Diğer Risale-i Nur Okumaları

‘Ahlâk-Nasihat’ Kitapları ve Kur’an

‘Ahlâk-Nasihat’ Kitapları ve Kur’an | Ha-Mim

Ha-mim’in 27. 12. 2020 tarihli Mektubat dersinde, üç hafta evvel mütalaa edilmeye başlanan 26. Mektub okunup müzakeresine devam edildi. “Hüccetü’l-Kur’an ale’s-şeytan ve hizbihi” başlıklı mektubun bu haftaki bölümünde, şeytanın, “Kur’an’ın mesâili gibi çok zatlar o çeşit mesâili din namına söylüyorlar. Onun için bir beşer, din namına böyle bir şey yapmak mümkün değil mi?” şeklindeki suali etrafında verilen dört gerekçeli cevap müzakere edildi. Gerek cevabî metnin uzun olması gerekse dönen müzakerelerde nispeten uzun tevcihlerin ortaya konulması sebebiyle, -bunları ilgili ders kayıtlarına havale edip- burada konunun bir yönüyle ilgili olarak ortaya konulan bir tefekkürü paylaşmak istiyorum.

Konu şu: Gerek genel anlamda insanlık alemine gerekse özelde İslam alemine bakıldığında, toplumu moral değerleri bakımından eğitmeye yönelik çok sayıda popüler kitabın kaleme alınmış olduğunu görüyoruz. Bu kitapları Kur’an’la kıyasladığımızda nasıl bir tablo çıkıyor ortaya? Verdiği mesajlar bakımından bunlar da Kur’an gibi midirler, yahut Kur’an bunlarla ciddi anlamda benzeşiyor mu?

Derste bu vesile ile paylaşılan müzakereyi ben oldukça istifadeli buldum. Ayrı paragraflar halinde bu müzakerede dikkat çekici notları aşağıya alıyorum.

*Evet, hemen hemen her toplumda “nasihatname”, “menakibname”, “vasiyetname”, “vilayetname”, “Bostan”, “Gülistan”, “Hayriyye”, “pendname” gibi değişik adlarla anılan ahlâkî kitaplar telif edilmiş, bunlar insanların belli oranda rağbetlerine de mazhar olmuştur. İsimleri ve etkileri değişik de olsa bu tür kitapların genel özellikleri toplumu eğitmek, dirlik ve düzeni sağlamak, insanların daha huzurlu bir hayat yaşamalarını temin etmek üzere belli ahlâkî esaslara vurgu yapmaktır. Bazen bu esaslar bir sûfî ileri gelenin hayatında senaryolaştırılarak, bazen etkili atasözü ve vecizelerle desteklenerek, bazen şiirsel anlatımlara büründürülerek, bazen hayali hikayeciklerle temellendirilerek yazılmıştır. Bu kitapların temel mesajı ahlâk kurallarına dikkat çekerek insanların “iyi ve ahlâklı” olmalarını temin etmeye çalışmaktan ibarettir.

*Bu açıdan Kur’an’a baktığımızda, “şu iyi şeyleri yapın, şu kötü şeylerden uzak durun” tarzında ahlâk kurallarından bahseden ayetlerin sayısının oldukça az olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla bu noktada söz konusu kitaplar ile Kur’an arasında çok bariz bir fark bulunduğu aşikardır.

*Peki, “Kur’an’ın temel mesajları nedir”, diye baktığımızda, bütün Kur’an çalışanları -sıralamada veya listeyi biraz daha uzatmakta küçük farklılıklar göstermekle birlikte- şu dört temel konunun Kur’an’ın ana mesajını teşkil ettiğinde ittifak halindedir: Tevhid, nübüvvet, haşir, ubudiyet yani ibadet ve adalet.

Kur’an’ın bu dört ana mesajının temelini tevhit teşkil eder. Tevhit insana bir dünya görüşü, bir varlık görüşü sunar; “senin varlık kaynağın kimdir” sorusunun cevabını verir. Bu, insanın kendisini doğru tanımlaması için zorunlu bir açıklamadır. Bu sorunun cevabının net olarak ortaya konulması ve gerekçelerinin ikna edici şekilde vaz edilmesi şarttır. İşte Kur’an ilkin bunu yapar.

