
Kur’an’da Hz. Davud (as)’un kıssasını çalışıyoruz. Bu menkıbe, hicretin ikinci, Nübüvvetin on beşinci yılında inen Bakara Suresinde anlatılıyor. Peki, şimdi bizim için ne mesajı veriyor? Bu Sure peygamberliği daha önce kabul etmiş olan insanlar arasında nazil oldu. Peygambere inanıyor ve Kuranın öğretileriyle tatmin olmuş olsanız dahi insan hala zayıf ve aciz olduğu için eğitim ve öğrenme süreci hiçbir zaman bitmez.
Bakara Suresi tek seferde değil, Medine’de 5 yıllık bir sürede tamamlandı. Hicretin ikinci yılı, Peygambere ve Kur’an mesajına inanmayanların fiziksel saldırılarını artırmaya başladığı ve inananların savaşmaya henüz hazır olmadığı bir yıl. Nübüvvetin ilk 15 yılında Kur’an ve peygamber, fiziksel savunmadan hiç bahsetmemiştir. Aksine, inanmayanlara karşı sabırlı olmalarını, fiziksel ve sözlü olarak herhangi bir olumsuz tepki vermemelerini, toplumla iyi ilişkiler kurmalarını ve özellikle ihtiyaç sahibi ve toplumdaki statü veya ailevi yönden zayıf olan insanlara daha nazik olmalarını öğütlemiştir.
Pagan Arapları, Medine’deki Yahudilerin söylediği gibi Allah tarafından gönderildiğini, vahiy aldığını iddia eden bir adam olduğunu duydular. Bu söylemlerin bir kısmı sözlü bir kısmı yazılı şekilde yayılıyordu. Deri kullanımında uzman olan Mekke halkı kâğıt nedir bilmiyordu. Bu yüzden yazmak için özellikle deve derilerini tercih ediyor, deve kemiği gibi farklı parçalar da kullanıyorlardı. Fakat çok azı okuma yazma biliyordu. Onlar için “kitab”ın anlamı derilerin birbirine sırayla bağlanmış derlemeleriydi. Kitap yoktu. Burası önemli çünkü Mekke’deki bir kişi (peygamber) Yaratıcıdan bir “kitap” aldığını iddia ediyordu.
Mekkeli Pagan Arapları kadar inatçı olmayan Medineli Pagan Araplarının, o zamanlar Yesrib diye adlandırılan Medine’deki Yahudi kabilelerin anlattıklarıyla benzer olduğu için peygamberin mesajını ve peygamberliği kabul etmeleri daha kolay olmuştur. Onların Tanrı ve dini hayat görüşü Allah’a ibadet etme değildi fakat herhangi bir şeye tapma pagan toplumlarında vardı. Aynı zamanda, Yahudi halkına da hayrandılar çünkü onların gurur duydukları ve kurallarına göre yaşadıkları kendi dinleri, peygamber söylemlerinden oluşan anlatıları ve vahiyleri vardı. Sanat, mimari, medeniyet ve finans gibi pek çok açıdan da kıyaslanamayacak şekilde daha ileriydiler.
Pagan geleneğinde reisleri kabile hayatında veya dışarıda nasıl yaşamaları gerektiğini söylemez. Yahudilerin ise, Tevrat’a göre helal ve haram olan prensipleri vardı. Bu yüzden bazıları çocuklarını Yahudi kabilelere hizmetçi şeklinde olsa dahi eğitilmesi için gönderiyordu. Bundan memnundular çünkü eğer zamanın bilim adamlarını seviyorlarsa o evlerde bir şeyler olmaya başlıyorlardı. Şu anda haham dediğimiz halkın dini liderleri, Tevrat’ın nasıl yazılacağını ve ne öğrettiğini biliyor, bunu halka öğretiyor ve beraber ibadet ediyorlardı.
Mekke’deki yöneticiler Muhammed’e karşı çıkıyordu çünkü kabileciliğin (şimdilerde milliyetçiliğin, ulus devlet anlayışının) ve kabile reislerinin insanları sömürmelerinin ne kadar yanlış olduğunu anlatıyordu. İnsanlar ise sadece neler olup bittiğini, bu adamın doğru veya yanlış söyleyip söylemediğini, onu takip edip etmeyeceklerini merak ediyorlardı.
