Kur'an Okumaları Müzakereler Usûle Dair

Kur’an’daki Mecazi Anlatım

Kur’an’daki Mecazi Anlatım | Ha-Mim

Emin – Kendi âlemimde tatmin edici cevap bulamadığım iki soru iletmek istiyorum sizlere.

1. Âdem (as) ve Havva (as) külli iradeyi bizzat müşahede etmelerine (ya da öyle mi?) rağmen nasıl oluyor da “hata” yapabiliyorlar ve cennetten dünyaya gönderiliyorlar?

2. Allah’ın peygamberlerle (özellikle Hz. Âdem, Hz. Musa vs.) bizzat konuşması ne demektir? Yaratılmış bir mahlûkun, mutlak bir yaratıcı ile “konuşabilmesini” anlayamadım. Bir yerde sınırlı kayıtlı yaratık, bir yerde mutlak irade… Vahiy ile konuşmasını az çok anlıyorum ama Kuranda da geçen “zahiren menkıbe tarzındaki” özellikle Hz. Musa ile Hz. Âdem ile Şeytan ile konuşması ne demektir?

Mehmet Ali – Tek kelime ile cevap “mecaz” diyebiliriz. Biraz daha açmak gerekirse:

Kur’an’da açık ayet var; Biz bu hikayeleri size darb-ı mesel olsun diye anlatıyoruz diye (Hud, 11:120). 1Muhammed Esed, meal/tefsirinde 11:49’a düştüğü 73. notta şu vurguyu yapar: “Kur’an’ın bu kıssaları ele almasındaki asıl amaç asla onları “hikaye” etmek değildir. Ne zaman önceki peygamberlere ait kıssalar anlatılsa, ne zaman İslam’dan önce ya da Hz. Peygamber zamanında vuku bulan bir olaya temas edilse bunun altında mutlaka ahlakî bir ders yatmaktadır. Öte yandan, aynı olay ya da kıssanın, çok kere, birden çok ahlakî anlamlar, çağrışımlar taşıyan değişik veçheleri olduğundan, Kur’an aynı olay ya da kıssaları değişik surelerde tekrar tekrar anlatmakta ama her seferinde bunlarda, bir bütün olarak Kur’ânî vahyin, Kur’ânî öğretinin değişik bir yanına ışık tutmakta, bütünü oluşturan şu ya da bu temel gerçeğe dikkat çekmektedir.” (Editörün notu.)

Sadece Adem (as) değil, buna benzer anlatılan bütün hikayeleri düşünün; eğer metaforik bakmazsak hiç birisinin içinden çıkamayız. Bu konuda Muhammed Esed’in “Kur’an’ın Mesajı” isimli açıklamalı mealinin sonundaki ekte ayrıntılı açıklama var.

Aşağıdaki çalışma da faydalı olabilir.

Âdem ile Havva ya da Sen ve Ben; Hayatımızın Manasının Yeniden Tanımlanması

Cennet Kavramı Üzerine ya da Metaforların Deşifre Edilmesi

1. Mit/Metafor: “Âdem Cennette yaratılmıştı.”

Anlamı: İnsanoğlu mükemmeli/ebedi arayacak şekilde yaratıldı.

2. Mit/Metafor: “Allah Âdem’e Ruhundan üfledi.”

Anlamı: Allah’ı tanıyacak ve bilecek özelliklerde yaratıldık.

3. Mit/Metafor: “Vermek istemeseydi istemeyi vermezdi.”

Anlamı: Bize verilen ihtiyaçlar aracılığı ile Yaratıcımızı tanıyabiliriz.

4. Mit/Metafor: “Âdem ve Havva’ya Cennette bir ağaca yaklaşılmamaları emredildi.”

Anlamı: İnsanoğlu seçme özgürlüğüne sahip.

5. Mit/Metafor: “Melekler Âdem’e secde etti ama Şeytan etmedi.”

Anlamı: Yaratılışta, bizim var oluş amacımıza hizmet edecek yönler olduğu gibi bizi bu amaçtan yani Allah’ı tanımaktan alıkoyacak seçimler de mevcut.

6. Mit/Metafor: “Âdem ve Havva emre uymayınca Cennetten atıldılar.”

Anlamı: Biz cüz-i irademizi yaratılmışlık gerçeğimize uymayan bir şeyi seçmede kullanırsak, hakikatin dışına çıkmış oluruz.

7. Mit/Metafor: “Âdem ile Havva yaptıklarından pişman oldukları zaman Cennete tekrar kabul edildiler.”

Anlamı: Kendi gerçeğimize aykırı bir davranışta bulunduğumuzu fark edip bundan vazgeçtiğimizde, yaratılışımızdaki mükemmelliğe geri dönüyoruz.

Züleyha – Birinci Soru: Külli iradenin nefs-ül emirdeki külliyetiyle muhatabiyeti değil insanlığın algı seviyelerindeki sınırlılıkla (her ne kadar cennet şartları içinde de olsa oraya göre bir algılama, fakat insan sınırları hala mevcut) muhatap olması şeklinde anlıyorum. Bunu biraz daha açacak olursak iradenin Zati tecellisi karşısında bile biliyorsunuz insanın muhataplığı noktasında şuunat sıfat ve esma perdelerinde muhataplık söz konusu.

İnsan külli iradeye esma perdeleri ile muhatap olur. Yani külli irade kendine bakan tarafıyla külli ama bize bakan tarafıyla perdeler var ve biz bu perdelere esma, sıfat, şuunat gibi farklı mertebelerde muhatap oluyoruz derinliğimiz ölçüsünde.

