Ha-mim’de geçtiğimiz hafta sonu (19. 02. 2023) yapılan Lahikalar dersinde, Barla Lahikası’ndan 212. Mektup okunup müzakere edildi. Said Nursi’nin, talebesi Hulusi Bey’e (Yahyagil) yazdığı mektupla ilgili olarak derste, kıymetli tefekkürler paylaşıldı. Ben bunların tamamını ilgili kayda havale edip (https://www.youtube.com/watch?v=7kYBOV8zY1o) Mektubun aşağıya alıntıladığım paragraflarıyla ilgili müzakerelerin bir kısmına değinmek istiyorum:
“…Şimdi şu zamanda iman-ı tahkikînin dersini vermek pek büyük bir fazilettir ve kudsî bir vazifedir. İman-ı tahkikîyi taşıyan bir mü’min, çok mü’minlere bir nokta-i istinad olur ki, şuursuz olarak avâm-ı mü’minîn ve iman-ı tahkikî sahibinin kuvvet-i imanına istinad ederek kuvve-i mâneviyeleri kırılmaz; dalâletlere karşı dayanırlar.
İşte şöyle bir derste bulunduğunuz için Cenab-ı Hakka şükretmelisiniz. Ben de Cenab-ı Hakka yüz binler şükür ediyorum ki, o kuvvetli omuzlarınız yükün altına girdiği için zayıf omuzum ağırlıktan kurtulup ruhum rahat etti. İstirahat bulan ruhum size takdirkârane ve minnettârâne bakıyor. Ve mes’uliyetten kurtulan kalbim de muvaffakiyetinize dua ediyor. Ve icrâ-yı vazife için çok düşünmekten kurtulan aklım da sizi tebrik ediyor. Ben şu vazife-i kudsiyede bilmeyerek istihdam olunurdum; siz bilerek hizmet ediyorsunuz, bahtiyarsınız. İnşaallah, niyet-i hâliseniz, benim müşevveş niyetimi dahi tashih edecektir. Şimdi başka birkaç noktayı size beyan ediyorum.
Evvelen: Yazdığım bazı şeylere dair fikrinizi soruyordum. Maksadım, “Gördüğüm hakikat acaba hakikat midir?” diye sormuyorum. Belki, “Hakikate açılan yol, acaba umuma yol olabilir mi?” diye soruyorum. Çünkü umumun telâkkisini sizin kadar bilmiyorum…” (Barla Lahikası, İstanbul 2020, s. 217)
Görüldüğü gibi mektubun ilk paragrafında tahkikî iman hizmetinin önemi, müellifin bu görev vesilesiyle yaşadığı hissiyatı, bu imanı elde edenlerin dolaylı olarak pek çok mümine “kuvve-i istinat” olması ve onların dalaletten kurtulmalarına vesileliği gibi hususlara değiniliyor. Moderatör kısa ve açıcı dokunuşlarla metni takdim ederken aynı zamanda bazı cümlelerin altını çizerek ve bazı sorular sorarak daha yoğun tefekkürlere kapı araladı. Altını çizdiği cümlelerden birisi de, “İman-ı tahkîkiyi taşıyan bir mümin çok müminlere bir nokta-i istinat olur…” şeklinde devam eden cümle idi. Bir müzakereci bu cümle ile ilgili olarak şunları söyledi: “Bu konuyu tersinden bir örnekle önce, ilim adamı diye bilinen kimseler üzerinden ele almak istiyorum. Onlar bunu çok iyi kullanıyor. Ne yapıyorlar? Laboratuar elbisesini giyiyorlar, ellerine dataları alıyorlar, ‘bilimsel çalışmalar bunu zorunlu kılıyor’ deyip fiziki alemdeki bir olayı Yaratıcı fikrini yadsıyarak ‘şöyle oldu, böyle oldu, kendi kendine oldu’ vs. diyerek insanlarda inkarcı bir kanaat oluşturuyorlar. Dinleyenler de ‘Biz bir Yaratıcı var diyoruz ama adam elinde belgelerle konuşuyor’ deyip etkileniyor, Allah’ın yaratıcı olduğu konusundaki inançlarında şüpheye düşüyorlar veya inkara yöneliyorlar. Mesela -yakında yaşadığımız bir olaya referansta bulunursak-, ‘virüse karşı şöyle çalışmalar yapıldı, böyle çalışmalar yapıldı; aşı bulduk, artık bundan sonra virüs siz öldürmeyecek’ diyorlar. Arkasından hayat nasıl ortaya çıkıyor, hayatın devamı için nasıl sayısız tedbirlerin alınması gerekiyor, bu tedbirleri kim alıyor gibi sayısız delili görmezden gelerek bilimsel çalışmaların sonuna -ki onlar da adetullah diye anılan ‘kainatın yaratıcısının yaratma işlemi gerçekleştirme şekli’ olarak görülen ilahî yasalara ilişkin açıklamalardır- inkarcı yorum cümleleri koyarak kitleleri etkiliyorlar.”
