“Kadere iman insanın hayatında gerçekten ne değiştiriyor ve ben bunu nasıl tecrübe ediyorum?” sorusu ile ilgili dünyama gelen bir manayı, bu meselenin birçok vechesinden belki bir veche olarak paylaşmak istiyorum.
Bu evrenin bir anlamı olması gerektiğini, anlamı varsa ‘anlamlı bir yapan’ın olması gerektiğini, bu yapıcının ‘anlamı anlayabilecek, şuurlu bir varlık olan ben’le konuşması gerektiğini, verdiği teorik öğretinin pratiğini yaşayan bir öğretmen göndermesi gerektiğini, bu eğitime tabi olmak ile olmamak arasındaki farkı bana bu dünyadaki algılarımla öğretmesi gerektiğini idrak ettiğim zaman, anlıyorum ki, her şeyi kontrol eden, takdir eden birisi var ve ben de eğitim için buradayım. Bu ne demek?
‘Hayır ve şerri Allah’tan bilmek’ olarak kendim için özetlediğim kadere iman, ‘bu dünyada eğitim için bulunduğum’ görüşüyle birleştiği zaman, insanlarla olan ilişkilerime ciddi bir yaklaşım değişimi yaşadığımı hissettim. Hayır bildiklerimin ve şer gördüklerimin ancak ve ancak Yaratıcı tarafından bana geldiği, yani bu hayırların ve nazarımdaki şerlerin kendileri vesilesiyle bana ulaştığı esbabın ve bilhassa insanların benim üzerimde (ve benim de onlar üzerinde) tesiri olmadığına ve olamayacağına, yani ‘yapan’ın, yaratanın onlar olmadığına iman etmek benim için ne anlama geliyor?
Diyelim ki bir kimse beni kızdırdı. Bana haksızlık yaptı. Ya da bana hediye aldı. Çok mutlu olacağım birşey yaptı. Her bir durumda soracağım soru, “kaderin sahibi beni bu durumda yaratarak bana ne öğretmek istiyor?” olmalıdır, diye anlıyorum. Ben bu durumdan kendime dair, dolayısıyla beni yapana dair ne öğreniyorum? Bu soru ile iştigal etmek, o insana bakışımı yüz seksen derece değiştiriyor, çünkü beni gereksiz birçok uğraştan kurtarıyor: Bu kişiye kızmaktan kurtuluyorum mesela. Ona ‘haddini bildirmek’ten kurtuluyorum. Ona minnet etmekten kurtuluyorum. Ona tesir vermeyi seçerek, hayır ve şer ondanmış gibi davranarak, ‘bütün bir eğitim sistemini işlevsizliğe indirmeyi tercih etmek’ günahından kurtuluyorum.
Evet, bana haksızlık yapmış olabilir. Bu, onun hür iradesiyle yapmış olduğu bir seçimdir ve kendisini ilgilendirir. Ben ona dua ederim, ama beni asıl ilgilendiren mesele, Rabbimin beni bu durumda, bu hissiyatta yaratarak bana ne anlatmak istediği olmalıdır. Ben kendi hür irademle bu okumayı yapmaya çalışmayı seçmeliyim. Bu yaklaşım tarzı nazarımı afaki dairelerden alarak, enfüse yönlendiriyor. Kendi eğitimimi anlamaya çalışmaktan başkasının şusuyla busuyla uğraşmaya vaktim kalmıyor. Hem karşımdaki insana kızmaktan, ondan nefret etmekten, ona minnet etmekten kurtuluyorum, hem karşıyı hedef alan, belki nefsimi zalimce tatmin etmekten başka hiçbir işe yaramayacak birçok aksiyon almaktan kurtuluyorum, hem ruhumu bu gereksizliklerden kurtararak hafifliyorum, hem de Yaratıcımı tanımakta bir adım daha atarak kendimi varoluş amacım dahilinde geliştirme fırsatını yakalıyorum. Kâr içinde kâr.
Peki bana haksızlık yapıldıysa hakkımı aramayacak mıyım? İmkânım varsa tabii ki ararım. Ama bunu da Yaratıcımın Adl ismini tecrübe etmek için yaparım, karşımdakine olan kızgınlığımdan veya düşmanlığımdan değil. Bu eğitimin vakti gelmiş demektir çünkü. Bana iyilik yapıldıysa teşekkür etmeyecek miyim? Tabii ki edeceğim. Ama bunu Şakir ismini tecrübe etmek için yaparım. Bu da bir kadere iman eğitimidir…
Bu yaklaşım (en azından teorik olarak) insanların yaptıklarına bakışımı niteliksel olarak değiştiriyor diye düşünüyorum.
Kader kavramının hayatımızda ne önemi olduğu ve nasıl kullanılması gerektiği ile ilgili olarak Hadid suresi 22 ve 23. ayetler okunabilir.
22- Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce bir kitapta yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah’a göre kolaydır.
23- (Allah bunu) elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve Allah’ın size verdiği nimetlerle şımarmayasınız diye açıklamaktadır. Çünkü Allah, kendini beğenip böbürlenen kimseleri sevmez.
26. söz Kader bahsinde kaderin neden iman meseleleri içine girdiği ve doğru kullanımının nasıl olacağı izah edilirken sanki bu ayetlerin izahı yapılmış gibidir.
Haksızlıkla karşılaşıldığında hak aramak konusu ise kader itikadına zıt değildir. Karşılaşılan haksızlık dahi kaderin takdir etmesi ile önümüze çıkmıştır. Murad-ı İlahi; “haksızlığa karşı mücadele etmek hususundaki veya emanet olarak bize verilenlerin hukukunu korumaktaki gayretimizi değerlendirmektir” diye düşünebiliriz.