Ders Notları

Tahkik Mesleği: Risale-i Nur’un Tecdidi ve Ha-mim’in Misyonu

Tahkik Mesleği: Risale-i Nur’un Tecdidi ve Ha-mim’in Misyonu | Ha-Mim

Ha-mim’in geçtiğimiz hafta sonu (19. 06. 22) yapılan Lahikalar dersinde (https://www.youtube.com/watch?v=ASuxr0Z1xwk), iki hafta önce bir Lahika mektubunun müzakeresi vesilesiyle geçilen, Hutbe-i Şamiye’nin mukaddimesindeki “Bu zamanda iki dehşetli hal var” tespiti etrafında yer alan kısımların okunmasına ve müzakeresine devam edildi. Özellikle aşağıda yer alan paragraf dolayısıyla usule ilişkin önemli tefekkürler paylaşıldı. Ben bunların tamamını ilgili kayda havale edip bir-kaç müzakereyi aktarmak istiyorum. Paragraf şu:

“İşte buna kıyasen Risâle-i Nurda pek çok muvazenelerle ehl-i sefahet ve dalâlet, dünyada dahi bir manevî Cehennem içinde azap çektiklerini; ve ehl-i îmân ve salahat, dünyada dahi bir manevî Cennet içinde İslâmiyet ve insaniyet midesiyle ve imanın tecelliyatıyla ve cilveleriyle manevî Cennet lezzetleri tadabilirler, belki derece-i imanlarına göre istifade edebilirler. Fakat, bu fırtınalı zamanın, hissi iptal eden ve beşerin nazarını afaka dağıtan ve boğan cereyanlar iptal-i his nev’inden bir sersemlik vermiş ki, ehl-i dalâlet manevî azabını muvakkaten tam hissedemiyor. Ehl-i hidâyete dahi gaflet basıyor, hakikî lezzetini takdir edemiyor.”

Parça, öncesi ve sonrasındaki açıklamalar ve örneklerle Risale-i Nur’un, dalalet ve sefahat içinde olanların bu dünyada da bir nevi cehennem azabı çektiklerini, buna mukabil iman ve salahat içinde olanların da yine bu dünyada manevi bir cennet lezzeti yaşadıklarını ispat ettiğini ifade ediyor. Bir müzakereci tam da bu bağlamda söz alarak şunları söyledi: “Evet, Kur’an’da cennet ve cehenneme dair açıklamalar var, haberler var. Bizim hiç görmediğimiz alemde, cennetle ilgili olarak ‘Size şöyle nimetler verilecek’ diye vaatlerde bulunuluyor. İnsanlar, bu çağın insanları ‘ne bileyim’ diyor, ‘doğruluğundan nasıl emin olacağım’ diyor, ‘insanın hoşuna gidecek boş şeyler mi söyleniyor’ diyor, itiraz ediyorlar. Çok insan açıkça veya sessizce içinden itiraz ediyor. Sayıları hızlı bir şekilde artan ‘sorgulayan insanların’ çoğu itiraz ediyor. Biz bu insanların itirazlarını dikkate almadan, onlara ikna edici delillere odaklanmadan bu metinleri okursak kendi kendimizi tekrar ederiz. Bunları yarım ağız bir şekilde, ‘Efendim yapılan iyiliklerin bu dünyada da faydasını görürsünüz, aynı şekilde kötülüklerin de zararını görürsünüz’ demek yanlış olmamakla beraber zayıf bir ifade olur, düzeltilmesi gerekir. İnancın ve inançsızlığın, iyiliğin ve kötülüğün bu dünyada mutlaka, açıkça tecrübe edilebilen izlerinin bulunduğunu görmek gerektiğini vurgulu şekilde ifade etmek icap ediyor. Zira hikmet bunu zorunlu kılıyor. Yoksa ben görmediğim, bilmediğim alemle ilgili olarak verilen haberleri elimde doğrulayacak bir delil, bir belge yoksa nasıl onaylayacağım? Hele bir de kimi insanlar, ‘Eğer inanmazsan sana ceza verilecek’ haberine karşı ‘yahu bir de beni tehdit ederek zorla inanmamı mı istiyorsunuz’ diyerek bu tür haberleri bir kenara atıyorlar.”

Bunları yarım ağız bir şekilde, ‘Efendim yapılan iyiliklerin bu dünyada da faydasını görürsünüz, aynı şekilde kötülüklerin de zararını görürsünüz’ şeklinde ifade etmek yanlış olmamakla beraber zayıf bir ifade olur, düzeltilmesi gerekir. İnancın ve inançsızlığın, iyiliğin ve kötülüğün bu dünyada mutlaka, açıkça tecrübe edilebilen izlerinin bulunduğunu görmek gerektiğini vurgulu şekilde ifade etmek icap ediyor. Zira hikmet bunu zorunlu kılıyor.

