Aklın nakli tevil etmesinin önemi
Muhakemat’ta 1. Makalenin, 12 Mukaddemesinin 2. Meselesinde ikinci önemli nokta, aklın nakli tevil etmesidir. Lem’alar kitabı 1930 ile 1940’lı yıllar arasında yazılmıştır. Bu eserde, yukarıda bahsi geçen hadis, şüpheli bir metin olarak görülmüyor. Fakat Muhakemat’ta bu sözün bir peygamber sözü olduğuna dair bir kanaatin oluşmadığı belirtiliyor. Ama Yahudi iken yani Yahudilerin Tevrat bilgisiyle donanmış bir şekilde Müslüman olmuş bazı kişilerin, Yahudilikteki İsrailiyat hikayelerinin Müslümanlara anlatılmış olma ihtimalinin izlerinin çok yüksek olduğu görülüyor. Hadis olmayabilir fakat alem-i İslam’da Peygamber sözü olarak kabul görmüştür ve bu kültüre mal olmuştur. Müslümanlar da bunu hadis olarak kabul etmişlerdir.
İsrailiyat dediğimiz bilgiler tamamen zırva, tamamen yanlış değildir. Tevrat’ın aslı tam mükemmel bir şekilde muhafaza edilemedi. Sözlü nakillerle devamlı aktarılması sırasında insanların ister istemez kendi şartlarına göre kelimeleri değiştirme ihtimalleri yüksektir. Tevrat dediğimiz kitap 40 ayrı kitaptan oluşur ve 1000 küsur sayfadır. Hz. Musa’dan sonra gelen diğer resullerin de naklettikleri, hatıralarının kaydedildiği birçok kitabın sözlü olarak nakli, asırlarca süren tarih içerisinde tam mümkün değildir. İnsanlar hepsini tam ezberler veya ezberleyemez, bazılarını ezberler veya bazılarını hatırladığı kadar yakıştırır, ama bozmak niyetiyle değil de iyi niyetlerle yapmış olabilirler. Hiçbir zaman unutmayalım ki Tevrat’tan gelen haberleri, mutlaka art niyetli fasık kafalı insanların, Allah’ın kelamını tahrif etmek üzere seferber olup yaptığı nakiller olarak algılamak çok büyük bir haksızlık olur. Hakikatlerin bir kısmı muhafaza edilmiş olabilir. Bu nedenle Said Nursi, bu sözün hadis olduğuna dair kalbinin pek mutmain olmadığını söyler. Ama avama, Müslüman halka, ümmete mal olmuş bir ifade olduğu için bir vahiy tabanına dayanma ihtimalini göz önüne alarak Lem’alar adlı eserinde açıklama yapar.
Tevrat’ta Allah’ın tek mabud olduğunu söyleyen yani Lailahe illallah üzerine oturan ayetler vardır. Tarihi olayların etkisiyle, kasti olmadan Tevrat’ın dönüştürülmesi söz konusudur. Tevrat için tahrif edilmiş diyoruz. Bu kelime “gerçek manasından saptırılmış” anlamını taşır. Ama Tevrat’ın aslı muhafaza edilememiş anlamında kullanılır. Ciddi Yahudi alimleri olan Hahamlar da Tevrat’ın aslının Hz. Musa’nın dönemindekiyle aynı olduğunu iddia etmezler. Bu işin eğitimini yapan, araştırmasını yapanların böyle bir iddiası yoktur. Aslına sadakat esas olmak üzere muhafaza çabası gösterilmiştir fakat bu kadarı muhafaza edilebilmiştir. Yahudi alimleri de şimdi kendilerinin ellerinde bulunan metinleri muhafaza etme çabasındadır. Bu gerçeği de teslim etmemiz gerekir.
Müslümanların kafasında, ‘mutlaka fitne peşinde koşan, Allah’ın kelamını kasten bozan’ Yahudi imajı vardır. Günlük politika ile ilgilenmemeliyiz. Bugün İsrail zulmediyorsa yarın başka bir millet zulmediyor olabilir. Günlük olaylara dayanarak tahlil yapmamız yanıltıcı olur. Bugün birileri İsrail politikası kendilerine aykırı olduğu için Yahudi düşmanlığını Müslümanların kafasına doldurabilir ama yarın da tersi olabilir. Biz hakperest olmaya aşırı dikkat etmeliyiz. Yahudilerin hepsi mutlaka Allah’ın kelamını bozanlardır diyemeyiz. Kur’an’ın manasını da evirip çevirip modernleştirenler ya da başka bir şekle sokmak isteyenler var. Böyle bir durumda da ‘Bütün Müslümanlar kötü niyetli’ mi diyeceğiz?
Hadis ile sünnetin ayırımı
Bediüzzaman, Sözler adlı kitabının 24. Sözün 3. Dalında hadislerin nakli konusunda takip edilen yolu avama anlatırken dikkat edilmesi gereken noktaları açıklıyor. Hadislerin direkt doğru yorumunu yapmadan, onların hüsnü zannını değerlendirerek konuşuyor. İyi niyetli insanların anlayamadıkları mehdilik ve ahir zamana dair bazı hadislerin nakillerinde şüpheye düşen kalplere kendi kapasiteleri dahilinde muhatap oluyor. Resulullah’ta da, muhatabın kapasitesine göre muhatap olmayı görüyoruz; kendisine müracaat eden insana kapasitesine göre konuşmuştur.