*Kur’an’ın bu dört ana mesajının temelini tevhit teşkil eder. Tevhit insana bir dünya görüşü, bir varlık görüşü sunar; “senin varlık kaynağın kimdir” sorusunun cevabını verir. Bu, insanın kendisini doğru tanımlaması için zorunlu bir açıklamadır. Bu sorunun cevabının net olarak ortaya konulması ve gerekçelerinin ikna edici şekilde vaz edilmesi şarttır. İşte Kur’an ilkin bunu yapar. İnsana varlık ve anlam arayışında yol gösterir. İnsanın ve kainatın varlık kaynağını, -ki biz Ona Yaratıcı deriz- varlıklardan yola çıkarak tanıtır, öğretir, bildirir. Oysa biz sözü edilen popüler ahlâk kitaplarında böyle bir tablo görmüyoruz.

*Baktığımızda, mesela, Mekke’de nazil olan ayetlerin neredeyse tamamında Kur’an’ın, kainatın kendi kendine var olamayacağına, varlığını koruyamayacağına, her zaman bir yaratıcıya muhtaç olduğuna odaklandığını görüyoruz. Ayetler, “eğer O Yaratıcı olmazsa kainat var olamaz, kendi kendine ayakta kalamaz, dağılır-gider, yok olur” diyor. Yani Kur’an’da bütün mesele “varlık meselesi”. Bütün varlığın O Var Edici tarafından var edildiği, Onun bir olduğu, Onun “mutlak” olduğu meselesi. Tevhid diyoruz buna kısaca.

*Kur’an’ın ikinci ana mesajı nübüvvettir. Yani şu kainatın Yaratıcısı insana Kendisini bildirmek için ve insanın sorularını cevaplandırmak ve kaygılarını gidermek için bir mesaj göndermelidir. Çünkü her ne kadar insan kainata bakarak, “bu basit bir yaratılışa benzemiyor, mutlaka bir Yaratıcısı olması lazım” dese de, bu aleme niçin geldiği, hayatının sonunda ne olacağı gibi sorulara varlıklardan cevap gelmiyor. Tamam, bir Yaratıcı var da peki bu Yaratıcı insanı niçin yarattı? Amacı nedir? İnsan bunları öğrenmek istiyor.

*İnsan bu sorular ile kainata baktığında, kendisi ile kainat arasında bir çelişki görüyor. İnsan sahip olduğu duygular itibariyle şunu şunu istiyor ama bunlar gerçekleşmiyor. Hayat acı, ıstırap ve sıkıntılarla dolu görünüyor. Bir de üstüne üstlük ölüm denilen bir olay var ki insanı yokluğa mahkum ediyor. İnsan soru, kaygı ve taleplerini ağaca yöneltiyor, ağaç sessiz kalıyor. Yıldızlara yöneltiyor, yıldızlar sessiz kalıyor, güneşe yöneltiyor, güneş sessiz kalıyor… Akıl, kainatı böyle mükemmel yaratan ve insanı bu soruları sorma ve cevaplarını arama özelliği ile donatan Var Edicinin mutlaka insanın sorularına cevap veren bir mesajı olması lazım sonucuna ulaşıyor. İnsana niçin yaratıldığını, burada vazifelerinin neler olduğunu, buradan nereye gittiğini/gideceğini bildiren bir mesaj. Buna vahiy diyoruz.

*Vahiy, “nübüvvet” konusunun bir parçasıdır. Kendisini, “Yaratıcının elçisi” olarak iddia eden kimsenin elinde mutlaka bir “mesaj” olmalıdır. Nebi yani elçi, sadece o mesajı ileten bir “postacı” değil aynı zamanda onu hayata yansıtarak “uygulama örnekleri” veren bir öğretmen, bir eğitmendir. Elbette bir öğretmenin elinde ne okutacağına dair dokümanlar olmalıdır. Resul yani elçi benim gibi bir insan olarak o mesajı hayatının her alanına taşıyarak bana rehberlik eder, daha doğrusu etmesi gerekir.

