Usûle Dair Kur'an Okumaları

Kur’an Okuma Denemeleri: Kâfirun Suresi-1

Kur’an Okuma Denemeleri: Kâfirun Suresi-1 | Ha-Mim

Kâfirun suresi, içerik ve dil bakımından nübüvvetin ikinci yılındaki dönemi yansıtmaktadır. Kronolojik olarak on sekizinci sırada nazil olmuştur. Surenin odak noktası kâfirler ve müşriklerdir. Küfür veya şirk ne demektir? Kur’an’a göre küfür veya şirk, bütün kâinatın Varlık Kaynağı olan Yaratıcıdan başka herhangi bir varlığa veya sebebe uluhiyet yani var edebilme özelliği atfetmektir. Bu tanıma göre sebepleri, sonuçların varlık nedeni olarak görmek de küfür veya şirktir. Hiç kimse ben Allah’a inanıyorum ama bu şey de ilahtır demez. Peki öyleyse ilahlık ne demektir? İlah, varlık verebilme özelliğini ifade eder. Örneğin, arı bal yapar demek arıya varlık kaynağı olma yani ilahlık özelliğini atfetmek demektir. Veya birisine benim mutluluk kaynağım demek o kişiye mutluluk verebilme özelliğine sahip olma ve bu bakımdan ilahlık özelliği atfetmek manasına gelir. Kitleleri peşinden sürükleyen şarkıcı veya sanatçılara yıldız demek bu bakımdan rastlantı değildir. İnsanlar bu meşhur kişileri, vicdanın nurundan mahrum kalmış karanlık dünyalarını aydınlatan birer yıldız gibi kutsayarak sever ve takip ederler. Kendilerine ilah (idol) edinirler. İnsaniyetini kaybetmemiş insanlar bu noktada ciddi bir sorgulama sürecine girerler. Arı gerçekten bal yapabilir mi? Mutluluk kaynağı gerçekten bir insan olabilir mi? Müzisyen, gerçekten bir müzik eseri yaratabilir mi? Bu varlıklar zaten var edilmeye muhtaçtır. Öyleyse bu sözleri söylemek mümkün mü? Varlık vermek açısından böyle konuşmak hakikate terstir. Fakat bir sanatçı, bana verilmiş olan yeteneği kullanarak var edilmeye vesile oldum diyebilir. Var eden sanatçı değildir fakat var edilme kurallarına uygun davranarak eserin ortaya çıkmasına vesile oluyor. Sanatçı kendindeki sanat yeteneğinin varlık kaynağı değildir. Tıpkı bir ağacın, dalında elma var edilmesine tesirinin olmaması gibi sanatçı da eserin var edilmesinde müessir değildir. Eser, onun iradesini düzenli yaratılışın düzenine uyarak yaratılmasını Yaratıcıdan istemesine olumlu cevap verilmesinin sonucudur. Gündelik konuşmalarda kasıtlı olarak ilahlık atfetmeden yemek yaptım, ders çalıştım veya okula gittim gibi ifadeler kullanırız. Kimse bu fiilleri yaratan benim demez ama yemek yapabilme, yürüme gibi insana verilmiş olan istidatları kullanmak söz konusudur. Kasıtlı olarak bu fiilleri var eden Yaratıcıyı tanımamak, başka olayları veya sebepleri var edici kaynak yani ilah olarak görmek, küfür veya şirktir.

