Ders Notları

Lemaat, 136. Ders Notları

Ha-Mim Defaulted Featured Image

Ha-mim’in 20. 12. 2020 tarihli online 136. Lemaat dersinde, Kur’an’ın i’câzinin ‘yedi menba/unsur’ halinde işlendiği “Îcaz ile Beyan I’câz-i Kur’an” başlıklı uzun metnin üçüncü menbaı okunup “lafiz” ve “mânâ”sındaki câmiyyet kısmı müzakere edildi. Metnin ilgili kısmı şöyle:

“Üçüncü menba ise, beş cihetle harika bir câmiiyet vardır: Lâfzında, mânâsında, ahkâmda, hem ilminde, makàsidin mizanı.

Lâfzi tazammun eder pek vâsi ihtimâlât, hem vücüh-u kesire ki her biri nazar-ı belâgatte müstahsen, Arabiyece sahih, sırr-i teşrii lâyık görüyor ani.

Mânâsında mesârib-i evliya, ezvâk-i ârifîni, mezâhib-i şâlikîn, turuk-u mütekellimîn, menâhiç-i hükema, o i’câz-i beyanı

Birden ihata etmiş, hem de tazammun etmiş delâletinde vus’at, mânâsında genişlik. Bu pencere ile baksan, görürsün, ne geniştir meydanı.”

Her zaman olduğu gibi ben müzakereleri ders kaydına havale edip burada küçük şahsî çağrışımlarımı da ekleyerek bazı müzakere notlarını aktarmak istiyorum (her paragraf ayrı bir müzakereciye değil, ayrı bir müzakere notuna işaret eder):

*Bu başlıkla ilgili olarak önceki müzakerelerde de değinildiği üzere, Kuran’ın ı’câzı geniş ve bol örnekli olarak 25. Sözde işleniyor. Lemaat’taki bu metin adeta söz konusu Risalenin fihristi gibi gözüküyor. Nitekim “câmiyyet” konusu ile ilgili olarak burada dile getirilen hususlar adı geçen Risalenin İkinci Şua’ında geniş bir şekilde çalışılıyor. Dolayısıyla detaylı açıklamalar ve örnekler bakımından işaret edilen yerin okunması gerekiyor.

*Bildiğim kadarıyla câmiiyyet sözlükte “az sözle çok mânâ ifade etmek” anlamına geliyor. Diğer bir ifadeyle sözün, içerdiği anlam bakımından zengin, geniş ve kapsamlı olması, demek. Kur’an’ın câmiyyeti de, metinde işaret edildiği üzere, ‘ayetlerin lafiz, mâna, ahkam, ilim, maksat ve gâyâtında çok boyutlu, çok katmanlı, çok derinlikli bir özelliğe sahip olması’ şeklinde anlaşılıyor.

*Metin, Kur’an’ın lafzında “câmiiyyet” olduğunu ifade ediyor. Daha önce de sıklıkla gündeme geldiği üzere, Kur’an kainatı yaratanın konuşması ise benim kainatta yaptığım gözlemlerimle uyuşması lazım. Bu bağlamda kainata baktığımda, her bir varlıkta “câmî” yani kapsamlı bir fonksiyon görüyorum. Mesela, karaciğerin onlarca görevinden bahsediliyor. Bedenimin iki yanında bulunan ellerimin birçok işlevi var. Onlarla tutuyorum, kavrıyorum, kaldırıyorum, itiyorum, çekiyorum… Lokmayı ağzıma götürüyorum, yazı yazıyorum, kıyafetlerimi giyiyorum… Yani elim “câmî” bir yaratılışa sahip. Diğer varlıklarda da bu câmiiyyeti görüyoruz. Güneş dünyamızı hem ısıtıyor, hem aydınlatıyor, hem de dünyamızın uzay boşluğuna savrulmasını önlemek için çekiyor vs… Demek ki her şeyde ‘çok fonksiyonellik’ özelliği var; bildiğim-bilmediğim yahut bilinen-bilinmeyen. Öyleyse “ben kainatın Yaratıcısının sözüyüm” diyen Kur’an’da da bir câmiiyet olmalıdır, derim. Nitekim bu çerçevede verilen örnekler bunun tam da böyle olduğunu gösteriyor. Mesela, adı geçen Risale’deki örneğe atıf yapılırsa, ayette “Biz dağları yer yüzüne çivi gibi çaktık” buyruluyor. Bu ayeti çıplak gözle dağlara bakanlar şöyle anlıyor, eğitim seviyesi yüksek olanlar şöyle anlıyor, şairler şöyle anlıyor, jeologlar şöyle anlıyor… Demek ayetin lafzındaki câmiiyyet bütün bu anlamları içine alan bir “kapsamlılık” taşıyor. Tıpkı kainatta, varlıklarda gördüğüm kapsamlılık gibi…