*Kur’an’ın üçüncü temel mesajı haşirdir. Yani siz bu dünyada bir eğitime tabi tutuluyorsunuz. -Deyim yerindeyse- bir meslek kazanıyorsunuz. Sonra da buradan mezun olduktan sonra aldığınız bu eğitime uygun bir hayata intikal edeceksiniz. Eğer bu eğitim döneminde meslek kazanamaz, eğitimde başar sağlayamazsanız karanlığa gömülüp gidecekseniz, cehenneme!

*Kur’an bu eğitim hayatında başarılı olmamız için çok ısrarcı olur. Başarılı olursak ne olur, başarılı olmazsak bizi ne bekliyor, bunları anlatır. Yanlış yapmayalım diye. Kur’an’da sayısal olarak cennetle müjdeleyen ayetlerden çok, cehennemle korkutan ayetler vardır. Niçin? Yanlış yapmayalım, yanlışta ısrar etmeyelim diye. Çünkü yanlış yapanlar yanlışlarının karşılığını bulacaklardır. Bu eğitim hayatında meslek kazanamayanlar, orada mesleksiz kalıp rezil-rüsva olacaklardır.

Senin vazifen Yaratıcıyı tanıyarak, Onun kainata yansıyan özelliklerini kendi dünyanda tecrübe ederek Ona yönelmendir. -Eğer ifade yanlış anlaşılmayacaksa- Onu taklit ederek, yani mesela, Onun hikmet, rahmet ve düzenini görüp kendi enfüsî dairende bunları deneyimleyip Onu hakîm, rahîm, nâzım bilerek Ona tabi ve teslim olmaktır.

*Kur’an’ın dördüncü temel mesajı ubudiyet yani ibadet ve adalettir. Evet, sen Onun yarattığı bir varlık olarak Onun hakkını vereceksin. Sen de Ondan hakkını alacaksın. Tamam da senin gerçekten hakkın var mı? Sadaka veriyorsun mesela, kendi cebinden mi veriyorsun? Hayır, Onun sana verdiklerinden veriyorsun. Neymiş, “çocuğu yedirdim, içirdim” diyorsun. Sen mi yediriyorsun? Yarattığın şeyler var da onları mı veriyorsun? “Patates, soğan, meyve yedirdim” diyorsun, söz gelimi. Onlar gerçekten senin mi? Sen mi yaptın onları? Hayır! Senin vazifen sana verilen her şeyi Yaratıcı adına kullanmaktır. Bu, aynı zamanda adaletin tanımıdır. Senin görevin dünyayı imar etmek değildir. Senin vazifen Yaratıcıyı tanıyarak, Onun kainata yansıyan özelliklerini kendi dünyanda tecrübe ederek Ona yönelmendir. -Eğer ifade yanlış anlaşılmayacaksa- Onu taklit ederek, yani mesela, Onun hikmet, rahmet ve düzenini görüp kendi enfüsî dairende bunları deneyimleyip Onu hakîm, rahîm, nâzım bilerek Ona tabi ve teslim olmaktır. Kısacası, Onu tanıyıp, bu dünyanın yaratılış şartlarında, kendine düşen görevi iradeni kullanarak Onun adına hareket etmektir. Daima Onu tanıyan ve tanıtan bir davranış içerisinde olmaktır.

*Sözünü ettiğimiz ahlâk kitaplarında Kur’an’ın bu mesajlarıyla paralel bir tablo görmüyoruz. Onlarda “şunu yapın, şu kötülüklerden uzak durun”a dayalı bir anlatım hakim. İşte mesela, “fakirlere el uzatın, sadaka verin” gibi. Dinsizler de “sadaka verin” diyor. Oysa Kur’an sadaka vererek Yaratıcının “Veren” olduğunu anlayın, verdiğinizi Onun verdiğini bilin, Onun Veren olduğunu kendi dünyanızda yaşayarak kalbinizle onaylayın, diyor.

