Ders Notları Risale-i Nur Okumaları

Lemaat, 138. Ders Notları

Ha-Mim Defaulted Featured Image

Ha-mim’in 03. 01. 20121 tarihli, online Lemaat dersinde “Îcaz ile Beyan I’câz-i Kur’an” başlığında yer alan ı’câz vecihlerinden Dördüncü Unsur okunup müzakere edildi. Metnin orijinali şöyle:

“Dördüncü Unsur ise her asrın derece-i fehmine, edebi rütbesine, hem her asırdaki tabakata, derece-i istidat, rütbe-i kabiliyet nisbetinde; ediyor bir ifaze-i nurani.

Her asra, her asırdaki her tabakaya kapısı kusade. Güya her demde, her yerde taze nazil oluyor o Kelam-ı Rahmanı.

İhtiyarlandıkça zaman, Kuran da gençleşiyor. Rumuzu hem tavazzuh eder, tabiat ve esbabın perdesini de yırtar o hitab-ı Yezdânı.

Nur-u Tevhidi, her dem, her ayetten fiskinr; şehadet perdesini gayb üstünden kaldırır. Ulviyet-i hitabı dikkate davet eder o nazar-ı insanı;

Ki, o lisan-ı gaybdir; şehadet alemiyle bizzat odur konuşur. Şu unsurdan bu çıkar: Harika tazeliği bir ihata-i ummanı!

Tenis-i ezhan için akl-ı beşere karşı İlahi tenezzülat. Tenzilin üslubunda tenevvüü, mûnisliğidir mahbûb-ü ins u câni.”

Her zaman olduğu gibi çok istifadeli müzakerelerin gerçekleştiği dersi, ilgili video kayıtlarına havale edip burada şahsî çağrışımları da ekleyerek bazı müzakere notlarını paylaşmak istiyorum (Her paragraf ayrı bir müzakereciye değil, ayrı bir müzakere notuna işaret eder):

*Önce teknik bir bilgi olarak, burada ele alınan ı’câz vechinin, müellifin “Mu’cizât-i Kur’aniye” diye de bilinen 25. Söz’ün Birinci Şûle’sinin, Üçüncü Şua’inin İkinci Cilvesi ile Üçüncü Cilvesi’nde çalışıldığını belirtmek istiyorum. Ayrıntılı bilgi ve örnekler açısından bu iki cilvenin okunması faydalı olacaktır, diye düşünüyorum.

*Metin, baş kısmında, her asrın farklı anlayış derecesi olduğunu, aynı asırda yaşayanların da edebî seviye, istidat ve kabiliyet bakımından değişik tabakalarının bulunduğunu, Kur’an’ın, nâzil olduğu dönemden bugüne kadar her asrı ve her asırda yaşayan farklı mizaç, yetenek ve eğitim seviyelerine mensup insanları aydınlattığını, bunun da onun mucizeliğini gösteren özelliklerinden biri olduğunu belirtiyor.

Bu anlamda Kur’an’a, -tarifine uygun olarak- muhatap olmak ise esaslı bir ciddiyet istiyor. “Geçerken uğrayayım dedim” kabilinden bir muhatabiyet elbette sağlıklı bir sonuca götürmez bizi. Ciddi olarak okumak, ciddi olarak sorgulamak, ciddi olarak incelemek gerekir.

*Ben, bu odada konuşulan usûlî prensip açısından metinde dile getirilen hususa intikal edebilmek için önce “kainat”a bakıyorum. Kainatın çok anlamlı olduğunu, kainattaki her bir varlığın Var Edicisine yönelik anlamlı işaretler yansıttığını görüyorum. Bu işaretler -insanî ve vicdanî olarak bakanlar için- on dört asır önce da vardı bugün de var. Ama bugünün ön dört asır önceki zamandan farkı, bu işaretlerin daha parlak olması. Mesela, on asır önce sema/gök hakkında gözleme dayalı çok sınırlı bilgiler var iken, bugün dev teleskoplarla o dönemle kıyaslanamayacak zenginlikte bilgiler var. Diğer taraftan kainat, aynı dönemde yaşayan fakat çok değişik bilgi, eğilim ve eğitim seviyesine sahip insanlara da mesaj veriyor. Çiftçi de güneşe bakarak “anlam” çıkarıyor, astronomi uzmanı da. Çoban da hayvanları gözlediğinde “mesaj”a ulaşıyor, -farklı düzeylerde olsa da- zooloji uzmanı da. Düşündüğümüzde -ilgili basamakları atlayarak söylemek gerekirse-, böyle bir kainatın ancak sonsuz bir kudret ve ilim Kaynağından gelmesinin zorunlu olduğu sonucuna ulaşıyoruz. Aynı şekilde Kur’an’a baktığımızda da, onun inzâl olduğu dönemde yaşayan insanları aydınlattığı gibi, her asır insanını aydınlattığını, yine asrımızda yaşayan her bilgi seviyesine sahip insanları da anlamı bakımından aydınlattığını görüyoruz. Diğer bir ifadeyle sıradan insanlar da samimiyetle Kur’an’a muhatap olduğunda mesajlara ulaşıyor, lisans üstü eğitim seviyesine sahip olanlar da. Demek ki kainat sonsuz ilimden geldiği gibi Kur’an da sonsuz ilimden gelmiş olmalıdır, diyoruz. O halde Kur’an ancak kainatı yaratanın konuşması olabilir, diye tasdik ediyoruz.

