vesileyle sınırsız merhamete şahitlik etmek için sonsuz fırsatımız var. Oysa belli bir dini geleneğe tabi olduğumuzu iddia ederek kalabalığa uyup gidersek varlıklara dikkat etmeyiz ve dolayısıyla onlarda tezahür eden Rahmeti göremeyiz. Merhamet, zerrelere kadar kâinattaki her şeyin varlığına kazınmıştır.
Hastalık ve sağlık Merhametli olmanın eseridir. Hastalık veya sağlık saf Merhametten yaratılır. Sağlıklı olmayı sevip acı ve hastalıktan ise hoşlanmayacak biçimde yaratılmışız. Her iki durumda da var edilmeye muhtacız. Sağlıklı olmamız da hasta olmamız da var edilir. İkisinden başka yani sağlıklı ya da hasta olmaktan başka bir alternatif yoktur bizim için. Fakat sağlığın ve hastalığın da dereceleri vardır. Varlığımız, bize varlık veren Birine bağlı olmalıdır. Değilse, hiçbir şey kendi varlığını kendinden veremez ve kendi kendine de var olamaz. Varlık verenin Mutlak olması gerekir. Yani Onun varlığının kendinden olması lazım. Varlığını başka bir varlık kaynağına borçlu olanın kendisi Varlık Kaynağı olamaz. Bu durum mantıken çelişkilidir. Aksi halde, kendisi de var edilmeye muhtaç olan biri hiçbir şeyi var edemez. Kâinattaki her şey var edilmeye muhtaç olduğuna göre, varlıkları Var Edenin bu kâinatın içinde, onun bir parçası veya kâinattaki varlıklar cinsinden olmaması lazımdır. Varlığı kendinden olan ve her şeyi var eden yegâne varlığa Allah diyoruz. Varlıklara bakarak bizi var edenin hangi özelliklere sahip olması gerektiğini anlarız. Bu özelliklere dikkat etmediğimiz zaman var edilişteki sonsuz şefkat ve merhameti de göremeyiz. Mutlak merhameti fark ettiğimizde de akıbetimize dair her tür endişeden kurtuluruz. Çünkü biliriz ve eminiz ki bizi ve tüm varlıkları Var Eden Yaratıcımız mutlak yani sınırsız merhamet ve şefkat sahibidir. Bundan dolayı bize de merhamet ve şefkat eder. Bazı yaratılışları sevmeyecek özellikle donatıldığımıza göre onların yaratılışındaki maksadı araştırdığımızda onlar da merhameti görebiliriz. Mesela, ölümü sevmeyecek şekilde yaratılmışız fakat bize de mutlaka ölüm verilecektir. Neden? Bize ölmemek için çabalamamız gerektiği haberi verildiği gibi, başka bir canlının da gereksiz yere öldürülmesini sevmememiz öğretiliyor. Daha da ötesi ölümü, yaşlanmayı sevmediğimiz halde yaratılıyor ve böylece ölümü Yaratan bize ölüm ötesinde mutlaka yaratılışımızın devam edeceğini haber vererek, böyle bir yaratılışa kendimizi eğiterek hazırlamamız gerektiğini haber veriyor. Bu da bir Rahmettir. Çünkü bu rahmet sayesinde yeni yaratılışa hazırlık yaparak insani duygularımızı geliştiriyor ve varlığımızın anlamını ve amacını araştırıyoruz. Yine bu Rahmetle, Yaratıcının rehberliğini bize aktarmakla görevlendirilen Elçilerin mesajını dikkate almaya davet ediliyoruz.