“Şimdi bunun tersini düşünelim. Tahkikî imanı elde kimseler inançlarını aklî ve bilimsel realitelerle temellendirerek ortaya koyuyorlar. Hangi inanç konusu gündeme gelirse bunu ikna edici kanıtlarıyla delillendiriyorlar. Her bakımdan gayet tutarlı görünüyorlar. Ezbere değil, insanları ‘insanî bakımdan’ yani aklı ve duyguları itibariyle aydınlatıyorlar. Bu durum, onları gören ve dinleyen kimseleri kaçınılmaz olarak etkiliyor. İnsanlar ortaya konulan delilleri bilemeseler bile onlara ciddi güven duyuyor, ‘adamlar bilerek konuşuyor’ diyorlar. Eh, belli oranda zaten kendileri de, ‘alemde her şey güzel yaratılıyor, bir Yaratıcı olduğu belli’ vs. diyorlar. Böylece tahkikî iman sahipleri müminlere tam bir ‘dayanak noktası’ teşkil ediyor, onların dalaletten kurtulmalarına vesile oluyorlar.”
Moderatörün bu tefekkürü pekiştirici tarzdaki ilave katkılarından sonra aynı müzakereci şöyle devam etti: “Tahkikî iman dediğimiz kavram iman esaslarını salt aklî delillerle açıklamakla sınırlı bir tutum değil, aynı zamanda bu insanın duygularına, bütün benliğine sirayet eden, zorunlu olarak pratik hayatının her alanında kendini gösteren bir ‘yaşama’ bir ‘uygulama’ demektir. Baktığımız zaman Peygamber’in (asm) ve sahabenin hayatı bunun örnekleriyle doludur. Allah’a -görüyormuşçasına- bir iman ve bunun gerektirdiği tam bir teslimiyet ve güven dolu bir yaşama! Bu bakımdan ‘uygulama’ olayını daima göz önünde bulundurmak lazım. Uygulama deyince namaz, oruç gibi ibadetlerle sınırlı bir durumun akla gelmemesi lazım. Elbette bunlar da dahil ama hayatın her alanında bir uygulama! Evde, komşuluk ilişkilerinde, çarşıda, ticari hayatta, iş hayatında vs. Mesela ticaretle uğraşan tahkikî iman sahibi bir mümin hem imanı en güçlü delillerle anlatabilecek hem de ticari hayatında ‘kılı kırk yarar’ bir doğruluk içinde hareket edecektir, etmelidir. Böyle bir kimse ile karşılaşan muhatap hem onun inançlarını tahkike dayalı olarak temellendirmesinden hem de doğruluğa dayalı dört dörtlük hayatından etkilenerek, ‘iman ne kadar güzel, insana ne kadar huzur veriyor, güven veriyor’ diyecektir.”
“Unutmamak gerekir uygulama konuşmaktan daha etkilidir. Herkes konuşabilir ama herkes gerektiği şekilde uygulama yapamayabilir. Tahkikî iman, sahibini -seviyesine göre- dengeli bir uygulamaya sokar, sokması gerekir. Esasında uygulama değimiz şey de bir tür ‘konuşma’dır. Buna ‘kâl ile değil hal ile’ yani söz ile değil hal, tutum ve davranışlarla konuşma denilir. Peki nerede uygulama? Tekrarlayalım, hayatın her alanında! Her yerde! Evde, işte, sokakta, alış-verişte… İşte sünnet tam da budur! Vahiyle bildirilenleri tasdik edip hayata geçirme, uygulamaya koyma. Eğer uygulamaya koyma olmazsa iman da zaman içinde zayıflamaya başlar. Zira uygulama imanı güçlendirdiği gibi iman da zorunlu olarak uygulamayı gerektirir.”