*Bence, metnin, “Kur’an bütün asırlara konuşur; keza Kur’an bütün tabakalara konuşur” şeklindeki açıklamasını, “Kur’an okumalarında usûl” olarak almak gerekir. Yani madem Kur’an, “Ben her dönemde, her insanın sorularını cevaplandırırım, her asırda her insanın dertlerine çözüm olurum” teklifi ile geliyor. O halde ben diyeceğim ki, “Peki, madem öyle, bakayım; benim dertlerime de ilaç oluyor mu? Benim insan olarak problemlerimi de çözüyor mu? Açıp bu amaçla -çünkü Kur’an kendini böyle tarif ediyor- Kur’an’a muhatap olacağım, insanî bakımdan temel sorularımı yönelteceğim, sıkıntılarımı gündeme getireceğim. Eğer muhatabiyetimde onun dertlerime ilaç olduğunu, sorularımı cevaplandırdığını, sorunlarımı çözdüğünü düşünürsem, “tamam” diyeceğim.

*Bu anlamda Kur’an’a, -tarifine uygun olarak- muhatap olmak ise esaslı bir ciddiyet istiyor. “Geçerken uğrayayım dedim” kabilinden bir muhatabiyet elbette sağlıklı bir sonuca götürmez bizi. Ciddi olarak okumak, ciddi olarak sorgulamak, ciddi olarak incelemek gerekir. Bu noktanın çok önemli olduğunu düşünüyorum. Çevremizde kimi zaman bazı insanlar görürüz, bizim Kur’an’la meşgul olduğumuzu görünce, “ben de bir bakayım” türünden iğreti tavırlar sergiler. Kur’an’a iğreti tavırlarla yaklaşamayız. Sağlıklı sonuçlara ulaşmak için ciddi, samimi, sabırlı, sorgulayıcı, kıyaslayıcı, muhakeme edici tutum geliştirmek zorundayız.

*Peki, Kur’an’a, tarifine uygun olarak, ciddiyetle muhatap olduğumda ne göreceğim? Mesela, ayetlerin münafıklardan bahsettiğini göreceğim; mesela, Bedir savaşından bahsettiğini göreceğim; mesela bir Elçi’nin kavmi ile mücadelesinden sahneler aktardığını göreceğim… “Bunlardan bana ne” diyebilir miyim? Tarifi gereği hayır! Çünkü Kur’an “bu dönemde” ve “bana” konuşuyorsa onun bu anlatılarında bana bakan mesajlar aramalıyım. Münafıklardan söz eden ayetlerde, bende de söz konusu olabilecek özelliklerden bahsediyor olmalı, diye düşüneceğim. Bedir savaşından bahseden ayetleri benzer şartların söz konusu olduğu durumlarda bana mesaj veriliyor, diye anlayacağım. Bir Elçinin, kendi kavmi ile yaptığı mücadeleden söz eden ayetlerde kendime dönük mesajlar çıkaracağım. Çünkü Kur’an’ın tarihsel bir dönemde gelmiş olması zorunludur ama o eğer bana da konuşuyorsa tarihi olaylar üzerinden evrensel mesajlar vermesi, benim “dertlerime ilaç olması” şarttır. Kur’an’ın ilk indirildiği dönemdeki olayların tasviri ve o olaylara karşı o dönemde yaşayan insanlara yapmış olduğu teklif, benim dönemimde benim için bir “model uygulama” özelliğinde olduğunu bilerek Kur’an’ın rehberliğine muhatap olmalıyım. O halde ben Kur’an’ı “bu bilinç ve bu usûl” çerçevesinde okuyacağım. İşte o zaman ben Kur’an’la doğru bağlantı kurmuş olur, onun mesajlarına “canlı” şekilde ulaşabilirim.

*Kur’an-ı ciddiyetle okumak, deyince benim aklıma ‘kültürel Müslümanlık’ta Kur’an’la ilişkili bazı sözler geldi. “Kur’an bizim kutsal kitabımızdır”, “Yüce kitabımızda her şey vardır”, “Başımız Kur’an’a bağlıdır”, “Bizim dinimiz en mükemmel din, kitabımız da en güzel kitaptır” vb. gibi. Bunlar güzel de, sormak lazım, “Sen neredesin, bunlar senin tasdikin mi, yoksa duyduklarının hamasetle ve ezbere tekrarı mı? Özellikle eğitim görmüş ve belli alanda ihtisas yapabilmiş düşünme ve sorgulama eğitiminden geçmiş olduğu halde böyle konuşan kimselere samimiyet içinde, kanaatimce, şöyle söylemek lazım, “Sen, eğitim almamış halk tabakasına ait insanlar gibi, ‘uydum kalabalığa’ demek yerine kendi adına konuş. Kur’an’ın benim Yaratıcımın bana yaptığı rehberlik konuşması olduğunu anladım. ‘Kur’an benim hayat rehberi kitabım’ de”. Kanaatimce, bu insanların en azından bir kısmı, belki de kendi inançlarından “emin” değildir. Önce kendimizi sonra da ihtiyacı hisseden insanları içi boş bu tür hamasi söylemlerden kurtarmak ve Kur’anî “tahkik”e sevk etmek lazımdır, diye düşünüyorum.