Kur’an Okuma Denemeleri: Kâfirun Suresi-1 | Ha-Mim

Yaratılan her şeyi ve olayı, bizzat Yaratıcının eseri olarak görmek ve eserlerde yansıyan özelliklerden hareketle Yaratıcıyı tanımaya çalışmak İslam’ın temelidir. Bu bağlamda oruç ibadeti özel bir konumdadır. Oruç nedir? Kur’an’da oruç manasına gelen “savm” kelimesi geçer. Oruç denildiğinde, genellikle Ramazan ayındaki imsak vakti ile akşam ezanı arasında yeme, içme gibi faaliyetlerin terk edildiği ibadet biçimi akla gelir. Fakat Kur’an’da geçen oruç (savm) kavramı bu kadarla sınırlı değildir. Nitekim, Kur’an’daki Hz. Meryem kıssası buna örnektir. Bu kıssayı Tevrat’taki İsrailiyat biçimiyle değil de Kur’an’daki anlatım biçimiyle ele alırsak orucun ne demek olduğunu ve neyi gerektirdiğini daha iyi anlarız. Hz. Meryem, çocukluğundan beri kendini ibadete adamıştı. Tapınakta büyüdü. Dahil olduğu Yahudi cemaatinin Levi kabilesi, yalnızca tapınağın hizmetinde olan, dini bilgi ve öğreti dışında dünyevi işlerle uğraşmayan bir kabileydi. Hz. Meryem, iffetli bir insandı ve tapınakta da mütevazı biri olarak tanınırdı. Henüz 15-16 yaşlarındayken hamile kaldı. Fakat nasıl hamile kaldığını anlayamadı. Kur’an bu durumu, “Bana kimse dokunmadı. Bunu insanlara nasıl açıklarım?” sözleriyle ifade eder. Utancından gitti ve halktan uzak bir yerde doğum yaptı. Başka çaresi olmadığı için kabilesine geri döndü. Hz. Meryem, bir Yahudi’ydi, Hz. Musa ile gönderilen dine tabi idi ve Rabbine safiyane biçimde ibadet etmeye çalışan bir kabileye mensuptu. Kur’an’daki anlatıma göre insanlar bu durum karşısında ona “Erdemli ve iyi bir aileden geliyorsun, nasıl böyle iffetsiz olabilirsin? Üstelik evlilik bağı olmadan nasıl bir bebeğin olabilir?” diye soruyorlardı. İnsanlar olaylara sebep-sonuç ilişkisiyle bakıp, alıştıkları düzene uygun biçimde davranıyorlardı. Bırakın kadın peygamberi, bir peygamberden başka kimseden mucize beklemiyorlardı. Kaldı ki, peygamber mucizelerinden başka yaratılıştaki mucizeliği görmedikleri için bu doğumu mucizevi yaratılışın bir örneği olarak kabul edemiyorlardı.  

Hz. Meryem, içinde bulunduğu durumu muhataplarını ikna edecek biçimde açıklayamazdı çünkü bir peygamber değildi ve muhatapları da düzenli yaratmayı “sebep-sonuç” ilişkisi içinde değerlendirdikleri için sebeplerin sonuçları yarattığını zannediyorlar ve maddi sebepsiz hiçbir şeyin var olamayacağına inanıyorlardı. Soy bağının korunmasına ehemmiyet veren kabilesine bu hamileliği izah edemezdi. Bundan dolayı hiçbir şey konuşmayarak oruç (savm) tuttu. O zamanın geleneklerine göre çok ağır bir günah işlemekle itham edildi. Sadece peygamberler mucize gösterir, Hz. Meryem de peygamber olduğunu iddia etmediği için kendisine inanmaları mümkün değildi. Kur’an, onun konuşmayı değil savm (oruç) yapmayı tercih ettiğini söyler. Geleneksel kaynaklar, “savm”ın “kaçınmak” manasına geldiğini de belirtir. Hz. Meryem, “savm” yaparak konuşmaktan “kaçınmıştır”. Ancak, “savm” kelimesi aynı zamanda Ramazan orucuyla da alakalıdır. Çünkü oruçluyken yeme-içmeden kaçınmanın yanı sıra konuşmaya değmeyen boş sözler söylemekten kaçınmak ve konuşurken sadece hakikati söylemek de söz konusudur. Oruç, aynı zamanda “konuşma orucu”nun faziletini de gerektirir. Fakat orucun kuralı gereği yemek, içmek vb. fiillerden kaçınmak şarttır. Bu kaçınmanın kazandırdığı bilinçlilik ile Kur’an ayı olan Ramazan ayını Kur’an’ın mesajına muhatap olma vesilesi yapmak gerekir. Ramazan ayı “oruç ayı” değil, Kur’an ayıdır. Kur’an ile konsantre olmuş bir şekilde muhatap olmaya imkân vermek için yeme-içme, Kur’an mesajının dışında kalan dünyevi konuşmalardan kaçınmak için de “oruç” emredilmiştir.