Daha sonra moderatör diğer paragrafta geçen “…Maksadım, ‘Gördüğüm hakikat acaba hakikat midir?’ diye sormuyorum. Belki, ‘Hakikate açılan yol, acaba umuma yol olabilir mi?’ diye soruyorum” cümlesini müzakereye açtı. Bir müzakereci şunları paylaştı: “Burada ‘umumun telakkisi’ dediğimizde ne anlıyoruz, umum kelimesi neyi içerir? Bu, benim için çok önemli bir soru. Kendi dünyamda emin olduğum bir cevabım var ama hataya ihtimali olabilir. ‘Umum’ tarifi benim kanaatime göre hangi halka içinde bulunuyorsam ona göre değişir. Mesela aile efradım içinde benim kendimi ifade etmem tarzım vardır. Orada ‘umum’ aile efradımın kendilerine baz aldıkları değerler olmalıdır. Onlara göre konuşmalıyım. Ama şimdi öyle bir zamandayız ki değerler bakımından ebeveyn ile çocuklar arasında adeta uçurum var. Çocuklar anne-babalarıyla anlaşamıyor, odalarına çekilip ellerinde telefonlarla kendi dünyalarını yaşıyorlar. Ben şimdi burada ‘umum’u nasıl telakki edeceğim? Düşünün, aile içerisinde bile ‘umum yolu’nu bulmak zorlaştı. Ne yapacağım peki? Çocuklarla konuşurken onların dünyasına girip, onların dilini bilip ona göre konuşacağım; anne-babamla konuşacaksam aynı şekilde onların dünyalarını dikkate alarak konuşacağım.”
“Başka bir örnek verecek olursam, mesela tahkikî iman meselesini Cuma hutbesinde dile getiremeyiz. Getirmeye çalışırsak cemaat, ‘Kim bu küstah, neden bahsediyor, biz iman etmiyor muyuz?’ diyerek tepki gösterecektir. Ama birisi fiilen vaizlik görevi yapıyorsa, onun için ‘umum’ camiye gelen, diz çöküp kendisini dinlemek isteyenlerin genel durumlarıdır. ‘Umum’ nedir? Efkar-ı ammedir, kamu oyudur, toplumun genel kabulleri, genel görüşleridir. Bir bakıma medya alanıdır. Bunların kültürel tabanı nedir, etkileşim içinde bulundukları fikirler nelerdir, bunların çok iyi araştırılması ve bilinmesi gerekir. Bunları hesaba katmayıp da kendimi içinden geldiğim ailenin ya da yetiştiğim çevrenin sınırları içinde tutarak, orada konuşuyormuş gibi değerlendirip tahkikî imanı anlatmaya çalışırsam, bu mektupta verilen prensiplerle çelişmiş olurum.”
“Demek ki içinde bulunduğumuz sosyal gerçekliği en geniş dairede düşünerek hareket edeceğiz. Yoksa mesela üniversite gençliği ile muhatap olurken, tutup da hamasi cümlelerle, ‘Risalelerde geçtiği gibi, Üstad Hazretlerinin belirttiği gibi’ şeklindeki ifadelerle konuşmamızın yanlış olacağını bilmemiz lazım. Metinde ne deniyor? ‘…Ben de Cenab-ı Hakka yüz binler şükür ediyorum ki, o kuvvetli omuzlarınız yükün altına girdiği için zayıf omuzum ağırlıktan kurtulup ruhum rahat etti. İstirahat bulan ruhum size takdirkârane ve minnettârâne bakıyor. Ve mes’uliyetten kurtulan kalbim de muvaffakiyetinize dua ediyor. Ve icrâ-yı vazife için çok düşünmekten kurtulan aklım da sizi tebrik ediyor…” Tahkikî iman mesleğinin nasıl anlatılacağını, insanlara nasıl ulaştırılacağını müellif, -sebepler dünyasında-aklını yoracak kadar düşünüyor, dert ediniyor ve çarelere arıyor. Metin 1930’ların metni. Yaklaşık yüz yıl öncesine ait. Bu bir asırda bizim telakkimiz, umumun telakkisi çok değişti. Müellifin işaret ettiği bu prensipten hareketle biz de dilimizi, üslubumuzu, örneklerimizi bugünün telakkisine uygun hale getirmeliyiz, güncellemeliyiz. Mesela bugünün insanı klasik matbaa örneğini verdiğimiz zaman güler yahut askerlik temsilini verdiğimiz zaman rahatsız olur. Ne yapacağız? Güncelleyeceğiz. Bilgi sayar örneği vereceğiz. Askerlik yerine okul örneği vereceğiz. Askere kaydolmakla eğitim kurumuna kayıt yaptırmak arasında ne fark var? Askeri birlikte talim görmekle okulda eğitim görmek aynı değil mi? Yahut askerlikten terhis olmakla okuldan mezun olmak aynı şey değil midir? Risale-i Nur’u bugünün insanına sunmak için Arapça ve Farsça sözcük ve tamlamalarının Türkçesini vermek tam güncellemek midir? Bu çok basittir ve bununla yetinmek kolayına kaçmaktır. O halde bunları güncellemek gerekir diye düşünüyorum.”
Ders gerek işaret edilen konular etrafında gerekse metinde dikkat çekilen öteki hususlarla ilgili olarak faydalı müzakerelerle devam etti. Allah razı olsun.