*Metinde, “Kur’an’ın her tabaka insana ‘ıfâza-i nurânî’de bulunduğu ifadesi, yine usûlî olarak bana şunu söylüyor diye anlıyorum: “Ben Kur’an’ı anlayamam” deme. “Kur’an nerede, ben neredeyim?” diye düşünme. “Büyük hocalar varmış, tefsir uzmanları varmış, Kur’an’ı onlar anlarmış…” zehabına kapılma. Elbette bunlardan faydalanabilirsin ve de faydalanmalısın ama unutma, Kur’an senin Yaratıcının sana konuşmasıdır. Doğru bir tavır ve doğru bir usûl ile Kur’an’ı okursan, sen de anlarsın, Kur’an sana da “ifaza-i nurânî”de bulunur.

Sonuç olarak kainat da bir kitap. Ama nasıl ki bir kitabı, kağıt yığını ve mürekkep izi diye görmeyip anlamına bakmamız gerekiyorsa, kainat kitabını da Katibine bakan, Onun kastını, özelliklerini gösteren kitap olarak okumak icap ediyor. İnsaniyetimizin gerektirdiği de, insaniyetimizi tatmin eden de budur!

*Metinde, sık duyduğumuz çok güzel bir cümle var: “İhtiyarlandıkça zaman, Kur’an da gençleşiyor” diye. Yine kainata referansta bulunacağım, önce. Kainat kronolojik olarak yaşlanıyor elbette ama her geçen gün onu daha çok anlama imkanı buluyoruz. Her araştırma onun bizim genel anlamda aldığımız mesajı -yani onun kendisine yansıyan özelliklerle Yapıcısını gösterdiğini- daha vurgulu, daha ayrıntılı, daha parlak olarak anlatıyor. Bu yönüyle yani bana verdiği mesajın zenginliği ile kainat her geçen gün adeta daha gençleşiyor, daha dinamik ve daha zinde hale geliyor. Aynı özelliği kendisini “kainatı Yapan’ın sözlü konuşması” olarak niteleyen Kur’an’da da görmeliyiz ve de görüyoruz. Onun “makâsıd”ına uygun yapılan bütün Kur’an çalışmaları da bunun sayısız örnekleri ile dolu. Bu noktanın başka bir çağrışımı da şu: Ben kişisel olarak Kur’an’la ne kadar meşgul olursam, her geçen gün o oranda, Kur’an benim gözümde tazelenip gençleşiyor…

*Evet, bugün insanlar kainat ile daha çok meşgul oluyorlar. Daha çok araştırma yapıyorlar. Gidişattan belli ki, bundan sonra da daha çok meşgul olmaya devam edecekler. Bu elbette kötü bir şey değil. Ancak kainat ile meşguliyetimiz onun üzerinden Yaratıcıyı tanımaya dönük olmalıdır. Çünkü kainat da bir konuşmadır. Yaratıcı kainat ile, kainattaki nesneler ile, kainattaki olaylar ile bize konuşuyor; Kendini tanıtıyor. Kur’an da Onun konuşması. Burada önemli olan prensip şu: “Kur’an’ı kainatın şahitliği altında okumak, kainatı da Kur’an’ın rehberliğinde okumak.” Zira Kur’an “Ben sana kainatı nasıl okuyacağını gösteren bir rehberim”, diyor. Öte yandan kainat bir bakıma “anlam kümesini örten bir perde”. Kur’an bu perdeyi kaldırıyor. Ve diyor ki, “Senin sebepler zinciri içinde vuku bulduğunu gördüğün olaylarda “sebepler”in hiçbir etkinliği yok. Sonuç olarak kainat da bir kitap. Ama nasıl ki bir kitabı, kağıt yığını ve mürekkep izi diye görmeyip anlamına bakmamız gerekiyorsa, kainat kitabını da Katibine bakan, Onun kastını, özelliklerini gösteren kitap olarak okumak icap ediyor. İnsaniyetimizin gerektirdiği de, insaniyetimizi tatmin eden de budur!

Yazar hakkında

İlyas Üzüm

Dünyalıyım. Güneş Sistemi sokağında oturuyorum. Yaşadığım Samanyolu galaksisi şehrini bile gezemedim. Yolda mıyım, emin değilim ama "yolda olmak, yolcu olmak" istiyorum; zaman ve varlığın sonsuz yolculuğunda.

Yorum yazın