Kur’an’da nakledilen Hz. Adem as’ın menkıbesini anlama çabamızda şu hususların dikkate alınması belki yardımcı olabilir diye düşündüm.
I- Yaratıcımızın bize konuşmasındaki maksat
II- Zıtlarla tanıma kabiliyeti: İnsana verilmiş “serbest irade”nin kıymeti
III- Ehadiyet tecellisine muhatap olabilecek, yani Yaratıcısını bütün özellikleriyle (Esma-i İlahi) tanıyabilecek kabiliyette yaratılan insan: Eşref-i mahlukat.
I- Yaratıcımızın bize konuşmasındaki maksat
Beni yaratanın, benim sorularıma, bana verdiği kabiliyetlere mukabil gelecek cevaplar vermesi beklenir.
a) Ben konuşma aracılığı ile yapılan bir açıklamayı anlayabiliyorum.
b) Fiziki bir gösteriyi de anlayabiliyorum. Eğer öğretmen derste anlattıklarını bir de laboratuvarda gösterse, daha iyi anlıyorum. Eğer, neyi niçin yaptığımızın izahını duymadı isek, tek başına fiziki gösterinin anlaşılması biraz daha zor.
c) Ayrıca, bu öğretmen laboratuvarda deneyi uygularken bir “eğitmen” tayin etse ve deneyi bizzat onun örnekliği altında yapsam, anlamam daha da bir kolaylaşır.
Beni varlığımın bilincinde olacak şekilde donatarak Yaratanın, bu bilinç nedeniyle sorduğum sorulara cevap vermesini bekliyorum. Kainat, bir laboratuvar; Kur’an,Yaratıcının Konuşması; Peygamber, bir “Eğitmen” olarak karşımdalar.
Konumuzun bağlamında, Kur’an, kainatta gördüğüm laboratuvar gösterisinin (bu gösteriye bendeki tüm insanı duygular dahil) benim için nasıl anlaşılması gerektiğini açıklayan bir Konuşma olmalı. Eğer Kur’an ile Konuşan benim Yaratıcım ise, bana beni yaratmasındaki maksada uygun konuşmalı. Bendeki sorulara cevap vermek için konuşmalı.
Kur’an’da geçen her türlü anlatım bu maksada göre okunmalı. Eğer benim bilmediğim veya muşahedem altında olmayan bir laboratuvar gösterisinden bahsediyorsa, bu gösterinin bizzat kendisi için değil, benim ŞU ANDA bulunduğum laboratuvardaki sorularıma cevap olarak konuşulduğunu bilmeliyim.
Yani, Hz. Adem’in hatırasını anlatan ayetlerde (Bakara Suresi 30 ve devamı) bahsi geçen bütün olayların hepsi beni şu anda ilgilendiren açıklamaları içeriyor olmalı. Yani, Adem benim, Havva benim, melek benim, İblis benim, Cennette olan benim, yaklaşılması istenilmeyen ağaca yaklaşan benim, Cennetten çıkarılan benim, ayıplarımın farkına varan benim, onları örtbast etmeye çalışan benim, İlahi İsimlerin tümü öğretilen benim, Melek bana secde etti, İblis bana etmedi vs vs. Meleklerim devamlı tesbih yapıyor, ben ise kan dökebilenim. İblis’im devamlı beni isyana davet ediyor… Yaşıyorum bunları.
Yaratıcım bir de konuşarak bana açıklama yapıyor, benim kim olduğumu bir de Konuşarak anlatıyor. Peygamberlerin hatıralarının anlatılması da bu açıklananların uygulamasına dair örnekleridir.
II- Zıtlarla tanıma kabiliyeti: İnsana verilmiş “serbest irade”nin kıymeti
Bende irade var. Gözlemlediğim bir şeyi aynen kabul etme özelliği var (melekler secde ediyor.) Aynı zamanda gözlemlediğimin hemenceki alternatifini görme özelliğim de var (İblis reddediyor). Ben bu ikisi ortasında bir karar verme durumda kalıyorum. Tercihimde serbesttim.
Gerek bu alemin yaratılışı ile ve gerekse Kur’an ile yapılan açıklama bana, gözlemlediğimi aynen kabul etmenin doğruluğunu sergileyen sayısız örneklerle dolu; alternatifinin ise hiçbir surette beni ikna edecek özelliğinin olmadığını da kavrayabiliyorum. Fakat, iradem ile karar vermem gerekiyor. Bilinçli bir tercihte bulunmam gerekiyor. Bilerek, neyi tercih ettiğimin farkına vararak karar vermem gerekiyor.