Hz. Meryem, olanları anlamadı ve bu durumu kelimelerle izah edemedi. Oruçlu olduğu için yanına gelen insanlarla konuşmadı. Tevrat’ta geçmez ama Kur’an onun gelenlere beşikteki yeni doğmuş bebek İsa’yı göstererek, “Ona bakın. Yaratan’ın mucizesini görün” demek istedi. İşte bu davranış oruçtur. Varlıklardaki mucizeleri görmek lazım. Herhangi bir olay veya varlık, Yaratan’ın bir mucizesidir. Dünyayı ve bütün varlıkları bu anlayışla algılamak gerekir. Genellikle olayları sebep-sonuç ilişkisine bağlarız. Sonucun bir mucize olduğu ve sebep-sonuç ilişkisiyle hiçbir ilgisi olmadığı nadiren müminlerin aklına gelir. Evrende yaratılan her şey bir “sonuç”tur ve dolayısıyla bir mucizedir. Kur’an-ı Kerim birçok yerde her şeyin bir ‘âyet’ (işaret, mucize) olduğunu defalarca belirtir. Kur’an’ın cümlelerine Allah’tan gelen ayetler de denir. Kur’an’ın anlatımında peygamberlerin mucizeleri birer ayettir. Yaşadığımız her şey hem sebepler hem de sonuçlarıyla beraber birer ayettir. Ayetleri okuyarak bunlara doğrudan doğruya varlık verenin ve şuurlu varlıklarla konuşanın Allah olduğunu idrak etmemiz gerekir. Hz. Meryem bebeğe işaret ettiğinde insanların bebekte ne görmesini bekliyor? Bir mucize, bebeğin varlığı mucizeden başka bir şey değildir. Bebeği o yaratmadı, bu evrendeki hiçbir şey de bir bebek yaratamaz. Bu hakikati anlamalarını istiyordu.

Bir başka yönüyle Hz. İsa’nın doğumu mucizevidir. Hz. İsa’ya doğumunda peygamberlik verilmiştir. Bu dünya şartlarındaki alışılmış düzene bağlı kalmadan doğmuş ve doğumu peygamberliğinin mucizesi olmuştur. Hz. Muhammed’in peygamberliği 40 yaşlarında başlamıştır. Demek ki olaylara ve varlıklara alışılmışın dışında bakarsak ve dünyaya bakış açımızı değiştirirsek, her şey mucizeye dönüşür. Mucizeler alışık olmadığımız bir şey olarak dikkatimizi çeker. “Bir bebek nasıl konuşabilir?” sorusu insanlar tarafından soruluyor. Kur’an konuşmanın sadece dil ve sözle olmadığına dikkat çeker. Konuşmanın sadece ağızdan konuşma olduğunu zannetmek cehalettir. Oysa bütün kâinat her an konuşmaktadır. Durup dinleyen ve anlamaya çalışan olursa her şey bir konuşmadır. Kur’an insanın ayaklarının, ellerinin, teninin ve hatta her şeyin konuştuğunu söyler: “Kendi derilerine dediler ki: ‘Niye aleyhimizde şahitlik ettiniz?’ Dediler ki: ‘Her şeye (kendi yaratılış dilinde) nutku verip-konuşturan Allah, bizi konuşturdu. Sizi ilk defa O yarattı ve O’na döndürülüyorsunuz.” (Fussilet, 41.21). Bir insan olarak bu kâinatın bir parçası biçiminde yaratılıyoruz. Hz. İsa’nın bedeni de bu kâinattandır ve o da konuşur. Bu dünya şartlarındaki her anımıza bütün zerrelerimiz şahitlik ediyor. Bu şahitlikler her şeyi Var Eden tarafından var edilir ve korunur. Evrenin her anki yeniden yaratılışında insan, varlığında taşıdığı bütün izler ve kayıtlarla birlikte var edilir. Bu izler ve kayıtlar, bütün azaların yaşananlara konuşarak şahitlik etmesi biçiminde anlaşılabilir. 