“İşte Risale-i Nur’un getirdiği ‘tecdid’ bu noktadadır. Biz Risale-i Nur’un getirdiği tecdid ile geleneksel yaklaşımın dışında, duya geldiklerimizin dışında ne söylüyor diye buna bakıp ona öncelik vereceğiz. O zaman bu kitapların değerli olduğunu anlarız. Risale-i Nur’u, yaptığı ‘tecdid’i dikkate almadan okursak kendimizi yinelemiş olur; ‘Eh, biz de böyle biliyorduk, böyleymiş’ diye okuruz. O zaman da bir cami hocasının ötesinde bir vazife yapmış olmayız, tecdid görevini temsil edemeyiz.”

“O halde bu dünyada da cennet ve cehennem haberinin mutlaka doğru olduğuna dair delilleri benim görmem zorunludur. Onun için Risale-i Nur hep bu vurguyu yapar, yapıyor. Sen kendi vicdanına danıştığında, eğer Kur’an’ın getirdiği mesajla bakarsan; ne kadar mutluluk yaşarsın, yani kendinle uyumlu olan bir hali yaşarsın, kendine ters düşmezsin, senin varlık şeklin ile sana varlık verenin maksadını aynı noktada buluşturursun; anlarsın ki, benim konumum bu kitapta yani Kur’an’da anlatıldığı pozisyondadır. O zaman ‘benim gerçeğim budur’ diye fark eder, yakînen, tam güvenlik içinde, tatmin olmuş şekilde onaylar, tasdik edersin, yoksa edemezsin. İşte Risale-i Nur’un tecdidi burada olduğu için, ‘iğreti biçimde iyilik ve kötülüklerin bu dünyada da karşılıkları var’ demek yerine, gayet vurgulu biçimde ‘iman ve salahatin bu dünyada cennetî bir haz ve lezzet verdiğini; inkar ve kötülüğün cehennemî bir sıkıntı ve azabı bünyesinde taşıdığını açık örnekler ve herkesin yaşadığı somut tecrübeler üzerinden altını çize çize dillendirmek gerekiyor. Bunu kaçırdığımız zaman Risale-i Nur’daki açıklamaları insanların genel olarak kabullerini reddetmemek için ortaya koyduğu izahlar diye anlarız. Bu takdirde bütün izahlar insanların genel dinî eğilimlerini muhafaza amacı ile sınırlı kalır ki, onu da herkes yapıyor zaten.”

Bu müzakereden sonra söz alan başka bir katılımcı da özetle şunları paylaştı: “İmanda ve itaatte bir çeşit cennet lezzeti, küfürde ve isyanda bir çeşit cehennem azabı olduğu konusunda farklı durumlar da oryaya çıkabiliyor, istikamet zaafı yaşayan kimselerle karşılaşılabiliyor. ‘Ben imandaki o hazzı ve lezzeti alamadım, galiba burada bir şey yok, diğerlerine bir bakayım’ türünden düşünenler insanlar da olabiliyor. İman ve itaatteki haz ve lezzeti alamadığını söyleyen bir kimse acaba yeterince içselleştiremediğinden mi alamıyor, tembelliğinden mi alamıyor, bulunduğu olumsuz ortamdan dolayı mı alamıyor, bunların iyi analiz edilmesi lazım. Yani burada da insan, nefsinin tuzağına düşebiliyor…”