Eğer, bilerek “yasaklanan,” yani yanlışlığı apaçık belli olan bir tercihi yaparsam, bütün insani duygularım, yapılan yanlışın ezikliğini hissediyor ve mutlu olamıyorum (Cennetten çıkıyorum.) Doğru tercih yaptığımda da mutlu oluyorum (Cennette kalıyorum.) Beni mutlu eden halin, gerçeği tanıyan ve onaylayan meleklerin tasvibini ifade eden “secde” etmeleridir, diye anlıyorum. Gerçeğin alternatifinin yanlışlığını ifade eden mutsuzluk halinin ise, İblis’in “isyan”ı diye anlıyorum.
III- Ehadiyet tecellisine muhatap olabilecek, yani Yaratıcısını bütün özellikleriyle (Esma-i İlahi) tanıyabilecek kabiliyette yaratılan insan: Eşref-i mahlukat.
Kainat öyle bir şekilde var edilmiş ki, herbir varlık, bizzat kendisinin var olabilmesi için bütün kainatı var edecek özelliklere sahip bir Yaratıcı’ya şahitlik yapıyor. Herbir eşyanın herbir özelliği tüm kainatı var edenin bütün özelliklerine şahitlik yapıyor. Bir özelliği takdir edip, Yaratıcıyı yalnız o özellik ile tanımak, kainatın şahitlik yaptığı gerçeğin hakkını vermiyor.
Madem kainat parçalarının herbiri ile, Yaratıcısını bütün özellikleriyle tanıtıyor. Böyle bir sergilemeye karşı mukabele edecek, bu tür bir serginin hakkını verecek seyirciler olmazsa, Yaratıcının hakkı verilmemiş olur. Ya da, Yaratılıştaki hikmet manasız kalır, abes olur. Böylesi bir Yaratıcının, böyle bir yaratılış sergilemesine karşı, öyle bir şuurlu mukabele edecek seyirciler, takdir ediciler ve dolayısıyla yaratılışın amacını gerçekleştirecek özellikte “İNSAN”lar yaratılmalı.
Ve bizde böyle bir kabiliyetin olduğunu, hem kendimize bakınca ve hem de bu Konuşmayı (Bakara, 30 ve sonrası) dinlediğimizde farkediyoruz. Her bir melek, yaratılışın gerçekleşmesinde taşıdığı emri bilinçli olarak gerçekleştiriyor olmalı. Böylesi yaratılışı her yerde görüyoruz. Her bir partikül, atom, hücre, canlı ve cansız varlık, kendisine verilen “var olma emrini” aynen yansıtıyorlar. Fakat bu yansıtma bir de bilinçli bir takdir edici gerektirir ki, bu takdir edici, bütün özellikleriyle birlikte Yaratıcının emirlerini takdir etsin. İşte bu ayetler, insanın böyle bir görevi ifa edebilecek donanımda olduğunu hatırlatılıyor.
Bütün kainatı kapsayan önü sonsuza açık, sınırını bulamayacağım özeiklerimin yanısıra, bu kabiliyetimi doğru olanda değil de, yanlış olanda kullanma özgürlüğü de verilmiş. Serbest irade. Düşünelim artık, yanlışta kullanma özgürlüğünü bilinçli bir şekilde reddedip, doğruda kullanma tercihi yaparak, Yaratıcısını bütün özellikleriyle tanıyan bir “Muhatab-ı İlahi”den daha mükemmel yaratık var mı?
Serbest tercih etme özgürlüğünü yanlışta kullanarak, hem kapasitesini değerlendirmeyen ve hem de bu özgürlüğü istirmar eden bir insandan daha “zalim, daha cahil” bir yaratık var mı?
Şimdi seçim bizim: Ya “eşref-i mahluk” olacağız, ya da “echel-i mahluk”!
Her bir anımızda almış olduğumuz bu kararların toplamından ibaretiz.
قَدْ أَفْلَحَ مَن زَكَّاهَا
91:9 “Onu arındırıp-temizleyen [veriliş maksadına uygun kullanan] gerçekten felah bulmuştur.
وَقَدْ خَابَ مَن دَسَّاهَا
91:10 Ve onu kirletip örten [veriliş maksadına aykırı kullanan] da elbette yıkıma uğramıştır.”
Allah razı olsun.hızlı koşuşturmalı bir zamanda bir nefes oldu yazınız.
Sizlerden de, inshaAllah. Dualarinizin devamini bekleriz.