Her varlık ve olay Yaratıcının insana bir mesajıdır. Bir bebek olan Hz. İsa, kendisinin Allah tarafından yaratıldığını ve görevinin O’na ibadet etmek olduğunu söylüyor. “Bana kitabı/vahyi verdi ve beni Nebi (Yaratıcımın size bir elçisi) kıldı” diyor. Buradaki kitap nedir? Kitap, var ediliş biçimine dair mesaj taşır. Bu bakımdan her mahluk ve olay insanın okuyacağı bir kitaptır. Kur’an, kitap kavramını hem sözlü vahiy hem de yaratma fiili anlamında kullanır. Dolayısıyla, her şey okunacak bir kitaptır. Oysa biz genellikle varlıkları ve olayları Yaratan’ın vahyettiği bir kitap gibi okumuyoruz da sanki olayların ve varlıkların Bir Yazarı yokmuş gibi okuyoruz veya sadece göz atıyoruz. Mesela bugün şahit olduğumuz bir çiçek, Yaratıcımızın okumamız için indirdiği bir kitaptır. Hem vahiy metinleri hem de bütün bir kâinat Yaratıcının kudret kalemiyle yazdığı kitaplardır. Her ne kadar sanki yazarı yokmuş gibi sadece maddi kısmına odaklanarak okuyor olsak da evren her zaman hakiki manada okunmayı bekliyor. Hz. Meryem’in Allah’tan gelen bir lütufla bebeği işaret etmesi, insan diliyle kendini savunmak yerine oruç tutmasıdır. Bunu yapmakla, “kâinat konuşuyor, bu hakikate rağmen benim konuşmam gerekmez, bu benim için yeterli bir delildir” diyor. Öte yandan bakın bebek konuşuyor diye cevap verse bile bütün varlıkları Var Eden Yaratıcının, Hz. İsa’yı (AS) bebekken konuşabilecek biçimde yaratma kudretinin olduğunu ifade etmiş olacaktır. Biz de şimdi bütün bebeklere, yepyeni bir yaratılış mucizesi olarak bakmamız gerektiğini bu ayetten ögreniyoruz. Bu ayet bize, daima yenilenerek yaratılan kâinatın her bir anına yeni bir bebek mucizesine şahit olarak bakmamızın eğitimini verir.

Oruç tutarken, varlıkları ve olayları Yaratıcının bir kitabı gibi okumak önemli bir vazifedir. Sürekli yaratma fiilleri ve kitaplarını okumakla meşgul olmak gerekir. Ramazan boyunca yapılan bütün bu okuma, idrak etme ve tefekkür faaliyetleri yılın geri kalan zamanı için birer örnek olarak hayatımıza geçmelidir. Ramazan, yoğun bir terbiye dönemi olarak kişinin sonraki yaşantılarına ışık tutacak niteliktedir. Ramazan ayındaki kâinat okuması, imsak ile akşam ezanı arasındaki vakitte yoğunlaştırılmalıdır. Ramazan boyunca varlıkları Yaratıcının birer kitabı gibi okuma alıştırmaları ile meşgul olmak gerekir. Bu ay, yoğun bir tefekkür zamanıdır. Oruç, mal ve canla yapılan çok zor ve yoğun bir ibadettir, bu yüzden çok önemlidir. Namaz ibadeti günde beş vakit olarak icra edilir ama oruç bütün gün konsantrasyon gerektiren bir ibadettir. O yüzden oruç tutan bir insan ne yaptığının bilincinde olmalıdır. Oruç bu bakımdan bir nokta değil, sürekli ve kesintisiz bir çizgidir. Hac ibadetini yerine getirirken tutulan 3 günlük oruçta, Ramazan’dan farklı olarak her gün ara verilmez. İhramdayken insan, Varlık Kaynağını tanır ve boş kaygılardan uzak biçimde üç gün aralıksız hac orucu tutar. İhram yasaklama, haram kılma demektir. Fıkıhta, yalnızca avlanmanın yasaklanması şeklinde anlaşılır. İman ilminde ise Allah ile yarattıkları arasına herhangi bir şey koymayı, avlanmayı, yani ilgi alanına almayı kendimize yasaklamak demektir. Kısaca ihrama girmek, kâinatı Kur’an’ın rehberliğine göre ruhumuzun ihtiyacı olan Rabbimiz ile tanıştırma ibadetinin üç gün boyunca sürekli huzurunda olmak için başka her şeyi kendimize “haram” kılmayı simgeler.

Islam From Within Youtube kanalında yayınlanan “Quran-Universe Parallel Reading: Chapter Kafirun – Part 1 –05/08/19” başlıklı video kaydı çalışılarak hazırlanmıştır.

Yazar hakkında

Yunus Erkan

Yorum yazın