Medine Pagan Araplarının iki ana kabilesi olan Evs ve Hazreç kabilelerinin yaşlı yönetici kesimi birbirleriyle sürekli savaşıyorlardı. Reisler aralıklarla devam eden savaşlarda öldürülmüştü. Onların çocukları da kavgadan bıktığı için akıllı, adil ve herhangi bir kabileden olmayan bağımsız birini arayalım dediler. Gerçek sayının kaç olduğu önemli değil belki ama sayıları 50-60 kadar olan bir topluluk, Pagan geleneğine göre de olsa, Mekke’ye o dönemde de yaygın olan Hac görevi için geldiler. Muhammed isimli yetim bir kişi, Medine’de hiç bulunmamış ve oradaki Yahudilerle de hiçbir zaman bağlantısı olmamıştı. Bu adamın, Yahudilerin iddia ettiği peygamberlerinden biri olması gerektiğini anlamada gecikmediler. Daha iyisi, bir Arap olsa bile Yahudi kabilesinden değildi. Bu yüzden, Muhammed Yahudilerinki gibi bir peygamberdi fakat Yahudi ırkından değildi. Aslı Hz. İbrahim’in oğlu İshak ile başlayan ve Hz. Yakub (İsrail) soyundan değil, İbrahim ve İsmail’in soyundan geliyordu. Bu kişiden peygamberlik mesajını dinlediler. Mesaj, onlara çok tanıdık geldi ve kabul ettiler. Muhammed (as) ile bir antlaşma akdi yaptılar: “Biz seni Medine’ye çağırsak, şehrimize gelip aramızda bir Arap olarak hakem olmak ister misin?” Bir Arap ama akıllı, adaletli, mütevazı, bilge ve güvenilir bir insan. Bu olaylara Akabe Biatları denir.
Buraya kadar Bakara Suresinin arka planını işledik çünkü bazı alimler Bakaranın 5 yıl boyunca Medine döneminde nazil olan ilk sure olduğunu iddia ederler. Bu yüzden, Bakara Suresi bağlamında arka planını bilmek ve çalışmak zorundayız.
Muhammed (as) ‘ın üzerindeki baskı çok fazlaydı ve müşrikler kendisini öldürmeye niyetlenmişlerdi. Şiirle ilgisi olan biri değildi ve okuma yazması olmayan bir kişiydi. İlk hanımı olan Hz. Hatice ile evlenmeden önce çobandı. Hatice kendisinden yaşlıydı ama çok saygıdeğer ve onurlu bir insandı, meslek olarak tüccarlık yapıyordu. Bir şekilde toplum içinde varlıklı bir konuma geldi ama sahip olduğu tüm mülkler hanımına aitti. Bu yüzden sosyal statüsü çok düşüktü ama çok dürüst ve güvenilir bir insandı. Herkes ona “Muhammed’ul-Emin” diyordu. Bu dürüst ve adaletli kişiyi kimse hiçbir şeyle suçlayamadı. “Bu kişide bir şeyler ters gidiyor. Belki cinler veya başka bir şey tarafından ele geçirilmiştir,” dediler çünkü Cebrail vahyi kendisine ulaştırdığı zamanlarda çoğu zaman kendinden geçer, kendini kötü hisseder ve terlerdi. Paganların şiirlerine göre en mükemmeliyle ortaya çıkıyordu. İçerik itibariyle ise tamamen değişik, paganların hiç de alışık olmadıkları konuları içeriyordu. Onlar için kafa karıştırıcı olan bu durumu açıklayamadılar. Üst pozisyonda olan şairlerden birinin söyleyebilecek herhangi bir şeyi olsaydı zaten sessiz kalmazdı. Vahiy almadığı anlarda, toplum içinde normal bir insanken Pagan şiirlerine göre çok güçlü bir ifade tarzına sahip değildi. Bu yüzden toplumun şairleri onun mesajıyla ne içerik itibariyle ve ne de güçlü ifade tarzıyla yarışamıyor, ona meydan okuyamıyor, cevap veremiyorlardı.