*Evet, ifade olunduğu gibi, eğer Kur’an kainatı yaratanın konuşması ise her hâl ü kârda kainatta gördüğümüz özelliklerle paralellik arz etmesi lazım. Mesela kainata baktığımızda, “bunun Yaratıcısı sonsuz güce sahip olmalıdır”, diyorsak Kur’an’da da Yaratıcının kudretinin sonsuzluğunun ifade edilmiş olması lazım. Niçin? Tarif gereği. Ben de az önce dile getirilen “el” üzerinden gideyim. Bilgisayarda program yazan bir kişiye “el” ne işe yarar derseniz, yaptığı işe referansla çok güzel açıklamalar yapar. Bir marangoza sorarsanız, “adeta marangozluk yapmak için verilmiş organ” der. Bir araba tamircisine sorarsanız, “bu organımla anahtarı şöyle tutuyorum, penseyi şöyle kavrıyorum” şeklinde açıklama yaparak cevap verir. Bir hattata, bir müzehhibe, bir ressama sorduğunuzda da cevaplar bellidir. Bunların hepsi haklıdır. Gerçekten “el” diğer organlarımız ve kainattaki diğer varlıklar gibi “çok amaçlı”dır. Böyle yaratılmıştır. Bu, eldeki “câmiiyet”tir. Kur’an’a baktığımızda da onun ayetlerinde, hatta kelimelerinde bu “câmiiyyet”i görüyoruz.

*Bunu moderatör arkadaşın verdiği örnek üzerinden açalım: “müflihûn” kelimesi. Kur’an diyor ki, “şuna şuna inanıp şunu şunu yapanlar ‘felah’a ulaşacaklardır”. Yani, “istediğimiz şuydu, tamam, istediğimize erdik” diyeceklerdir. Peki, insan ya da insan gruplarına göre “istenen şey” nedir veya nelerdir? Birisi der ki, “aman ben cehennemden uzak olayım, yeter”. Tamam efendim, senin için “felah” budur, denilir. Birisi der ki ben “şöyle çoluk çocuk cennete gideyim, şunları yiyelim, şunları içelim, orada şöyle şöyle olsun”. Ona denir ki “tamam efendim”. Bir başkası der ki “ben Yaratıcıma kavuşayım, onun hoşnutluğunu kazanayım”. Ona denir ki “tamam efendim, buyur”… Sonuç olarak bunların hepsi doğrudur, fıtrî taleptir, “felah”tır. İşte Kur’an, “…onlar felaha erenlerdir” anlamında “müflihûn” kelimesini zikredip arkasından hiçbir açıklama yapmaması, muhatabın beklentisi ne ise o beklentisinin gerçekleştirileceğini belirtmek için, “câmi” bir ifadeyle bütün bunlara işaret eder; iman eden ve salih amel işleyenlerin felaha yani beklentileri ne ise ona/kurtuluşa erişeceğini beyan eder.

