1:6. “Bizi dosdoğru yola ilet.”
Dosdoğru yol (sıratı müstakim) ne demektir?
- Fıtratımızdaki insani özelliklere uygun davranma seçeneğidir.
İnsan fıtratında, yaratıldığını ve dolayısıyla bir Yaratıcısının olması gerektiğini kabul etmeye meyillidir. Bu bir başlangıç noktasıdır. Yaratıldığımız için insani yeteneklerimizin, yani belirli özellikler ve istidatların bize verildiğini ve bunları kullanmamız gerektiğini fark etmeliyiz.
Nereye gidiyoruz?
Varlığımızın gayesini gerçekleştirmek için doğru bir yol bulmalıyız. Fakat, önce sorgulamalar yaparak aşağıdaki temelleri inşa etmeliyiz.
- Hiçbir şey kendi kendine var olmaz.
- Hiçbir şey kendi varlığını sürdüremez.
- Her şey nasıl mükemmel bir uyum ve iletişim içinde olabiliyor?
- Düzen kendi kendine mi değişiyor yoksa değişecek biçimde mi var ediliyor?
Dosdoğru yolun, insanın yaratılışına yerleştirilmiş istidat ve melekelerle tespit edilebilen bir başlangıç noktası vardır. İnsanı Var Eden, onu varlık gayesine ulaştırabilecek yetenek ve özelliklerle donatmıştır. Dosdoğru yol insanı, en kısa yoldan herhangi bir yöne sapmadan kâinatın Yaratıcısına bağlar. “Bizi dosdoğru yola ilet” bu manaya gelir.
Kur’an (50:16), insanın Varlık Kaynağının insana şah damarından daha yakın olduğunu ifade eder. İnsan olarak bunu nasıl tasdik edebiliriz?
- Yaratılışa müracaat ederek. Kendi yaratılışımdaki yaratma fiilini görüyorum. Bana varlık veren her Kim ise beni şu an var ediyor. Onu cismen göremiyorum ama var edildiğimi görüyorum. Varlığım devam ettiriliyor ve var olmamda benim hiçbir surette yetkimin olmadığını kesinlikle biliyorum. Demek ki Varlık Kaynağım şu an benimledir ve hatta zerrelerimin varlığını veren O’dur ve dolayısıyla O, her zaman zerrelerime kadar benimledir ve bana yakındır. Çünkü zerrelerim de her an olması gerektiği yere ve biçime kendileri karar veremiyor. Nasıl olmaları irade edilmişse öyle oluyorlar. Aksi halde, ben var olamam.
Bu noktada, “Allah, benim kalbimdedir” demek doğru anlaşılmaz ise usulen hatalıdır. Bunun anlamı “Benim kalbim Allah’ı tanıyacak kapasitededir” veya “Varlığımın yaratılışını görüyorum” demektir. Çünkü varlığımız yaratılmaya muhtaç olmakla Yaratıcının varlığına şehadet etmektedir. Yine, “Beni Allah yarattı” demek de usulen hatalıdır. Bunun yerine cümleyi ters çevirerek “Varlığımdaki yaratmayı görüyorum ve onun yalnızca Mutlak özelliklere sahip bir Yaratıcısı olmalıdır ve ona Allah denir” demek gerekir. Bundan emin olabilirim çünkü varlığım her gün değişiyor ve Biri beni sürekli değiştiriyor.
Bu dünyaya neden geldik?
Sorularımıza cevaplar bulmak için geldik. İnsaniyetimizin sorularına verilen cevaplar kâinat ve Kur’an’dadır. Onları bulmalıyız ve o cevapların gereğine göre yaşamalıyız.
Bu nasıl olacak?
Tıpkı bir matematik öğretmeninin bize bir denklem vererek ondaki x bilinmeyenini bulmamızı istemesi gibi cevabı bulmak için çalışmalıyız. Öğretmene bir x değeri bulup söylediğimizde, bu cevaba götüren işlemleri göstermemizi yani problemi nasıl çözdüğümüzü açıklamamızı ister. Benzer şekilde, kâinat sorularımıza cevap olacak işlemleri yaptığımız yerdir. Kutsal kitap, evrenden elde ettiğimiz cevapların doğruluğunu kontrol ettiğimiz cevap anahtarı gibidir. Cevaplar ve cevap anahtarında yazanlar eşleşirse, Kutsal kitabın Yaratıcının Sözü olduğunu tasdik ederiz. Bu, iki taraflı bir süreçtir. Ayrıca namaz, oruç, dua gibi ibadetler günlük hayatımızdaki kâinat araştırmalarımızdan çıkardığımız sonuçları ikrar etme biçimidir. Bu nedenle, sınav sorularına cevaplarımızı yazacağımız sınav kâğıdının önceden verilmesine benzer biçimde önce kâinat sonra da orada sorularına cevap arayacak olan insan yaratılmıştır.