İkinci Soru: Aslında ikinci sorunuza da bu yaklaşımla bakmak mümkün, zira her ne kadar kelam mevzubahis olsa da Hz. Musa’nın bayılması ve dağın parçalanması da söz konusu. İlahi kelama tenezzülat-ı ilahiye şeklinde muhatap oluyoruz rahmetinden, nefs-ül emirdeki kelam-ı ilahi ne ise insanı (Hz. Musa ya da Âdem asm şahsında) ve insanın kapasitesini acze düşüren bir tecelli olduğu ifade ediliyor.

Senai – Menkıbe’lerin zahiren okunmasına dair düşündüklerim kısaca şöyle:

Her iki sorunun da cevabı aynı yere dayanıyor aslında… Çünkü soruların soruluş nedeni aynı… Vahye nasıl baktığımızla yakından irtibatlı bu sorular.

Vahyi, şu anda, el’an bizim şahsiyetimizi inşa eden bir metin olarak okuduğumuzda bu tür anlatımların hikmeti anlaşılıyor. Gerek Âdem ve Havva (as) kıssasında, gerekse diğer kıssalarda bize mesaj verme, bizim aklımızı yeniden, yeni baştan formatlama gayesi vardır. Olayların kendisi değildir anlatılmak istenen. Eğer olayların bizzat kendisinin anlatımı diye okursak, bu tarz sorular çoğalır… Kur’an tarih anlatmaz. Tarih anlatır diye bakarsak, her şeyi bilen ve gören Allah’ın Musa’ya (as) “elindeki nedir ey Musa” diye sorması tuhaf olur; Musa’nın da (as) sanki Allah bilmiyormuş gibi “asadır, ona yaslanırım, onunla hayvanlarıma yaprak silkelerim” deyişi de tuhaf olur… Ama bu diyaloğu bizi şu anda inşa eden bir canlı metin olarak algılarsak, Musa ile Allah arasındaki diyaloğun bizim ile Allah arasında olması muhtemel ve vaki çekişmeleri, soruşturmaları “okuma”yı öğrettiğini fark ederiz.

Âdem ve Havva’nın hata etmeleri, bizim de hata edebilirliğimizi bize hatırlatmak, okutmak içindir. Buradan bakınca, insandan hatasızlık değil, hatasını bilmesinin beklendiğini okuruz. Hata, hatasını bilen için kârdır, hata hatasını hata kabul etmeyen için şeytanlaştırmayı başlatır. Şu halde anlarız ki, dünyaya geliş, Âdem ve Havva için hatanın cezası değil, tövbenin ödülüdür. Bu bakış açısıyla, mesaj ‘şimdi ve burada’laşır bizim için, dirilir, ayağa kalkar.

Aksi takdirde, bazen tek bir cümlede bile iki-üç defa “firavun”dan söz eden Allah’ın -haşa-firavun’a “taktığını” zannederiz. Oysa firavun’un da nemrutun da hesabı çoktan görülmüştür.

Aynı şekilde, “İsrailoğulları”ndan da sürekli sızlandığını sanırız Kadir-i Mutlak’ın…. İnşa edici bir metin olarak okursak Kur’an’ı, bize kendi firavunluğumuzu, nemrutluğumuzu, israiloğullarınca sapabilirliğimizi, kıvırtabilirliğimizi anlatır, hatırlatır.

“Zahiren” menkıbe tarzındaki diyalogları, bizim nefsimizin, aklımızın, kalbimizin sorduğu/soracağı soruları “rahmet ve hikmet” gereği seslendirmek olarak anlamalıyız diye düşünüyorum.

Risale-i Nur’un “zahiren menkıbe”ye yaklaşımı da Yunus ve Eyyub kıssalarının aktarılış biçiminde kendini gösterir. Bu risaleler (birinci ve ikinci lem’alar) kıssa ve menkıbeyi “hak ettiğince” “okuma”ya tabi tutma konusunda modeldir. Bu modellerin nur talebelerince çoğaltılması gerekiyor. Allahu a’lem.

Katılanlar: M. Emin, Mehmet Ali Akgün, Züleyha Çolak, Senai Demirci.

İlgili Yazılar:

Yazar hakkında

Müzakereler

Çeşitli imani konular üzerine yapılan e-posta yazışmaları Müzakereler kullanıcı ismiyle yayınlanmaktadır.

Yorum yazın

2 Yorum

  • Yazınızda geçen Muhammed Esed ismini intenetten araştırınca aleyhinde çok yazılar olduğunu gördüm. Sizin bu konu hakkındaki yorumunuz nedir bilmek isterim.

  • Muhterem Okuyucumuz,

    İlgili yazıyı bizzat kendiniz okur, üzerinde düşünür ve sonra da bizim naklettiğimiz bölümün doğru, faydalı veya yanlış, zararlı olduğuna karar verirseniz daha isabetli olur kanaatimizce. Bir kişinin bütün haliyle hak olması gerekmez. Doğru söylediği yerde doğru olarak kabul edilir, yanlış söylediğini düşündüğümüz yerde ise tabi olmayız. Hiçbir Allah kulu tam mükemmel olamaz. Her yönüyle tam mükemmeli buluncaya kadar beklersek, kıyamete kadar bekleriz ve hala da bulamayız. Rasulullah’tan (sav) sonra bir peygamber daha gelmeyeceği haber veriliyor. Elimizdekilerin en iyilerinden faydalanmaya bakmalıyız.

    Biz Muhammed Esed’in bu naklettiğimiz yazısında bir mahzur görmedik. Bir kişiden bir cümle veya yazı nakletmek o kişinin her yönüyle hatasız olduğunu iddia etmek anlamına gelmez. 

    Selamlarımızla.