Evet, ifade olunduğu gibi, eğer Kur’an kainatı yaratanın konuşması ise her hâl ü kârda kainatta gördüğümüz özelliklerle paralellik arz etmesi lazım. Mesela kainata baktığımızda, “bunun Yaratıcısı sonsuz güce sahip olmalıdır”, diyorsak Kur’an’da da Yaratıcının kudretinin sonsuzluğunun ifade edilmiş olması lazım. Niçin? Tarif gereği.

*Kur’an’ın mânâsındaki câmiiyyete dair bir çağrışımımı paylaşmak istiyorum. Metin diyor ki, -mealen- “Kur’an’ın çok geniş mânâ dünyası bütün evliya meşreblerini, ariflerin zevklerini, kelamcıların yollarını, hikmet avcılarının ekollerini ihata eder”. Yine aynı usulü izleyerek önce kainata baktığımızda bir çiçeğin, bir bahçenin, bir kelebeğin, bir yıldız kümesinin insanların fikir ve duygu dünyasına çok geniş anlamlar taşıdığını açıkça görüyoruz. Varlıklardaki özellikleri inceleyen ve bunların varlıkların kendilerinden değil, kainat cinsinden olmaması gereken bir Varlık Kaynağından geldiğini tasdik eden her insan; kendi his, birikim ve yönelimlerine uygun olarak farklı mânâlar devşirirler. Mesela düşünce insanı ise şu şu incelikleri fark eder, gönül insanı ise şöyle şöyle hisseder, estetik uzmanı ise şu şu boyutları yakalar… İşte peşin hükümle “bu bir insan sözüdür” yargısına kapılmadan incelediğimiz zaman Kur’an’daki ayetlerin de her insan grubunu, her eğilim sahibini bilgilendirecek, tatmin edecek, besleyecek özellikte olduğunu görüyoruz. Söz gelimi ayetler hem aklî temellendirmeler üzerinden yol alan kimseleri hem derûnî dünyası geniş olan kimseleri aydınlatıp tatmin ediyor. Dolayısıyla bu açıdan bakıldığında da kainattaki varlıklar ile ayetlerdeki “kapsamlılık” özelliğinin paralel olduğunu anlıyoruz.

Bir kimse -eğitim seviyesi ve şartları ne olursa olsun- samimiyet içinde Kur’an’a muhatap olur, “Benim Rabbim bana konuşuyor, anlamaya çalışayım” derse, Kur’an o kişinin her talebine adeta “ben buradayım” diye mesaj verecektir.