Allah’ın var olduğu sonucuna nasıl ulaşırız?
1. Herhangi bir şeyi oluşturan parçaları inceleyin: Bu parçalar nasıl var oldu?
2. Sonucunuzu nefyedin: Bu parça kendi varlığını sürdürecek nitelikte değildir.
Kur’an daima Allah’ı la ilahe illa Hu biçiminde nefiyle tanıtır. Neden?
- Varlıklarda şahit olduğunuz kendi tecrübenize başvurun.
- Kâinata baktığınızda, hiçbir şeyin kendi Varlık Kaynağı olamayacağı sonucuna ulaşırsınız.
- Hu, bu kâinat türünden olmayan bir şeyi ifade eder.
Kur’an, iman ve inançla ilgili meselelerde genellikle nefiy dili kullanır. Yani, kâinatta varlıklara varlık verebilecek nitelikte hiçbir varlığın olmadığını ifade eder. İbadetlerle ilgili uygulamalar söz konusu olmadığı müddetçe Kur’an, kâinatı gaybın şahidi olarak gösterdiği için doğrudan reddiyelerle konuşur. Kâinatın yaptığı şahitliğin kaynağının kâinatın kendisi olamayacağını ve dolayısıyla bir başka Kaynağa işaret ettiğini bildirir.
Allah’a imanı nasıl tesis edeceğiz?
Yaratıcımız ile yaratılmışlığımız aracılığıyla iletişim kurarız. İnsani özelliklerimizin yaratılmışlığını idrak edebilir miyiz? Evet. Örneğin, nasıl düşündüğümüze bakalım. Beyin, kendi kendine düşünceleri yaratabilir mi? Hayır, çünkü düşüncenin Varlık Kaynağı madde değildir. İnsan öldüğünde beyin artık işlemez. Öyleyse, düşüncenin kaynağının madde olduğu gerçekten iddia edilebilir mi? Aynı şekilde, görme duyumuza bakalım. Nasıl oluyor da bir şeyleri görebiliyoruz? İnsan öldüğünde gözleri artık görmez. Göz, görme duyusunun Varlık Kaynağı olabilir mi? Hayır, bütün insani özelliklerimiz hep birlikte varlığımıza verilir. İnsani duygularımızın kaynağını ne bedende ve ne de beninin canlı oluşunda bulabiliriz. Gerek insanların ve gerekse hayvanların duygularının, canlılığın ötesinde bir özellikte olduğu unutulmamalıdır. Bugünkü materyalist bilim insanların ve hayvanların özelliklerinin kaynağını bedenin canlı oluşuyla ilişkilendirme çabasındadır. Fakat bütün canlıların bedeni aynı canlılık prensipleriyle çalışmasına karşın, her birinin duygusal özelliklerinin farklılaştığını ve her bir canlının yalnızca kendine ait olan özelliklerle donatıldığına dikkat etmemiz gerekir. Demek ki, beden ve canlılık ortak özelliklerine rağmen her bir canlının kendine ait özelliklerinin ayrı bir varlık kategorisinde olduğu sonucuna ulaşmak mantıki bir zorunluluktur. Kur’an bu özelliklerin kaynağının “ruh” olduğunu ve ruhun da varlık özelliklerinin madde cinsinden olmadığı için insanlar tarafından incelenemeyeceğini bildirir. “Sana ruhun ne olduğunu soruyorlar, de ki: “Ruh, Rabbimin emrinden ibarettir. Bu hususta size pek az bilgi verilmiştir.” (Kur’an, 17: 85) Ruhun varlığının incelenemeyecek mahiyette olması onun hakkında hiçbir bilgimiz olmadığı anlamına gelmez. Biz insan olarak her gün hem kendimizde ve hem de diğer canlılarda varlık kaynağının madde veya canlılık olamayacağını kavrayacağımız milyonlarca örneği görüyoruz, yaşıyoruz ve uygulamalarını yapıyoruz. Her insan bilir ki madde cinsinden olması mümkün olmayan sevme, korkma, hayatını devam ettirme, tehlikelerden uzak durma gibi sonsuza açılan duygularının varlığından kesinlikle emindir. Maddenin kendi varlığında da gözlemlenen anlamlılık, sanat, kasıt, güzellik gibi özellikler madde ile açıklanması mümkün olmayan ve fakat varlığından kesin emin olduğumuz özelliklerdir. Kur’an okurken hiç aklımızdan çıkarmayacağımız bir prensibi burada hatırlayalım: “Bir şeyin mahiyetini açıklayamamak o şeyin varlığını inkâr etmenin nedeni olamaz.” Materyalist görüş, bu konuda hiçbir delile dayanmadan “mahiyetini laboratuvar şartlarında inceleyemediğim bir şeyin varlığını da kabul etmem” demek olan çok saçma, mantık ve deneyim dışı bir anlayışı savunmakla ne kadar saçma bir görüş olduğunu sergilemiştir.
