Kur’an’ın gayesi, insana dünyadayken bilemediğini öğretmektir. Bu dünyanın varlık kaynağını ve insani duygularının tatmin edileceği bir var olma biçimini haber vermektir. Bu hakikatler, insanın dünyadayken erişemeyeceği türdendir. İnsan, bu varlık biçimini dünyadayken tecrübe edemez. O halde, böyle bir hakikatin olması gerektiğini nasıl anlayabilir? Aklen, fikren yapacağı benzetmeler bu konuda yardımcı olabilir. Örneğin, bu kâinatı bir sanatçının eseri olarak düşünebiliriz çünkü her şey mükemmel bir sanat eseri olarak karşımızda. Sanatçı bu eserin içinde midir? Hayır. Aynı şekilde kâinatın Varlık Kaynağı olan Sanatçısı da kâinatta olamaz ve Onu fiziken görmeyi beklemek anlamsızdır. Kâinat her bir parçasıyla, Sanatçısının varlığına delalet edecek şekilde var edilmektedir. Kâinata bakarak Sanatçının özelliklerini anlayabiliriz. Sanatçı, kâinat üzerinden Kendini insana tanıtır. Kâinatta olan biten her şey ve bütün varlıklar, Sanatçının özelliklerinin yansımalarından ibarettir. Bu varlık biçimleri ve onlarda görülen tüm özellikler insanı, mantıksal olarak mutlak bir Varlık Kaynağı olan Sanatçının var olması gerektiği sonucuna ulaştırır.
Kur’an, bu dünyanın kelimeleriyle konuşur fakat konuşmanın içeriği bu dünya türünden olmayan Varlık Kaynağına yani Allah’a aittir. Kur’an’ın sözleri bu kâinat türünden olmayan ve insanın ebediyet arzusuna cevap veren Mutlak Varlık Kaynağını tanıtır. Kur’an bu maksada ulaşmak için okunursa faydalanılabilir. İnsan bu Varlık Kaynağını dünyadaki tecrübeler üzerinden tanır. Dünya, insanın ebediyet ihtiyacına cevap bulmak için hazırlanmış bir eğitim, öğretim yeridir. Örneğin yetim, koruyucusu, desteği ve dayanağı olmayan demektir. Bu dünyanın pratik hayat şartları içinde yetim, böyle tanımlanabilir. Kur’an, maksadını gerçekleştirmek için bu gibi kavramlara daha kapsamlı anlamlar yükler. Bu noktada Kur’an’ın neden yetimlere iyi davranmayı ve muhtaçları doyurmayı öğütlediğini düşünmek gerekir. İnsanlarda bu duygular zaten var. Öyleyse, bu mesajın amacı nedir? Vahiy, insanın kapasitesinin ötesinde var olandan haber verir. Bu haber olmadan insan, dünyayı sadece gördüğü kadarıyla algılar ve orada kalır. Varlığındaki ebediyet arzusunu nasıl kullanacağını ve bu ebediyet arzusunun ne anlama geldiğini bilemez. Kendisine verilmiş insani özellikler ve duyguları sanki kendine aitmiş gibi kullanma hatasına düşer. Böylece varlık gayesinden sapar ve kendisini yalnızca doğum ile ölüm arasındaki kısa bir hayat için var zanneder. Bütün ilahi mesajlar insanı bu anlamsız zandan kurtarmak amacıyla gelir.
وَلَا يَحُضُّ عَلَىٰ طَعَامِ ٱلْمِسْكِينِ
107:3.” Miskini doyurmaya teşvik etmez.”
Dünya merkezli bir bakış açısı muhtaç, miskin ve yetimi daha çok fiziki ihtiyaçlarına göre tanımlar. Oysa muhtaç, miskin veya yetim sadece fiziki değil, esasen madde cinsinden olmayan duygularının tatmini için manevi gıdaya ihtiyaç duyandır. Varlık Kaynağını tanıma ihtiyacı bakımından tüm insanlar muhtaçtır. Yetim desteğe, korunmaya ve gözetilmeye muhtaçtır. Bütün varlıklar Varlık Kaynağıyla desteklenmeye muhtaç olan birer yetimdirler. Varlık Kaynağı olan Yaratıcıyı tanıyan bir insan hem kendini hem de diğer varlıkları Yaratıcının eseri olarak gördüğü için onları muhtaç, miskin ve yetim olmaktan kurtarır, selamete yani İslam’a ulaştırır. Örneğin, Güneş kendi kendine orada ezelden beri var demek, ona hakaret etmek ve bir yetimi itip kakmak gibi kötü davranmak demektir. Kendi kendine ve anlamsız bir biçimde var olmuş denildiğinde Güneş kendini savunamaz. Yaratıcıyı tanımayan biri ona hakarete uğramış yetim muamelesi yapıyor demektir. Yaratıcının eseri olarak gören bir insan ise aksine onu varlık kaynağı bakımından kutsal bir kardeş gibi görür, Yaratıcısından dolayı ona hürmet eder ve onun varlığını anlamlı bulur.