*Yine mesela bahsettiğimiz türden kitaplar “çevreyi koruyun, ağaç kesmeyin, gelecek nesillerin faydalanması için güzel bir çevre bırakın” vs. şeklinde öğütler veriyor. Oysa Kur’an “gelecek nesillerin faydalanması için” diye bir temellendirmede bulunmaz. Her şeyi Yaratıcıyı tanıtmasına bakan boyutu ile görüp kendimizde bunu tecrübe ederek Onu tasdikimize temellendirme boyutu ile anlatır. Mesela, -çok yaygın rivayette belirtildiği üzere- “Yarın kıyametin kopacağını bilseniz de elinizdeki fidanı dikin” tavsiyesinde bulunulur, bir hadiste. Niçin? Çünkü fidan dikmekten murat başkalarının faydalanması değil, -ki faydalanabilir-, fakat bu bir yan üründür. İnsanın var edilişinin, kendisine verilen sonsuzluğu özleyen özelliklerin kullanılmasında ana maksat değildir. Ana maksat Yaratıcının Kendisini tanıtmasına imkan veren bir yaratma fiilinin gerçekleşmesidir. Yani, Onun marifetini görmemiz ve tasdik etmemizdir!

*Şuna da değinelim: Hz. Muhammed 23 yıl boyunca Kur’anî mesajları insanlara anlatmak için mücadele etti. Boykota uğradı, hicret etmek zorunda kaldı, savaşlara girdi, sayısız zorluk ve mücadelelerle yüz yüze geldi. Niçin? Hurma yapraklarından doldurulan yatağının daha konforlu olması için mi? Toplumda itibar sahibi olmak için mi? Hangi akıl buna evet der?

*Peki maksadı ne idi? İnsanların anlamsız ve sonu yokluk gibi görünen bir hayatı yaşayarak sonsuz mutluluğu özleyen duygularına cevap veren Yaratıcının mesajını insanlara ulaştırmak. Böylece insanlara, insanî duygularının tatminini sağlayarak gerçek mutluluğu temin etmeyi amaçlayan Yaratıcının Konuşmasını ulaştırmaktır. Yani kendini tatmin etmekten öte, tüm insanlığa Yaratıcının sonsuz mutluluğun yolunu gösteren mesajını ulaştırmaktır. Gerçek mutluluk, yalnız geçici bir hayat için kendini mutlu etmek değil, sonsuz mutluluk özlemini çeken tüm insanlığa mutluluk yolunu göstermektir. Değilse, diğer ahlâk kitapları ve öğreticileri insanlara geçici bir mutluluk yolu göstermek için çabalamaktadır. Fakat sonsuz mutluluk kaynağını ve o kaynağa ulaşma yollarını göstermek, Yaratıcının görevlendirdiği elçilerin ve o elçilerin mesajından faydalananların ana amacıdır. Kur’an ile diğer ahlâk kitapları arasındaki -bu temelde- tamamen farklılık gösteren bu özelliklere dikkat etmemiz gerekir.

*Sonuç olarak Kur’an’ın, insanları ve kainatı Yaratanın insanî ihtiyaçlarımızın karşılanmasında rehberlik yapan “hak söz”, onu insanlara tebliğ eden Hz. Muhammed (asm)’ın da Onun “hak peygamber”i olduğu, insanî duygularını değerlendirenler için açıktır. İnsanı yiyen, içen, çoğalan bir canlı bedenden ibaret görenler için ise, Kur’an’ın ve Onun Elçisinin mesajının diğer insanların ahlâk öğretilerinden tamamen farklı olduğunu görmesi mümkün değildir.

Yazar hakkında

İlyas Üzüm

Dünyalıyım. Güneş Sistemi sokağında oturuyorum. Yaşadığım Samanyolu galaksisi şehrini bile gezemedim. Yolda mıyım, emin değilim ama "yolda olmak, yolcu olmak" istiyorum; zaman ve varlığın sonsuz yolculuğunda.

Yorum yazın