Bunun üzerine önceki müzakereci tekrar söz alarak şunları dile getirdi: “Arkadaşımızın dikkat çektiği husus yerinde oldu. Bu da bize gösteriyor ki, Risale-i Nur’un yaptığı tecdide çok yönlü olarak daima muhtacız. Müslümanlara ‘Siz iyisiniz, İslam iyi bir şey, iyilik ve kötülüğün bu dünyada da karşılığını görebilirsiniz’ demek yeterli değildir. Böyle bir tavırda Risale-i Nur’daki’ tecdid’ fonksiyonu yoktur. Zira bu tür sözleri herkes söylüyor. Diyanet de söylüyor. Biz söylememeliyiz değil, elbette biz de söyleyeceğiz, Risale-i Nur da söylüyor. İnsanları incitmeden, onların anlayışlarını sarsmadan, muhafaza ederek ama bunu yaparken ‘tahkik’i vurgulama imkanı arayarak yani ‘hak’ olduğunun delillerine dikkat çekerek gelen herkese ‘hoş geldiniz’ diyeceğiz, bağrımıza basacağız, yemek yedireceğiz. Zira ifade ettiğimiz üzere Risale-i Nur’un yaptığı gibi kesinlikle imanın hakkaniyetinin delillerini sunarak yapacağız bunu. Ama az önce arkadaşımızın ifade ettiği gibi, bir kimse yine de, ‘Ben hissetmiyorum’ derse elbette irade sahibi olduğu için iradesine karışılamaz fakat biz vurgulamaya, temellendirmeye, delillendirmeye devam edeceğiz mesajını alıyoruz. Hem kendimiz için hem başkası için. Bu vurguya insanların çok ihtiyacı var. Bu vurguyu yapmadığımız zaman çeşitli sebeplerle insanların ahirete olan imanları sarsılabildiği için ‘ben hissetmiyorum’ diyebiliyorlar. Demek ki hissetmeleri için bu delillerin çoğaltılması, bu delillere daha fazla yoğunlaşılması gerekiyor.”

“Bu açıdan düşündüğümüzde, ifade edilmelidir ki, inşallah Ha-mim’in misyonunun da bu olduğuna inanıyoruz. İnsanların imanlarının muhafazasına yani imanlarını korumak suretiyle o görevde kalarak değil ‘tahkikî’ bir niteliğe kavuşmasına katkı yapmaktır Ha-mim’in misyonu. İman sahiplerinin imanlarının muhafazasına yönelik çalışmalar genel olarak her yerde yapılıyor. Mesele onu yıkmadan aynı zamanda tahkikîye yani sapa sağlam bir zemine kavuşturmak. Biraz daha açmak gerekirse, bu imanın bu dünyada nasıl insanların duygularına muvafık geldiğini, buna mukabil inkarın insan bünyesinde nasıl çelişkiler barındırdığını, insanın insaniyetine nasıl uygun gelmediğini göstermek gerekiyor. Esasında Risale-i Nur’un mesleği de bu diye anlıyoruz! Bizim bu meslekte ısrar etmemiz lazım. Demek ki insan tahkiki iman eğitimi almazsa en küçük bir olay ya da olumsuzluk karşısında sarsılabiliyor. Ya da ‘imanımı muhafaza ediyorum, yeter’ diyerek insaniyetimizin gelişmesini engelliyoruz. Hatta toplumun seküler değerleri ile yaşamaya devam ettiğimiz halde bunun farkına bile varmadan ‘dindarız’ zannı içinde bulunup kendimizi avutabiliyoruz.”

“Biz onca kitap, kaynak varken neden Risale-i Nur okumaları yapıyoruz? Bize torpil mi geçiliyor? Bu vesile ile maddi bir çıkar mı elde ediyoruz? Bizim Risale-i Nur okumalarımızı eleştirenler, -bilgili olabilirler de-, Risale-i Nur’un ne anlattığından, usulünün ne olduğundan haberleri yok. Evet, Risale-i Nur’u usulü ve muhtevasıyla keşfedenler bu eserleri ellerinden bırakamıyorlar. ‘Yahu bu kitaplarda ne var, bir de ben bakayım’ demiyor bazı adamlar. Bazıları da bu eserlerde ‘ebcet hesabına dayalı açıklamalar var’ yahut o günkü şartlar altında müellifin teşvik edici bazı sözlerine bakarak ‘farklı açıklamalar var’ deyip mesafeli bir tutum sergiliyorlar. Oysa mesela yeni yapılan bir doktora çalışmasında sayfa sayfa gösterildiği üzere, tüm bu eleştiri konusu yapılan kısımlar Risale-i Nur Külliyatı’nın sadece yüzde birine tekabül ediyor. İnsanlar bu yüzde birlik kısmı itibariyle yüzde doksan dokuzluk kısmından kendilerini mahrum ediyorlar. Bunlara fırsat vermemek için gerçekten çok dengeli bir tavır içinde olmamız lazım.”

Bu açıdan düşündüğümüzde, ifade edilmelidir ki, inşallah Ha-mim’in misyonunun da bu olduğuna inanıyoruz. İnsanların imanlarının muhafazasına yani imanlarını korumak suretiyle çaba sarf etmek, -o görevle yetinmeyerek- aynı zamanda iman esaslarının ‘tahkikî’ bir niteliğe kavuşmasına katkı yapmaktır Ha-mim’in misyonu. İman sahiplerinin imanlarının muhafazasına yönelik çalışmalar genel olarak her yerde yapılıyor. Mesele onu yıkmadan aynı zamanda tahkikîye yani sapa sağlam bir zemine kavuşturmaktır.