Her durumda var edilmeye muhtaç olduğumuzu unuttuğumuz zaman Merhameti sadece sevdiğimiz şeylerde görürüz. Bu, materyalistlerin yaydığı yaygın bir hastalık haline geldi. Örneğin, “Bahar güzeldir fakat kışları sevmeyiz” demek çok anlamsız bir argüman çünkü bu akıl yürütme ile merhamet ancak baharda görülebilir. Peki ya kışın güzelliği? Bunlar, merhameti sadece hoşlandığımız durumlarda gördüğümüzü gösterir. Biz özgür irademizi kullanarak bencil olmayı tercih edersek bir şeyden hoşlanmadığımızda Yaratanı Merhametli olmamakla suçlarız. Evet, bize bir şeyden hoşlanmama özelliği verilmiştir. Ama bu özellik Yaratan hakkında hüküm vermek için değil, hür irademizi nasıl kullandığımızı ortaya çıkarmak ve varlık amacını gerçekleştirmek yani Varlık Kaynağını tanımak için verilmiştir. Bunu daha fazla tahkik ettiğimizde, yokluğun var olmaması nedeniyle, merhametin yaratılan her yerde ve her şeyde olması gerektiğini anlarız. Varlığı kendinden olan Mutlak Bir’i tanımak için varlığı ve merhameti bu paradigma değişikliğiyle anlamalıyız. Önce, hür irademizi kullanarak varlığımızın gayesini anlamalı, sonra da varlığımızdaki sevme ve sevmeme özelliklerinin varlık Kaynağını tanımalıyız.
Genellikle hoşumuza gitmeyen olayların yaratılışındaki merhameti görmeyiz. Sorulması gereken soru, hastalıktan hoşlanmama duygumuzun varlık kaynağı nedir? Bilim, bir şeylerin nasıl çalıştığından bahseder ama bunlardaki özelliklerin Varlık Kaynağı hakkında konuşmaz. Varlıkların Varlık Kaynağı sorgulanmadığı için materyalist bir yaklaşımla varlıklar katı, sıvı, gaz, atom, parçacık, çekme, itme vb. özellikleri gibi adlarla etiketlenir ve sınıflandırılır. Sonra da bunların “doğal” oldukları iddia edilerek bilinmeyen, tanımlanmayan bu kelimeyle varlık kaynağı sorgulanmaz, geçiştirilir. Burada dikkatten kaçan şey bu varlıkların nasıl var olduklarıdır. Meydanda hazır bulunmuş gibi davranılır. Oysa nerden geldi bu varlıklar? Nasıl var oluyorlar? Bu sorular insan için önemlidir. Bunlara cevap aranmadığı için varlık kaynağı ihmal edilir veya hatıra getirilmez. Bir Yaratıcıya inanmayan insanlar sebep sonuç zincirine takılır ve varoluş kaynağını düşünmezler veya sebepleri sonuçların varlık nedeni olarak görürler. Materyalistler, varlıkların nasıl oldu da var olduklarına dair bir cevapları olmadığı için bilinçli olarak varlık kaynağını atlıyor, “işte böyle hep var olagelirler” diyerek geçiştiriyorlar. Materyalizmden doğan ateist ideolojiye karşı, varlık kaynağını dikkate almadan bir görüş ileri sürmek anlamsızdır.
Esas olarak var edilmedeki Rahmeti görmeliyiz. Herkes, mutlak merhametli yani Rahman olan Yaratıcının merhametinden nasibini alır. Peki ya “Rahim” ne demek? Rahim, insan bilinciyle ilgilidir. Yani “Rahman”ın tasdikini tesis etmeden “Rahim”den söz edemeyiz. “Rahman” ve “Rahîm”in aynı kökten geldiğini ancak yapılarının farklı olduğunu düşünerek bu konuyu genellikle basite alırız. Kur’an, “Rahim”in ebedi özelliğine dikkat çeker.
“Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için O size rahmetiyle lütufta bulunuyor, melekleri de dua ediyor. O, müminlere karşı Rahimdir, çok merhametlidir.” Ahzab (33): 43.
