Risale-i Nur müellifi Said Nursi, kendi kitaplarının okuyucaları için bir teklifte bulunur: “Risale-i Nurları kendi mali gibi bilmek.” Bu teklif üzerine konuşurken, aklıma, ayrı bir başlıkta çalışılmasını hissettiğim önemli bir konu geldi. İşte huzurlarınızdayım.
Arkadaşlarımız, Nursi’nin “kendi mali gibi bilmek” ifadesinin, “Risale-i Nurları kendine mal etmek” olarak anlaşılması gerektiğini söylediler. Gayet yerinde bir teklifti. Şimdi, ben “Kendi malım gibi sahip çıkacağım bu kitaplara” dediğim zaman, kendime ait bir kıymet atfedeceğim, demek olduğu belli. Eğer insan kendine ait kılmazsa bu kitapları, o zaman bir tüccar gibi, alıp-satması gerekir. Yani, kendi faydalanmak yerine, bu “meta”dan bir şeyler elde eder ama bu elde ettiğinden kendisi faydalanmaz. Yalnızca, ne alıp satıyorsa o metain tüccarı olarak övünür, veya dükkanında bulundurduğu için memnun olur. Çünkü bir taliplisi çıkarsa “satacak.” Bu satma olayı, “bilgi satma” cinsinden olabilir, “toplumda itibar kazanma” cinsinden olabilir, “akademik kariyer yapma” cinsinden olabilir, “faziletli olduğunun belgesi olarak Risalelere vukûfiyetinin delili” cinsinden olabilir vs.
Bizi bu menfi durumlar değil de, müspet olan durumlar ilgilendirmeli. Onlar yalnızca örneklerdi, ki böylesi yanlışlara düşmemek için dikkatimizi çekmekti niyetim.
Aslında, inşaAllah, Kur’an ve hadisler de böyle bir anlayışa tabi tutulmalı. Elhamdülillah, Kur’an’ın bir düsturlar kaynağı olarak değerlendirildiğini bu asırda Risale-i Nurlar’da görüyoruz. Yani, Risalelerin müellifi, “Kur’an’ı kendine mal etmiş.” Kur’an’ın düsturlarını tespit etmiş, o düsturlar ile yaşamış ve o düsturlar ile konuşmuş, yazmış, çizmiş. Her dikkatli okuyucusu anlar ki, Risalelerde Kur’an ayetleri nakledilir. Ama hiçbir zaman o ayetler, nakil ile kalmaz. Bahsedilen ayetin içeriği, o ayette hangi usul ile ele alınmışsa, o usulü takip eden bir izah ile, o ayetin “hak” bir mesajı içerdiği, her insanın bu mesajı onaylayabileceğinin bir sergilemesi mahiyetinde açıklama takip eder. O ayet, okuyucusuna bir hayat rehberi olur. Hem de rahatlıkla “hak” olduğunu tasdik ede ede hayatında uygulayabileceği bir rehber olur. “N’apalım, Allah böyle demiş, öyleyse doğrudur. Allah bu canım, öyle demişse öyledir,” diye taklit ile değil de, kalb rahatlığı ile tasdik ederek hayatına rehber edineceği bir “ayet” olur. Yani, ayetin bize ulaştırdığı mesajı “kendimize maletmek” mümkün olur.
Dikkatli okuyucularının dikkatini çeken bu özelliği ile Risale-i Nurlar hala önümüzde. Madem Kur’an, insana hayatını yaşarken takip etmesi gereken hayat düsturlarını ihtiva ediyor. O halde Kur’an’ı hayatımıza maledip, onu kendimiz için ve kendimizin içinde yaşayan bir rehber edinmenin adına, “Kur’an’ı kendimize maletmek” diyebilriz. Bunun örneğini Risale-i Nurlar’da görüyoruz. Kur’an’ı, kendisine yaşayan bir rehber yapmak isteyen veya Mustafa İslamoğlu hocamızın severek Kur’an’ın mealli tercümesine koyduğu isimdeki gibi, Kur’an’ı bir “Hayat Kitabı” yapmak için talebi olanlar Risale-i Nurlar’daki takip edilen usule dikkat edebilirler. Onları güzelce hazmettikten sonra, yani kendilerini bir okula gidip eğitim alır gibi eğittikten sonra, Risalelerin tümünde takip edilen USÛL’un farkına iyice vardıktan sonra, Kur’an’a muhatabiyet için hazırlanabilirler.