İnsani özelliklerimize odaklanabiliyor muyuz? Evet ama buna alışık değiliz. Bu nedenle yaratılmış her şeyde Yaratan’ı bulmaya çalışmamız gerekiyor. Bir şeyi neden sevdiğimizi sorgulamalıyız. Mutlu olmak ne anlama geliyor? Nasıl mutlu oluyoruz?
1. Bu his kendi kendine var olamaz.
2. İnsan, mutlu olma hissini kendisi yaratabilir mi?
Hayır, insan mutluluk duygusunu yarattığını iddia edemez. Bu duygu insanın yaratılışında yani fıtratında vardır ki insan bunu bizzat kendisi deneyimleyerek varlığını onaylamaktadır. Bu dünyada her şey O’nun iradesiyle yaratılmıştır.
İnsan, mutluluk duygusunu bu duygunun Varlık Kaynağı ile nasıl irtibatlandırır? Varlık Kaynağıyla arasındaki mesafe nedir? İnsanı, Varlık Kaynağına bağlayan en kısa ve doğru yol nedir?
Varlık Kaynağı, insana şah damarından daha yakındır. İnsan, varlığındaki mutluluk duygusunun bizzat kendisinde Varlık Kaynağı olan Yaratan’ın yaratma işlemiyle “hazır ve nazir” olarak bulur. İnsana bu duyguyu veren O’dur. İnsan, bir şeyden lezzet aldığında, “bu lezzet duygusunun varlık Kaynağı kâinatın yaratıcısı yani Rabbi olan Allah’tır ve dolayısıyla aslında O benim lezzet duygum üzerinden fiillerini sergilemektedir” demek zorundadır. Elbette insan, şu veya bu şekilde iradesini kullanabilme hürriyetine sahiptir. Bu ayetin ışığı altında, lezzet duygusunun Yaratıcısı sanki şöyle diyor: “Lütfen, duygularını Beni tanıma yolundan saptırma, bana doğrult. Bu, senin yaratılışınla Benim Yaratıcılığım arasındaki en kısa yoldur”. Yani gözlemlediğimiz yaratılma gerçeği, açıkça Yaratan gerçeğini gösterir. İnsanın algıladığı Yaratan ve yaratılma, sanki aralarında mesafe yokmuş gibi birbirinden ayırılamaz yakınlıktadır.
İnsani özelliklerimize dikkat edersek onlarda Yaratan’ın özelliklerinin tezahür ettiğini anlarız. Bu amaçla doğru bir usul anlayışına ihtiyacımız vardır. Örneğin, muhtaç birini gördük ve ona yardım etmek istiyoruz. Bu yardım etme duygusuyla ne yapmamız gerekir? Unutmamalıyız ki bu duygunun Yaratıcısı, yaratılıştaki düzene uyarak yardım isteyen bu muhtaç üzerinden fiilleri yaratmaktadır. Bu nedenle, yaptıklarımızla gurur duymak yerine, bu eylemleri ve duyguları Yaratanla iftihar etmeliyiz. Tabii ki, hür irademizle aşağıdaki üç seçeneği kullanarak düzene uyabiliriz:
- Yardım etmek.
- Görmezden gelmek.
- Başkasına yönlendirmek.