“Rahim” sıfatının farkına varmak, bir insanın yaratılıştaki merhameti gören imanıyla mümkündür. Yani bir kişiyi mümin yapan, ondaki her varlığın Mutlak Merhamet Kaynağını gösteriyor olduğuna dair bilinçliliğidir. Bu bilince, iki adımlı bir sorgulamayla ulaşılabilir.
Birinci Adım: Allah’ın insana merhamet etmesi ne anlama geliyor? İnsanın mesajı dinleyerek veya yaratılışı önemseyerek var olanın Rahmetten olduğunu kabul etmesi demektir. Allah’ın lütfu, Rahmeti evrensel olmalıdır. Çünkü, her şey O’nun merhametiyle vardır.
İkinci Adım: Meleklerin insana Rahmet okuması ne anlama geliyor? Buna cevap verebilmek için önce Melek kavramını açıklamak gerekiyor.
Melek nedir?
- Melek, insan bilincinin yaratılışta görüp algıladığı mananın var oluşunun izahıdır.
- Yaratma her zaman mana taşır.
- Melekler, Mutlak Bir olanın, yani varlık aleminde gözlemlenen Yaratıcının özelliklerini ilan edecek biçimde var edilmişlerdir. Varlıklardaki anlamlılık, onların meleklik taraflarının tanıklarıdır. Varlıklar anlamsız madde yığını değildir. Öyle olsaydı, “bilim” disiplinlerinden bahsedemezdik.
- İnsanın görevi, sürekli yaratılanlar üzerinden kendine gelen ve Yaratıcıyı ilan eden, Kur’an tabiriyle “tesbih eden”, mesajı çözüp anlamaktır.
- Yaratmanın kendisi Rahmet eseridir.
Mesela, bir kitaba baktığımızda sayfalarında bir şeylerin yazılı olduğunu görürüz. Eğer orada yazılanları okumazsak kitapta ne yazdığının farkında olmayız. Benzer biçimde, kâinat kitabının birer sayfası gibi olan varlıklara dikkat etmezsek Yazarın yani Yaratıcının mesajını anlamayız. Mesajı anlayabilmek için okumak gerekir. İşte mülk, melekut veya melekler varlıkların mana taşıyan kısmıyla alakalıdır. Melekler varlıkların manalarını ruhumuza taşıyan ve manayla ruhen bağlantı kurmamıza vesile olan varlıklardır. İnsan ruhuna melekler tarafından Yaratıcının mesajını taşımanın en belirgin örneği, Cebrail meleğinin (AS) Muhammed’in (SAV) ruhuna ulaştırdığı Kur’an’dır. Kur’an, kâinatın anlamını yani melek yönünü söz cinsinden ifade eden Yaratıcının bir konuşmasıdır.
Kâinatta her an sonsuz sanatlar sergilenmektedir. Mesela bir sineğe bakalım ve varlığıyla Yaratıcısını nasıl tesbih ettiğini, O’nun nasıl mutlak, eksiği, yetmezliği olmayan olduğunun ilanını yaptığını fark edelim. Bir varlığı gözlemlerken her zaman iki durumla karşı karşıyayız. Birincisi varlığın en küçük zerreleriyle nasıl yapıldığı, ikincisi de bu yapılış üzerinden bize verilen mesaj. Örneğin, bir ağacı ele alalım ve sanatın ağaçta nasıl tezahür ettiğini görelim. Gövde, dallar, meyveler ve yapraklar hep birlikte ağacı temsil eder. Ağacın mükemmel tasarım, güzellik ve merhamet gibi çeşitli nitelikleri vardır. Bu nitelikler, bize varlık verenin, ağacın da Varlık Kaynağı olduğunu ve tüm evrene sürekli yenilenen bir varlık verdiği için Mutlak olduğunu açıkça beyan eder. Bütün kâinat ve varlığından haberdar olduğumuz her şeyde gördüğümüz tüm sıfatlar, Var Edene aittir.