*Ben, metindeki “meşarib-i evliya, ezvâk-i arifin, mezahib-i salikin, turuk-ı mütekelimin” ifadelerinin düşündürdüğü, -kendimce çok önemli- bir hususa intikal etmek istiyorum: Bazı insanlar televizyon kanallarında, medyada veya sosyal paylaşım ağlarında çeşitli hocalara, cemaat yahut tarikat yaklaşımlarına bakarak, “herkes bir yol tutturmuş gidiyor, bu ne demeye geliyor, böyle farklılıklar olur mu” diyerek tenkitte bulunuyorlar. Bunların bir kısmı kainattaki çeşitliliği, Kur’an’daki câmiiyyeti, fıtrattaki farklılıkları bilmemeye dayalı zırcahillikten kaynaklanıyor. Bir kısmı ise -sözde dinî birlikten yana görünerek- dini resmi, tekelci, seküler ellere vermeye dayalı ‘hin’likten kaynaklanıyor. Çok dikkatli olmak lazım. Bireysel düzlemde baktığımızda insanların farklı özellikleri yok mu? Kimisi doktor olmak ister, kimisi mühendisliği tercih eder, kimisi ticarete meraklıdır vs. Bunlar fıtrî gerçekliktir. Dinî teşekküller, tarikatlar ve cemaatler de -Kur’an ve sünnetin temel prensiplerine bağlı kalmak şartıyla- haktır, fıtrîdir. Her çeşit insan grubunun kendi kapasitesinde, beklentisine göre bir tür eğitime ihtiyacı vardır. Kimse insanlardaki çeşitliliği reddederek, bütün insanların yaratıcısının konuşması olan Kur’an’ı tek bir kalıp öğreti sunuyormuş gibi telakki ederek, tekeli altına alamaz. Sanki kainatın ve Allah’ın yaratıcısının bütün insan gruplarına yapmış olduğu rehberlik konuşmasını (Kur’an’ı) tek tip insan varmış gibi bir işleme tabi tutamaz. Bunun en güzel örneği Kuran’ın harika özelliklerini herkesin kendi kapasitesi ve ihtiyaç duyduğu alanda tefsir etmek üzere on binlerce tefsir yazılmış olması ve hâlâ da yazılmaya devam etmesidir. Kur’an’ın bitmez tükenmez anlam liflerinin detaylarına girilme teşebbüslerini engellemek ve tekele almak Kur’an’ın, kainatın ve insanın yaratılış gerçekliğine aykırıdır. Öte yandan bazı dinî muhitlerde ortaya çıkan yanlışlıklar veya tikel olumsuzluklar dinî cemaatlere ilişkin tereddüt uyandırmamalıdır. Elbette bu olumsuzluklara karşı çıkılmalıdır ama ailelerin çocuklarını “eğitim” amaçlı bu çeşit muhitlere göndermeyi engellemeye çalışanlara da pirim verilmemelidir. Tekrar çeşitliliğe dönersek, mesela, her genci aynı meslekte eğitim görmeye zorlamak, insan ve toplum hayatının gerçeklerine aykırıdır. Eğer din eğitimi tek bir resmi kurumun tekeline alınacak olursa genç neslin seküler, deist, belki materyalist dünyaya savrulması kaçınılmaz olacaktır. Nitekim vakıa da böyle seyrediyor. Sonuç itibariyle çok dikkatli olmak, sorumluluğumuzu üst düzeyde hissetmek ve bu gidişe sağlıklı çözüm bulmak zaruridir. Herkes kendi çapında aynı ihtiyacı paylaşan kişilerle ders halkaları oluşturarak yetişen neslin elinden tutmaya çalışmalıdır. “Her kafadan bir ses çıkıyor” bahanesiyle üniversitelerdeki bilim dallarını kapatıp, bir kurumun duyduğu ihtiyaca göre bütün gençleri, mesela, doktor olmaya zorlamaya hiçbir kurumun hakkı yoktur.

*Bir müzakereci konunun “ehadiyet” ile ilişkisini gündeme getirdi. Ben bunun çok önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü Kur’an’da “ehadiyet sırrı” ve “kainatta ehadiyet sırrı” temel bir prensiptir. Kainata baktığımız zaman her varlığa ayrı bir kimlik, ayrı bir kişilik, ayrı bir elbise biçilmiş olduğunu görüyoruz. Terziler bedene göre elbise dikerler ya, işte bunun gibi. Mesela milyarlarca çeşit ağacın her birine, keza milyarlarca insanın her birine ayrı bir elbise dikiliyor. Bir de imalat dünyasında “konfeksiyon” var. Halbuki kainatta konfeksiyon yok. Her çiçeğe, her kuşa, her insana “özel” elbiseler biçiliyor. Ehadiyet sırrı bu. Kur’an da böyle. Kainatın tek mutlak yaratıcısı olarak “ehad” olanın konuşması o. Bir kimse -eğitim seviyesi ve şartları ne olursa olsun- samimiyet içinde Kur’an’a muhatap olur, “Benim Rabbim bana konuşuyor, anlamaya çalışayım” derse, Kur’an o kişinin her talebine adeta “ben buradayım” diye mesaj verecektir.

Yazar hakkında

İlyas Üzüm

Dünyalıyım. Güneş Sistemi sokağında oturuyorum. Yaşadığım Samanyolu galaksisi şehrini bile gezemedim. Yolda mıyım, emin değilim ama "yolda olmak, yolcu olmak" istiyorum; zaman ve varlığın sonsuz yolculuğunda.

Yorum yazın