Her “Ben bir insanım,” diyen kişinin bu aşamadan geçmesi şart. Ortada, “Ben senin Yaratıcının sana hayat rehberi olmak için gönderdiği kitabım,” diye bağırıp duran bir kaynak varken, bu kaynağa kulak vermeden, Müslümanların bazılarının Kur’anî değerlere dayanmayan hatalarını bahane ederek, veya politik nedenlerle Kur’an’ı veya dini kendi şahsi hedefleri için basamak yapanların hatalarını bahane ederek, Kur’an’dan uzak kalmanın faturasını böyle bir kişi kendi öder. Gerçekten eğitimine gir, okuluna git, öğretmenlerini dinle. Ancak ondan sonra hala seni tatmin etmemiş ise, o zaman kararını ver. Kur’an’ı bir tarafa bırakabiliyorsan, o takdirde bırak. Yoksa, ya hiç elini sürmeyerek veya rafın en üstüne koyarak, yalnızca kulaktan dolma bilgilerle Kur’an’ı değerlendirme.
Şimdi konumuza yaklaşıyorum. Bilirsiniz, meşhur Hz. Aişe RA hadisi, Muhammed savs’i “Yaşayan Kur’andı” diye tanımlar. Öyle olmak zorundaydı, değilse, Rasulullah olamazdı. Kitabullah’ın taşıyıcısı, Kitabullah’ın yasayıcısı olmazsa olmazdı. Onun için bu hadis sahih mi diye incelemeye hiç gerek yok. Bu söz gerçekten söylenmemiş olsaydı bile, yine doğru bir sözdür. Bu son cümleyi kasıtlı olarak buraya sıkıştırdım. Zaten ana konumuz budur.
Yani, Rasulullah’ın bir sözü veya davranışı naklediliyor. Kim naklediyor? O sözü duyan ve davranışı gözlemleyen bir insan, ki biz bu insanlara “Rasulullah’ın hayat arkadaşları” manasında “sahabe” (arkadaş, dost, sohbet arkadaşı…) diyoruz. Bu zatlar Rasulullah savs’de gözlemlediklerini bize aktaran Rasulullah savm’in dostları, takipçileri vs. Bu insanlar duyduklarını aynen, gördüklerini gördükleri şekliyle aynen büyük bir sadakatle nakletmişler diğer insanlara. Paylaşmışlar heyecanlarını veya inançlarının kaynağını. Fakat hakkında rivayet yapılan zat (savs) “yaşayan Kur’an.” Dikkat edilmesi gereken nokta bu: Nakledilen sözün özünde, gözlemlenen davranışın içinde Kur’an var. Bu müthiş bir gerçektir ki, ihmal edilmeye gelmez. İnsanlar, Rasulullah savs’in sözünün kelimelerini, davranışın dış şeklini nakledebilirler ancak. İçerisini ise, “yaşayan Kur’an” gerçeğine göre, Kur’an dolduracak. Yani, hadis okuyucusunun Kur’an’dan aldığı terbiye dolduracak.
Kur’an’ı bir Hayat Rehberi olarak kendimize ne kadar maletmişsek, o kadar hadislerin içeriğini anlayabiliriz. Değilse, hadisler bizim için yalnızca ritüellerimizin ve muamelatımızın dış kalıplarını belirleyen bir kaynak olmaktan öte bir değeri olmaz.
Kur’an’ı kendimize maledecek bir “eğitim”e kendimizi tabi kıldıktan sonra, daha çok çalışmayı ve zamanı gerektiren “hadislerden “usul” çıkarmak” için çalışmalar yapılmaya çok ihtiyaç var. Fıkıh kuralları çıkarmaktan bahsetmiyorum. Bu vazifeyi selef-i salihin çok mükemmel bir şekilde yapmışlar. Hayatımızı, gerçeğine uygun bir tanımla yaşanmayı sağlayacak olan düsturları, usûlü, elde edebilmek için, yani Kur’an’ı yaşanır hale getirebilmek için hadislerden nasıl faydalanmamız gerektiğinden bahsediyorum. Uzun bir konu bu.
Kısacası, iman perspektifinden yapılmış bir hadis okuması ihtiyacı çok bariz.
