Kur'an Okumaları

Kur’anî Usulü Tanımak

Kur'anî Usulü Tanımak | Ha-Mim

Kur’an’ın ve hadisin takipçisi olarak kendisini ilan etmek, mutlaka Kur’an’ın usulünü takip etmek anlamına gelmeyebilir. Her Müslümanın elinde “Mushaf” var ve “Mushaf”i açıp okuyor ve bir sonuca ulaşıyor.

Peki, Kur’an’ı kendine “USUL” edinmekten, yani “Kur’anî bir usul” takip etmekten maksat ne olabilir?

“Sünnete uymak” ne demektir?

Bu soruların cevabını ben de çok merak ediyorum. Hep birlikte dua edelim, inşaAllah.

Önce şöyle çok kaba bir “ne değildir” tanımı yapalım:

Anlamak, öğrenmek istediğimiz bir konuda, Kur’an’ın konu ile ilgili ayetlerini nakletmek, Kur’an’ı kendine rehber edinmek veya Kur’anî usulü takip etmek değildir. Bu durum “Sünnete uymak” için de geçerlidir. Yani, bir veya birkaç ilgili hadisi nakletmek, Sünnete uymak demek değildir. (Hadis ile Sünnet arasındaki farka dikkat edelim, lütfen.)

Peki, ayet veya hadislere müracaat etmeyecek miyiz? diye hemen insanın aklına geliveriyor.

Evet, edeceğiz, bu doğru bir davranıştır. Fakat bu müracaatı yaparken takındığımız tavır önemli. Dikkat edelim, ayet veya hadis nakletmek, Kur’an’a ve Sünnet’e uymanın ölçüsü değildir.

Kur’an ayetlerini ve hadisleri hangi esaslara göre anladığımız veya yorumladığımızdır önemli olan. Yani, sorumluluk ayet ve hadis nakliyle bitmiyor. Sorumluluk benim tavrımda düğümleniyor.

Bu tavrı biz Kur’an’dan ve hadisten almayacak mıyız?

Problem burada: Kur’an’a veya hadislere tavır belirlemek için müracaat ederken de, takındığımız bir tavrımız vardır ve ona göre bu kaynakları yorumlarız. Bunun içindir ki, iki kişi aynı kaynaklara müracaat ettikleri halde birbirine zıt iki ayrı sonuca ulaşabilirler. Bu nedenledir ki insanlar, ”Kur’an’a ve sünnete uygun olan bizim yolumuzdur,” derler ve bunu ispat için ayet ve hadislerden kaynak gösterirler. Benim bildiğim, İslamın içinde hiçbir akım yoktur ki, kendilerinin Kur’an’a tabi olmadıklarını söylesinler. Bilmem siz duydunuz mu? En sapık diye ilan edilen gruplar, hatta Müslüman filozoflar belki de bizden daha fazla ayet ve hadis naklederek konuştular, yazdılar. (Hadislerin sıhhatini şüpheyle karşıladıkları için, hadis nakillerine olan itimatsızlıklarından dolayı yalnız Kur’an’a tabi olmak gerektiğini söyleyenler dahi, hadis nakletmemekle birlikte, yalnızca Kur’an’a uymak suretiyle “Sünnet-i Rasulullah”ı ihya ettiklerini iddia ederler.)

Evet, mesele göründüğü kadar basit değilmiş. Karşımıza her ayet ve hadis nakliyle çıkan, mutlaka Kur’an usulünü veya sünneti takip ediyor değilmiş. Şimdilik ben bunu anladım.

Kur’anî bir usule ulaşmanın kesin bir yolu yok mu, yani? Herkes kendi kafasına göre mi gidecek? Nasıl kendimizden emin olabiliriz?

İşte böyle bir emniyeti garanti etmek bu dünyada mümkün değil. Daima bir araştırma halini (havf ve reca ortası denilen durum) devam ettireceğiz. “Tamam artık ben doğruyu buldum ve şimdi artık sırtüstü yatabilirim,” diyeceğim bir an yok. Meşhurdur, sahabe dahi kendilerini şüphede bulmuşlar, “Acaba ben de mi münafıklardanım?” diyen sahabelerin rivayetlerini işitiyoruz.