Kur’an ile hadis arasındaki farka dikkat etmek gerekir. Kur’an zaman ve mekan sınırından tamamen ayrılarak okunur, tahlil edilir, muhatap olunur. Eğer zaman ve mekan ile sınırlandırılırsa Kur’an’ın tanımına aykırı iş yapılmış olunur.
Peygamberin rehberliği de zaman ve mekan ile sınırlanamaz ama peygamberin uygulaması zaman ve mekan içerisinde gerçekleşmiştir. Hz. Muhammed asv’ın dönemindeki şartlarda veya başka zamanlarda yaşayan insanların örnek alacakları hadisler o zamanın, o mekanın şartları dahilinde uygulanır. Peygamber mealen bize şöyle der: “Şu mahiyette bir insan gelirse, şu mahiyette bir problemi olsa, o kişi şu kapasitede olduğu için onun kapasitesine göre şu şekilde cevap verilir. Sizin muhatap olduğunuz kişinin kapasitesi farklı ise siz de o farklılığa göre cevap verin.” Sünnet olan budur. Yani sünnet ile hadisin ayrımını ciddi olarak yapmak gerekir. Hadis, Hz. Peygamberin hususi bir davranış şeklini naklediyor olabilir. O davranışı aynen değil, davranış şekline ve şartlarına dikkat ederek bir genel geçer usul tespiti yapmak gerekir. Böylece, Rasulullah’ın genel geçer davranış şekli olan ‘’Sünnet-i Rasulullah’’ tespit edilmiş olur. Dikkat edelim uygulamanın aynısı değil, usulü sünnettir. Basit bir örnekle açıklayalım. “Hz. Peygamber bir çocuğa şu şekilde davrandı” diye bir nakil geldiğinde nasıl anlayacağız? Peygamber devrinde yaşamış olsaydınız, yaşanan olayı görecektiniz ve Peygamberin o durumda çocuğa ne şekilde davrandığına şahit olacaktınız. Meselenin hadis tarafı budur. Bir çocuğa şu şekilde davranan bir Peygamberin yetişkin bir insanda başka türlü davranış sergilemesinin arasındaki farklılığı da sünnet tarafını gösterir. Hadis ile sünnet daima karıştırılır. Bu karıştırmayı yapan insanların, hadisleri okudukları zaman o hadisteki muhatabın kapasitesine göre yapılan açıklamanın sünnet olduğunu anlaması gerekir. Bir hadis naklini alıp aynen bütün haller için uygulamaya kalktığımızda, sünnete aykırı hareket etmiş oluruz. (Genel geçer ahlaki kuralları içeren hadis nakilleri ayrıca değerlendirilmelidir.)
Kur’an’da bahsi geçen her hangi bir konuyla ilgili bir hadis açıklamasında çelişki bulunduğunda ‘uydurma’ damgası vurulur. Bu durum genellikle hadis okuması ile sünnet arasındaki ilke farklığının farkında olmamaktan kaynaklanır. Mevzu hadis meselesi hepimizin bilmesi gereken bir konudur. Hadislerin naklinde isimleri geçen ravilerin birbiriyle olan bağlantısına ‘ravi zinciri’ denir. Her hangi bir hadis nakledilirken, ravi zincirinde eğer bir kopukluğa uğrarsa ve emin olunmayan bir kaynaktan geliyorsa itimatsızlık sebebiyle reddedilir. Fakat bu hadis başka bir kaynaktan geliyorsa ve bu kaynak ravi zinciri olarak geçerli ise hadis kabul edilir. Bu hadis tekniğinin bir kuralıdır. Eğer bir hadis böyle bir kuraldan sıhhatli olarak geçmemişse yani imtihanı kazanmamışsa o hadise ‘’mevzu’’ denir ve kabul edilmez, reddedilir. Böyle bir hadisin prensip gereği Kütüb-ü Sitte’de de bulunmaması gerekir. Bazı alimler ve muhaddisler, daha sert, sınırlı ve bağlayıcı kurallar koyarlar. “Bu söz Peygambere ait olamaz” dediklerinde ravi zincirinin sağlam, güvenilir olmadığı anlamına gelir. Ama genellikle ulema yani bu konuda kafa yormuş, ihtisas sahibi olmuş ve samimiyetle ümmete hizmet etme niyetinde olan insanlar, ümmete mal olmuş hadis diye nakledilen sözlere sahip çıkarak, Müslümanların bu sözlerden neler anlaması gerektiği konusunda yardımcı olma yolunu tercih etmişlerdir.
Sürekli bazı hadisleri inkar etmek, bazılarını mevzu olduğunu söylemek avam üzerinde şüphelere yol açar. Çünkü avam bunların mevzu olup olmadığını bilemez, hangisi uydurma hangi değil öğrenemez. Böyle bir durum da, İslam aleminde nesilden nesile miras kalmış olan, özellikle selef-i salihinden miras kalmış olan İslam medeniyetini insanların dünyasında tamamen geçersiz hale sokacak bir anlayışa kapı açar. Bunun için kendini bilen vakur alimler ümmete mal olan bu tür hadisleri onların anlayacağı şekilde anlatmışlardır. (Devamı)