Konunun biraz daha pratik yönünü gündeme getirirsek, hadis demek, “Sünnet-i Rasulullah” demek değildir. Madem, Risale-i Nur’un tarifiyle, “Sünnet-i Seniyyenin ahkamları içinde, cilveleri tecelli eden Esma-i Hüsna...” (24. Söz, 5. Dal, 3. Meyve) aranması gerekir. Bu ise, nakledilen bir hadisi okurken soracağımız soruyu belirliyor: “Bu hadiste nakledilen sözün veya davranışın içindeki Esma-i Hüsna’nın tecellisi nerede?” Bu soru bizi, “Bu nakledilen metinde (hadiste), baştan sona Rabbimizi bize tanıtan Kur’an’ın terbiyesi nerede?” sorusuna götürmelidir. Bu sorunun cevabını ancak, o sözü nakledilen kişinin (savs) “Yaşayan Kur’an” olduğu anlaşıldığı takdirde aramaya ihtiyaç duyarız. Şimdi anlaşıldı mı niye: Kur’anî iman eğitimini almamış bir kişinin, hadis okuması, o kişiyi yalnızca hadiste bahsi geçen meselenin zahirdeki “form”ü taklit etmek durumunda bırakır? Bu da güzeldir, amenna! Hiç yoktan iyidir, eyvallah! Biz burada hadis okuma prensiplerinden bahsediyoruz, kişileri yargılamak hiç mi hiç meselemiz değildir. Olması gerekeni konuşuyoruz. İnsanların yetmezliklerinin farkındayız. Kendimizin de yetmezliğini bizzat yaşıyoruz. Derdimiz de buradan kaynaklanıyor ya. Bu yetmezliğimizin üstesinden nasıl mümkün olduğu kadar gelebiliriz. Bunun bir çaresi yok mudur?
Evet, vardır. Yolumuz, hedefimiz Kur’an’ın terbiyesine girmekten başlayacak. Ondan sonradır ki, hadislerdeki “Kur’an’ı” bulacağız.
İşte budur, “Sünnet” denilen şey: Sünnet, yaşanan Kur’an’dır.
Mushaf, Kur’an’ın kağıda dökülmüş şeklidir. Hadis de, Rasululluh savs’in yaşadığı Kur’an’ın insan ifadelerine dökülmüş şeklidir.
Nasıl ki “Mushaf”tan Kur’an’a geçmek gerekir ve onun eğitimine girmek gerekir. “Hadis”ten de “Sünnet-i Rasulullah”a (Allah’ın bize Kendisini tanıtmak üzere yaptığı Konuşmayı bize yaşayarak gösteren Elçisinin örnekliğine) geçerek onu bizzat yaşamak gerekir.
Hocam Selamun Aleykum, “Kur’anî iman eğitimini almamış bir kişinin, hadis okuması, o kişiyi yalnızca hadiste bahsi geçen meselenin zahirdeki “form”ü taklit etmek durumunda bırakır? “Kur’ani iman eğitimini nasıl alacağız? Bu eğitim için hangi metodu uygulamak gerekir. Günde 5, 10 15, 20 sayfa Risale’i Nur okuyarak bu eğitim tamamlanmış olacak mıyız? Eğitimi tamamladığımızı nasıl anlayacağız? Allah’a emanet olunuz
Aleykumusselam,
Egitim icin once ihtiyac hissetmek gerekir. Gercekten ben neye muhtacim? Genellikle “ilim” ile “egitim” karistirilir. Gunde su kadar sayfa Risale-i Nur okumanin sayfa ile bagimli olmasi “bilgi” edinmek icin oldugunun gostergesidir. Kisinin, once neye ihtiyaci oldugunu belirlemesi ve bu ihtiyaca cevap arayacak bir “okuma” yapmasi beklenir. Sorularimiz kadar Kur’an tefsirlerinden cevap buluruz. Eger edindigimiz bilgi bir cevabini aradigimiz bir sorumuza cevap degilse, “bilgi” cinsinden kalir. Bir baska dikkatten kacirilmamasi gereken nokta da: Insanin ihtiyaci olunceye kadar bitmez.
Biz genellikle genel prensiplerden bahsederiz. Bu yazida da “iman egitimi almamis” demek, bir kisinin butun halini ifade etmez, yalnizca “iman egitimi almamislik halini, durumunu, alanini” ifade eder. Bir konuda “iman egitimi almis” demek, o konuda “iman egitimini ne kadar aldiysak, o kadar Kur’an’dan veya hadislerden faydalanabiliriz.” demektir.
Öncelikle, çok faydalandığım bu metinden kendime ders mahiyetinde bir formül çıkardım. İstifadeye vesile olur inşaAllah
“Hadislerdeki “Kur’an’ı” bulmak için (böyle bir ihtiyaç içindeysek) = Kur’an’ın malı olduğunu iddia eden Nur Risalelerinin Kur’ani iman eğitimine/terbiyesine (Kur’an’nın hazırlık okuluna) kayıt (niyet,irade) yaptırdıktan sonra bitimsiz bir eğitim [okuma (müteala ,müzakere, tedebbür, tefekkür,…)] bizi bekliyor. Ve bu caba ve duamızın yoğunluğu nispetindedir ki Kuran’ın eğitim ve terbiyesine girer ve hadislerdeki Kuran’ı keşfeder ve sünnet düsturlarıyla hayatımız anlam kazanır.