Şu noktaya dikkat edelim: İman konusunun kesin olması ayrıdır. Yani, Bir Yaratıcı mutlaka olmalı, ahiret mutlaka olmalı vs sonucuna ulaşmak ayrıdır. Evet, bu sonuç hakkında eğer kesin bir kanaat hasıl olmuşsa, o sonuç hakkında şüphelenmek yersizdir, çünkü sizde böyle kesin bir kanaat hasıl olmuştur, ve siz bu konuda eminsiniz. Bunun bize bakan tarafı şudur: Benim bu sonuç ile ilişkimi belirleyen, benim kesinlikle hiçbir menfaat gözetlemeden, samimiyetle bu sonuca teslim olduğum hakkındaki iddiamın kesinliğine ulaşmam ayrıdır. Kısaca, imanın içeriğinin kendisi kesin olduğu halde, benim o iman ile ilişkimin kesinliğinden emin olamam. Böylesi bir “emniyetsizlik” hali, hem imanın mertebelerinin sonsuzluğundan dolayı devamlı araştırmayı, tahkik etmeyi zorunlu kılıyor ve hem de “nifak”tan hiç kimse kendisinin arınmış olduğunu garanti altına alamadığı için, daima bir “istiğfar halini” yaşamasını, Rabbine sığınma ihtiyacında olmasını zorunlu kılıyor. Bu hal de, yaratılmışlığın, muhtaçlığın her zaman, her halükarda farkındalığını gerektiriyor.

Dikat etmişsinizdir, Risale-i Nurlardaki temsillerde genellikle şöyle bir ayırım görülür: “Mütevazı olan şu yolu aldı, mağrur olan ise diğer yolu…” şeklinde bir takdim vardır. Hodbin (bencil)- hüdabın (hakperest) vs ayırımlar bize meselenin başlangıç noktlarını verirler. Bu kainatta ben öncelikle kendimi nasıl tarif ediyorum? Ben kimim? Eğer ben var edilmeye muhtaç birisi isem, bunun farkında isem, çevremdeki varlıklarla ilişkimi de ona göre tesis ediyorum.

“Kur’anî Usul”u nasıl farkedeceğiz?

Öncelikle şunu belirlememiz lazım: Kur’anî bir Usul tesis etmeyi konuşmuyoruz. (Bu mesele müctehid olmanın şartlarına girer ki, konumuzu çok aşar.) Yalnız bizim muhatap olduğumuz bir kaynağın, Kur’anî bir usulü takıp edip etmediğini anlamak ve ona göre o kaynaktan faydalanmak için dikkat edeceğimiz birkaç noktayı belirlemek için konuşuyoruz. Bunlar hiçbir zaman herhalükarda doğru, tamamlanmış bir liste değildir. Dikkatimizi çeken önemli noktaları şöyle sıralayabiliriz:

– Muhatap olduğumuz kaynağın bir “Kur’an tarifi” olması gerekir. Yapılan Kur’an tarifine göre Kur’an’dan faydalanılacağı aşikardır.

-Kainatın yaratıcısı insana, insanın bilemeyeceğini bildirmek için konuşur. Benim bilemeyeceklerimi bildirilmesi Kur’an’ın maksadıdır ve bunlar: Tevhid, ahiret, nubuvvet ve ubudiyet ile adalet olarak özetlenir. Kur’an ayetlerinde bu maksatların gözetlendiğini araştırmalıyız. Bir ayet naklinde, “Peki bu ayetin benim bilemeyeceğim Kur’an’ın maksatlarını bana bildiren ne gibi bir yönü var?” sorusuna cevap teşkil edecek bir yaklaşım ile mi Kur’an’a muhatap olunmuş, yoksa “bilgi aktarmak” için mi Kur’an ayetini naklediliyor olduğuna dikkat edilmelidir. Yani, “Nakledilen ayet benim bir insan olarak kendi başıma bilemeyeceğim bir şeyi bildiriyor olmalı, o nedir?” sorusuna cevap teşkil edecek bir şekilde ayet rehber edinilmelidir.

– Eğer Kur’an’ı kainatın ve dolayısıyla insanın Yaratıcısının zişuur insanlara yaptığı bir rehberlik olarak algılıyorsa, muhatabımızın kendisini nasıl tarif ettiğine dikkat etmek ikinci aşamayı oluşturur. Bu noktada önemli olan, kendisinin bedeninin yaratılmış olduğunu kabulden öte, kendisinin duygularının, insanî özelliklerinin de yaratılmışlığının farkında olarak mı Kur’an’a muhatap olmuş olduğuna dikkat edilmelidir. İnsanın duygularının Yaratıcısı, Kur’an’da, o duyguları terbiye etmek için konuşuyor. Duygularımızı esas alarak Kur’an’a muhatap olmak yerine, duygularımızı eğitmek üzere Kur’an’a muhatap olmalıyız. Bu maksadın gerçekleşmesi de, duyguların yaratılmışlığını, eğitilmek üzere insana emanet edilmişliğinin bilincinde olmayı gerektiriyor.