“Risale-i Nur’un, -tekrarlayalım-, en cazibeli yönü Müslümanların ve insaniyeti kokuşmamış olanların imanını muhafaza ederek, bu imanın hedefi olan tahkike dayalı tasdiki gerçekleştirmek, seküler medeniyete esir olmadan, imanın gerektirdiği hal ve davranış içinde kendisini eğiterek dünyada ve ahirette huzur, güven ve saadet içinde yaşamalarını temin etmektir. Çünkü geleneksel açıklama ve yaklaşımlar bunu temin edemiyor. Bugün artık insanların imanî temelleri sadece sarsılmış değil çürümüş görünüyor. Bu vakıayı kabul etmezsek gerçeğimize sırtımızı dönmüş oluruz. Bunun karşısında ne yapılacak? Bu noktada Risale-i Nur yaptığı ‘tecdid’ ile bize kapı aralıyor. Bunun hakkını vermemiz lazım. İnsanların imanlarını muhafaza ile birlikte bunu delillerle daima tahkik etmek. Yoksa geleneksel anlamda insanların imanlarını korumaya yönelik çalışmalar çok. Bunu mesela Gazzali de yaptı, yazdığı İhyâu ulûmi’d-din isimli eseriyle. Hem de o günkü şartlarda çok güzel yaptı. Ama şimdi, bugünün insanına, bugünkü şartlarda tahkike dayalı iman eğitimi vermek gerekiyor.”

“Ha-mim olarak bizim derslerimiz böyle bir misyon üzerine oturmalı. Bıkmadan usanmadan ‘tahkik’ mesleğini sürdürmek gerekiyor. Ki, piyasada Risale-i Nur dersi yapan birçok kişi ve çevre var. Elbette ‘hepsinden Allah razı olsun’ diyoruz. Ama Ha-mim Risale-i Nur’un bu misyonunu hiç taviz vermeden, en güzel şekilde yerine getirmek zorunda. Şunu da görüyoruz ki İslam’ın en amansız düşmanları bile geleneksel çizgiyi sürdüren mesela Diyanet’i savunuyorlar. Neden? Mevcudu muhafaza ediyor, ‘zarar gelmez’ diye düşünüyorlar. Ayrıca ‘insanların devlete sadakatini sağlıyor, zekat vs. yoluyla fakir-fukarayı da devlete yük olmaktan kurtarır, bizim yerleştirmek istediğimiz seküler anlayışa da zarar vermez’ diyorlar. Oysa tekrar tekrar altını çizelim, Risale-i Nur’un getirdiği tecdid, misyon geleneksel yaklaşımları tekrarlamak değil, Kur’an’ın mesajlarını kainatın şahitliğinde, insanlık düzleminde, aklı ikna, kalbi tatmin edecek şekilde tahkike tabi tutmaktır. Ha-mim de kendi kapasitesine göre bu yolda gitmektedir, gitmelidir.”

Doğrusunu söylemek gerekirse geleneğe uygun sözler söylemek, hele muhatap kitle buna elverişli ise genel kabuller üzerine izahlar yapmak insana hem kolay geliyor hem de dinleyenlerin hoşuna gidiyor. Fakat müzakerelerde ısrarla dile getirildiği üzere Risale-i Nur bununla yetinmeyip daima tahkike vurgu yaptığı gibi Ha-mim de aynı misyonu takip etme konusunda gözle görülür bir duyarlılık gösteriyor. Ben kendi adıma bu müzakerelerden sonra zaman zaman aksatsam bile “tahkik” mesleğinin önemine dair yeni bir şuur yüklemesi içinde oldum; imanî hakikatleri başkalarına anlatmak için değil, öncelikle kendimle ilgili olarak ve kendime yönelik olarak. Allah razı olsun.

Yazar hakkında

İlyas Üzüm

Dünyalıyım. Güneş Sistemi sokağında oturuyorum. Yaşadığım Samanyolu galaksisi şehrini bile gezemedim. Yolda mıyım, emin değilim ama "yolda olmak, yolcu olmak" istiyorum; zaman ve varlığın sonsuz yolculuğunda.

Yorum yazın

1 Yorum

  • Allah’ın bizden bir muradı var bir de bizimle ( var olmamızla) bir muradı var. Bizden olan muradına dikkat ettik, bizimle neyi murad ettiğini ise ihmal ettik. Cafer- i sadık
    Risale-i Nur ihmal edileni onarıyor ,tecdit ediyor .