Şimdi kendi varlığımıza bakalım ve insaniyetimizle tutarlı olalım: “Varlığımda bazı özelliklerim var. Evet, varlığımdaki özellikleri dikkate almak zorundayım. Bu özellikler sürekli olarak varlıklarının Mutlak Kaynağını ilân etmekte ve bildirmektedir.” Sadece evreni maddeden ibaret gören materyalist bakış açımızı değiştirmemiz veya böyle bir şartlanmadan kurtulmamız gerekiyor, hepsi bu!
Besmele adlı ayette, (1:1) Yaratanın tezahür eden özelliklerini gören kişiye Rahmet ettiği açıkça belirtilir, çünkü bu tezahür eden nitelikler, yani yaratılışın bu yönü aracılığıyla, Mutlak Kaynağa atfedilir. Sonuç olarak, kişinin Mutlaka ait olduğunu anladığı iş, aile ve yalnızlık gibi nimetler için hiçbir kaygısı yoktur. Çünkü, her şeyin varlığı Onun garantisi altındadır, benim görevim ise, Onun evrende bana gösterdiği düzene uyarak Ondan bana yaptığım tercihe göre bir sonuç yaratmasını istemek ve bu isteğe uygun davranarak fiilen dua etmektir. Eğer ben kendim yaratmayı gerçekleştireceğimi zannederek çabalarsam, hiçbir şeye varlık verecek özelliğe sahip olmadığım için hayatımı garanti edememenin acısıyla yaşarım. Bu duygu Yaratıcının, insanlara yaratılıştan çıkardıkları her anlamın onlara ikram edildiğini bilmelerini sağlayan bir cevabıdır. Bu, var olmakla güvende hissetmemiz için bize çeşitli fırsatlar verildiği ve tüm evrenin bizim lehimize çalıştığı anlamına gelir. Evet, her şey Mutlak Olana aittir.
Önce özgür irademizi, varlığın Kaynağını herhangi bir biçimde sorgulayarak görebilmek için kullandığımızı ve daha sonra, hastalıktan çok sağlık gibi, duygularımız aracılığıyla bize sevdirtilenleri seçmek için kullandığımızı hatırlamalıyız. O iş yerine bu işi tercih etmek için özgür irademizi kullanırız.
Yaratılıştaki merhameti arayan insana rahmet nasıl yol gösterir?
- Varlıkların Varlık Kaynağı, arayıştaki insanı karanlıktan (zulümat) aydınlığa (nur) çıkararak rahmet eyler.
Karanlıktan aydınlığa çıkmak ne demektir?
Materyalistler, atomun taşıdığı manadan çok maddi yapısına dalarak içinde kaybolurlar. Örneğin, bir miktar atomdan ibaret olan bir yemeği yedikten sonra tokluk hissederiz. Bedenin yiyecekten dolayı enerji alacağını sanmak sorgulanması gereken bir şeydir. Bir defa, enerji nasıl yaratılır? Gıda zerrelerinin kendileri enerjinin varlık kaynağı olabilir mi? Böyle bir sorgulama yapmadan yani manaya ulaşmadan yiyip içmek, sonsuz mutluluk isteyen insani duyguları tatmin edemez. Bunun sonu, sadece ölene kadar yiyip içmek ve umutsuzca ölümü beklemektir. Yaratılıştan mana çıkarmazsak bu umutsuzlukla yaşamaya devam ederiz.