– Kur’an ile konuşan Allah’ın şu anda muhatabın bizzat kendisine hitap ediyor olduğu dikkate alınmış mıdır? Yoksa, Kur’an başkaları hakkında konuşuyor da, Kur’an’a muhatap olan kişi o konuşmadan kendisine ders mi çıkartmaya çalışıyor? Eğer Kur’an, Yaratıcının İlm-i Ezelisinden geliyorsa, onun ilmi sonsuz olduğu için zaman ve mekan ile sınırlı olmamalıdır ve muhatabını da şu anda kapsamalıdır.

– Bir konuda hadis nakledilmesinde de aşağı yukarı benzer özelliklere dikkat etmek gerekir: Peygamberin sözü veya davranışı olarak nakledilen bir hadisi, kainatın Yaratıcısının insanı eğitmek üzere görevlendirdiği “öğretmen” konuşuyor, diye okumak gerekir. Zaman ve mekan sınırları ile daraltmak insaniyeti zaman ve mekana sıkıştırmak demek olur.

– Nakledilen hadisin belli bir zaman ve mekanda gerçekleştiği bir vakıadır. Fakat o hadiste bahsi geçen olayın, insaniyeti terbiye etmek üzere görevlendirilen Allah’ın elçisi (savs) tarafından sergilenmiş bir örnek olay olarak ele alınması gerekir.

– Resulullah savs’in hayatını bir dairenin merkezi olarak düşünürsek, kendisinden sonra gelecek olan bütün zamanlardaki insanlar o merkezi bir ışık kaynağı olarak değerlendirmelidir. Yani, hadisler kendi tarihî bağlamı içinde nasıl bir prensip tesis ettiği dikkate alınıp, şimdi hadislere muhatap olan insanların kendilerinin yaşadıkları şartlarda bu prensipleri değerlendirmeleri gerekir. Yani hadisler aynen taklit etmek için değil, o hadisten çıkarılan prensipleri hayatımıza uygulamak için okunmalıdır. Maamafih böyle bir çıkarımda bulunmak için çok geniş bir Kur’an ve hadis bilgisi gerekir. Fakat benim gibi avamın böyle bir konunun varlığından haberdar olması gerekir.

– Allah’ın insanlığa olan mesajının elçisi olan Resulullah savs “Yaşayan Kur’an” olması gerektiğine göre, hadislerde nakledilen olayların mutlaka Kur’an’ın öğrettiklerini içeren bir kaynak olduğu hiçbir zaman ihmal edilmemelidir. Peygamber savs’den yapılan nakiller kaçınılmaz olarak Peygamber savs’in davranışlarının harici yönünü nakledecektir. Hadis nakleden kişi, Peygamber savs’in kalbinden, aklından, hayalinden gecenin ne olduğunu nakletmesi beklenemez. Hadise muhatap olan kişinin Peygamberin aklından, kalbinden, hayalinden neler geçtiğini ancak Kur’an’ın öğrettiği bir varlık alemi, bir dünya görüşü ile anlaması beklenir. Çünkü Resulullah “Yaşayan Kur’an”dır ve hadisler ancak hariçte tezahür eden “şekl”in” veya “söz”ün kendisini nakledebilirler. İçeriğini anlamak, o şekli görenin, o sözü işitenin mutlaka hatırında bulunması lazım ki, bu şeklin veya sözün özü, esası Kur’an ile öğretilenlerdir. Kur’an ile öğretilenlerin ne kadar farkında isek, o kadar hadisler ile nakledilen sözlerin ve davranışların ne anlam içerdiklerini idrak edebiliriz. Çok basit bir örnek ile, Resulullah’ın namaza başlarken “Allahu ekber” dediğini nakleden bir hadis okuduğmuzda, bu doğru bir nakildir ama Resulullah’ın “Allahu ekber” derken neyi hissettiği, neyi kastettiği, neleri hatırladığını anlamak için Kur’an’ın insanlara, Allah’ın “ekber” olduğu nasıl öğrettiğini bilmemiz lazım ki, Resulullah savs’in bu davranışını, bir “yaşayan Kur’an” davranışı olarak algılayabilelim.

-Özetle, hadisler Kur’an’daki ta’lim ile (yani, عَلَّمَ الْإِنسَانَ مَا لَمْ يَعْلَمْ “İnsana bilmediğini öğretti.” Alak Süresi (96):5) okunup anlaşılmalıdır ki ancak bu takdirde o hadislerden “sünnet-i Resulullah” )Allah’ın rasulünün sünneti olan prensipler çıkarılabilsin.

Yazar hakkında

Ali Mermer

Yorum yazın