Benzer biçimde, çocuklar da Yaratıcıyla tanıştırılmaya muhtaç birer yetimdir. Bu noktada anne ve babalarının rehberliğine ve desteğine muhtaçtırlar. Bu bakış açısıyla bitkiler, hayvanlar, cansız maddeler ve bütün varlıklar Yaratıcıya izafe edilmeye muhtaç birer yetim ve miskindir. Her varlığa, bir Sahibi olduğu bilinciyle yaklaşmak ona merhamet etme sonucuna ulaştırır. İnsan, savunmasız duran herhangi bir varlığın bir Sahibi olduğunu ve onun başkasının malı olduğunu bilirse ona hakaret etmez ve Sahibinin işine karışmaz. Kâinatın Sahibi insandan eserinin hakkını vermesini ister. Eserin kimden olduğunu fark ederek ona göre davranmasını bekler. İnsan bu bilince, varlığına yerleştirilmiş olan ebediyet duygusuna cevap bularak ulaşabilir.
Kur’an, insana bu ebediyet duygusunu nasıl kullanacağını öğretmek gayesindedir. Kur’an okumanın esas amacı budur. Allah’ın Kelamı olan Kur’an’ı kendi özel yapısı ve bağlamıyla birlikte anlamak gerekir. İnsan, bu dünyayı sevecek biçimde yaratılmıştır. Bu noktada dünyanın geçici güzelliklerine dalarak ebedi mutluluğa muhtaç olduğu hakikatini unutmaması için sürekli bir uyarı ve hatırlatmaya ihtiyacı vardır. Kur’an bu uyarıyı ve hatırlatmayı yapmak üzere gönderilmiştir. Kur’an okurken, “bu mesaj bana ne diyor, neden bunu söylüyor, bunu bana söylemesindeki amaç nedir?” diye sormak lazımdır. İnsan, kendine verilmiş özellikleri kullanarak ebedi mutluluğa nasıl ulaşacağını öğrenmek için Kur’an okur. Örneğin, yemek yemenin bedenden öte insani tarafımıza ne faydası var? İnsanın varlığını devam ettiren yemek midir? Bu noktada Kur’an insana, yemek yemekle ebediyet arasında nasıl bir bağlantı kuracağını öğretir. Açlık varsa yiyecekler de var olmalıdır. Benzer bicimde, şükür duygusu varsa teşekkür edilecek bir merci de var demektir. İnsan bedeninin özelliklerine uygun biçimde yiyecek var ederek yemek yeme fiilini yaratan Varlık Kaynağının rızık veren (Rezzak), merhamet eden (Rahman) ve yemekle birlikte tezahür eden diğer sonsuz özellikleri olduğunu anlar ve şükreder. Bu eğitimi bir insan modeli (Hz. Muhammed (SAV)) üzerinde uygulamalı biçimde öğreten Kur’an ve dolayısıyla mesajın Sahibi olan Allah’tır.
İnsandaki her duygunun bir anlamı ve hedefi vardır. Zaten insan için anlamlı olan bir şey manen tatmin edici olabilir. Eğer bu kâinat anlamlıysa o zaman bu anlamın insan ruhuna hitap eden bir biçimi ve dolayısıyla onu manen tatmin etmenin bir yolu olmalıdır. Kâinat şartlarında var olan fani varlıklar ve duygular insanın ebediyet beklentilerine cevap veremez. İşte bu noktada Kur’an’ın rehberliğine ihtiyaç vardır. Kur’an’dan alınan cevaplar insan için anlamlı olmalıdır. Bu cevapların anlamlı olabilmesi için de insanın kapasitesiyle tutarlı olması gerekir. Cevaplar insanın sadece aklına değil, kalbine de anlam kazandırmalı. İnsanın ebediyet arzusuna cevap bulabilmesi için gerekli olan her özellik ona verilmiştir. Yapması gereken tek şey iradesini bu cevapları arama yönünde kullanmak ve bulduğu cevapları kendi üzerinde test etmektir. İnsan kendisine verilmiş olan özellikler dolayısıyla övünüp gururlanamaz çünkü onlar geçici bir süreliğine kendi kullanımına emanet edilmiştir. Örneğin, ben iyi bir insanım, nezaketten anlarım demek yerine bu nezaket duygusunun Varlık Kaynağı nezaket sahibidir, bendeki ise sadece onun bir yansımasıdır diye düşünmek gerekir. İnsandaki tüm duygular insanın kendine ait olmadıklarını tasdik etmesi için veriliyor. Bunu nasıl gerçekleştireceği konusunda rehberliğe olan ihtiyacını ise insanı bu duygularla donatarak yaratanın karşılaması gerekir. Yaratıcının konuşması olan Kur’an, insana bu rehberliği yapar.
Islam From Within Youtube kanalında yayınlanan “Quran-Universe Parallel Reading: Chapter Maun – Part 5 –04/24/19” başlıklı video kaydı çalışılarak hazırlanmıştır.