Mümin, yediği yemek dahil her tür yaratılışla kendisine gönderilen manayı görüp anlamaya çalışan kişidir. Her insana, varlıklarda bulunan ve Varlık Kaynağına işaret eden manaları çıkarıp anlama yeteneği verilmiştir. Eğer böyle bir yaratılış olmasaydı insan hiçbir varlıktan hiçbir mana çıkaramazdı. Kâinat var olduğu sürece, varlıkların melekut yönü yani mana taşıyan boyutu sürekli olarak Yaratıcıdan mesaj getirmeye devam eder. Varlıklardaki Mutlak Kaynağa işaret eden manayı çıkarıp anlayan bir insan karanlıktan çıkıp aydınlığa adım atar. Yani zulümattan nura çıkar. Çünkü kendi varlığının da Mutlak olan bir Yaratıcıya ait olduğunu fark eder. Sonsuz mutluluk isteyen duygularına ancak o duyguları yaratan Mutlak Yaratıcıdan tatmin edici cevaplar alabilir. Yani o sonsuz mutluluğu ancak sınırlı olmayan, Mutlak Yaratıcının yaratabileceğini anlar ve umutsuzluk karanlığından sonsuz umut aydınlığına çıkar.
Melekler varlıkların mana boyutunu temsil eder, demiştik. Rahman ismindeki merhamet, manasında olduğu gibi rahmetiyle varlıklardaki anlamlılığı insan ruhuna ulaştırırlar. Mana olmadan insan, Yaratıcısıyla irtibat kuramaz. Kâinatın anlamlılığını görmemek için direnen materyalist anlayış, bu nedenle “Yaratıcı” kavramına ulaşamaz. Kâinattaki tüm varlıklarda yansıyan özellikleri manalar vesilesiyle anlayabiliriz. Yaratıcı ile melekler yani manalar vesilesiyle irtibat kurabiliriz. Biz dahil bütün varlıkları merhametiyle Var Eden, Mutlak olmalıdır. Yani merhameti sınırsız olmalıdır aksi halde bu özellikleri var edemez. Madem O Mutlak Merhamet sahibidir öyleyse varlığımız emniyette demektir.
Var edilen her şeyde Rahmet eseri vardır. Ancak bu merhameti, varlıkları Mutlak Varlık Kaynağına atfederek okuyabilenler görür. Örneğin, bir şeftaliye bakalım. Şeftalinin atom ve moleküllerden oluşan maddi varlığı bize çeşitli manalar taşır: Şeftali tatlıdır, lezzetlidir, güzelliği, kokusu, rengi, boyutu, vitaminleri ve şekli vardır. Şeftalinin atomlarını veya tatlılığını, şeklini, içindeki kimyasal reaksiyonları, besleyiciliğini ve hepsinden önemlisi şeftali ile aramızdaki sevgi ilişkisini ve tüm bunları düşünme yeteneğini kim verdi? Sorgulamaya başlayınca cevaplar gelir. Yani şeftalinin varlığındaki Merhameti görmeye başlarız. Manayı anlayıp Merhameti tanımaya başladığımızda bu süreç bizi şeftalinin Mutlak olan Varlık Kaynağına götürür. Sonuç olarak, Rahman isminin şeftalinin zerrelerindeki sonsuz tezahürüne şahitlik ederek Mutlak Olan Varlık Kaynağı ile irtibat kurup bu var edilişin Sahibi olduğunu anlarız. Böylelikle varlığından ve merhametinden emin oluruz. İmanımız, şahitlik ettiğimiz gerçek ve sağlam temellere dayanır. Bu iman vesilesiyle Ebedi Mutlak, Sonsuz Merhameti tanırız. ‘Ben Mutlak Olana aitim!’ deriz. Böylece imanla farkına varılan Rahmet ismi, Mutlak Ebedi Rahmet yani Rahim olur. Mutlak Varlık Kaynağını inkâr eden ise farkında bile olmadığı “Rahman” sıfatının bu dünyadaki yansımalarını görür. Yani bunlardan, Rahman’ın yarattığının farkına varmadan yalnızca maddi yönüyle faydalanır ve “Rahim” yani Ebedi Rahmetin yansımasından mahrum kalır.
1:1. “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla.”