Bu seçeneklerden herhangi birini tercih etmekte özgürüz. Ancak yardım etme arzusunun bize verildiğini ve Yaratılmış olduğumuzu kabul ettiğimiz sürece doğru yoldayız. Eğer yardım etme imkânımız varsa birinci seçenek doğru ve iyi olandır. Yardım imkânımız yok ve bu yardım duygusunu tasdik ediyorsak geçerli bir mazeret nedeniyle ikinci seçenek yani görmezden gelmek uygun olabilir. Üçüncü seçenek de insanlara verilmiş imkanlara göre buralara bir yere düşer.
Bu ayet bize, doğru yola hidayete ihtiyacımız olduğunu öğretiyor. Demek ki varlıkların kendi kendine ve doğal biçimde var olduğu düşünceleriyle oyalanmadan onları Yaratana bağlamanın en kısa yolunu bulmalıyız. Yaratan ile yaratılmışlar arasına başka aracılar koymaktan sakınmalıyız. Mesela, Allah ağacı yarattı ve şimdi ağaç da meyvesini üretiyor şeklindeki bir düşünce, Allah’ın ağacın meyve üretmesine ihtiyacı var demek gibi Mutlak kavramıyla temelde çelişen bir anlayıştır. Bu anlayış, Allah ile meyve arasına bir “yaratıcı ağaç” koymak demektir. Kur’an’ın esas şirk dediği şeyin aslı budur. Sonuç olarak, iki nokta arasındaki en kısa mesafe düz bir çizgidir. Kur’an’ın söylediği de budur. Aşağıdaki ayet, yukarıdaki ayetin bir çeşit tefsiridir.
“O halde yüzünü, Allah’ı tek bir olan olarak tanıyıp dine, Allah’ın insanları üzerinde yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah’ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.” Rum (30): 30.
- En kısa yol, Allah’ı tanımaktır. Veya Allah’ı tanımak, varlık ile onun Varlık Kaynağını tanımaktır.
- Fıtrat bize ait değildir, ezelden beri böyle yaratılmışız.
- Kayyum: Allah, varlığı kendinden olandır. İmanı tahkik etmek için insaniyetimizdeki özelliklerin Allah’ın bizde tezahür eden özellikleri olduğuna şahitlik etmeliyiz. Öyle yaratılmışız ki bize verilen özellikler onların Sahibini tanımaya vesiledir. Bunu tasdik edebiliriz. Fıtrata uygun davranmak budur. Buna aykırı davranmamaya çalışmalıyız.
- Fıtratımıza uyup uymamakta hürüz.
- İnsani özelliklerimizin farkına varmazsak ait oldukları Kaynağın da farkına varmayız. Bunun farkına varma istidadı bize verilmiştir ama onları kullanmamayı tercih etmiş olabiliriz. Dikkatli olmamız gerekir. O zaman, bu duyguları kendimize ait zannetme hatasına düşerek bir şeyleri sevip sevmemenin kendimizden kaynaklandığını sanırız.
- Yaratıcımız, duygularımızda tezahür eder. Örneğin, muhtaçlara yardım etmekten hoşlanma duygusunu veren O’dur. Böylece yardım etmeyi tercih ederiz. Yani Yaratıcımız, yardım etmeyi sevme duygusuyla merhametini bizde yansıtır.
Duygularımızdan değil, hür irademizi kullanmaktan sorumluyuz. Yani Allah’ın bizim irademiz üzerinden yaratmasını tercih etmeliyiz. Duygular zaten bize verilmiştir, onlara muhtacız. Fakat bu duyguları nasıl kullanacağımız önemlidir. Bu noktada hürüz. Bir şeyden hoşlanıp hoşlanmama duygusunun varlığından değil bunlar arasında yaptığımız seçimlerden sorumluyuz. İnsan duyguları otomatik biçimde görev yapar. İnsanın sorumluluğu hür iradesiyle bu duyguları yönlendirip doğru ya da yanlış değerlendirmeler yapmaktır. İnsanın fıtratında Yaratıcısını tanımaya meyilli olması, insanın kendisindeki özelliklerin Varlık Kaynağını araştırarak Yaratıcıyla irtibat kuracak biçimde yaratılmış olması demektir.
*Islam From Within Youtube kanalında yayınlanan “Quran-Universe Parallel Reading: Chapter Fatiha– Part 7–07/13/17” başlıklı videonun transkriptinin çevirisidir.