Allah’ın adıyla: Kâinattaki her şey kendisini Var Edenin adlarını yani özelliklerini yansıtacak biçimde varlık sahnesine gelir. Böyle bir mana çıkarma imkânı yoksa varlıkların kendi kendine ve amaçsız biçimde var olması gerekir ki bu da anlamsız ve mantıksızdır. Ayrıca yokluk diye bir şey yoktur. Karanlığın olmaması gibi. Karanlık, ışığın azlığının insan algısıyla kavramsallaştırılmasından ibarettir. Yaratıcı, Mutlak Merhametli olandır. Varlıklardaki manayı bulup çıkarmaya çalışan bir insan, varlıkların var edilmeye muhtaç oldukları için Bir Varlık Kaynağı olması gerektiği anlamını çıkarır. Buna iman denir. Mana, insanı Mutlak Varlık Kaynağıyla irtibatlandırır. Varlıklardaki mana üzerinden Yaratıcıyı tanımayan bir insan, Merhametin sadece Rahman boyutu yani bu dünyadaki yansımasından bilinçsizce istifade edebilir. Rahim boyutundan istifade edebilmesi için Merhamet Sahibinin bu hayatla sınırlı olmadığı, Mutlak olduğu sonucuna ulaşmalıdır. İşte o zaman Merhamet insanı ebediyen kuşatır.
1:2. “Hamd, alemlerin Rabbi olan Allah’adır.”
Hamd nedir? Bir varlıkta övülmeye değer herhangi bir niteliği gösterip övmektir. Örneğin, şeftalinin kendine has bir güzelliği, tadı ve besleyiciliği gibi özellikleri vardır. Bu nitelikleri neye atfedebiliriz? Nitelikler ancak onların Varlık Kaynağına atfedilebilir. Kur’an, bu övülmeye değer nitelikleri, onları Var Edenden başkasına nispet edemeyeceğimizi açıkça ilan eder. Bu övgüye değer nitelikler, Yaratıcının isimlerinin veya özelliklerinin yansımasıdır. Kâinatın Sahibi bize, bu özelliklerin kime ait olabileceğinin cevabını verir ve bu cevabın doğruluğunun araştırılmasını ister. Şeftalinin tat özelliğini araştırdığımızda bunun varlık kaynağı olarak şeftalinin zerreleri veya toprağı, güneşi, suyu, havayı gösterebilir miyiz? Her şeyin kendisi de ayrıca var olmak için Bir Varlık Kaynağına muhtaçtır. Bundan dolayı varlıklarda görülen her ne özellik varsa Varlık Kaynağına yani Allah’a ait olması gerektiğini kolayca anlarız. Nihayetinde tezahür eden bu sonsuz özellikler vesilesiyle tüm övgüler yalnızca Allah’a aittir. Bunu her insan tasdik edebilir.
Allah’ın konuşması, taklit değil tasdik edilmelidir. Kur’an, kâinatı okuyup anlamak için insana rehberlik eder ve söylediklerinin delillerini kâinatta bulmaya çağırır. Bu evrende hiçbir şey tesadüfen var olmaz. Her şey birbiriyle irtibatlıdır. Tıpkı halı desenindeki bir ilmeğin bütün bir halıyla irtibatlı olması gibi bütün kâinattaki düzen ve varlıklar da birbiriyle irtibatlı biçimde adeta halı gibi dokunmuş ve dokunmaktadır. Hiçbir varlık, kâinattaki diğer varlıklardan bağımsız değildir. Her türlü övgü, her şeyin Varlık Kaynağı olan Bir’e olmalıdır. Yani tek bir niteliğin var olabilmesi için evrenin tamamı ve ondaki düzen de var edilmelidir. İnsan olarak tasdik ettiğimiz ve “Rabbul-alemin” yani “âlemlerin Rabbi” biçiminde ifade ettiğimiz ayetin manası budur.
*Islam From Within Youtube kanalında yayınlanan “Quran-Universe Parallel Reading: Chapter Fatiha– Part 4–06/22/17” başlıklı videonun transkriptinin çevirisidir.