Ha-mim’in Cuma günleri “dar çevrede” yapılan İşârâtü’l-i’câz dersinde, bir vesile ile, katılımcılardan birisi A’râf suresinin 163. ayetini çalışma teklifinde bulundu. Teklif kabul görünce, ben de mini bir hazırlık yapmak için söz konusu ayetle ilgili olarak klasik tefsir kaynaklarındaki bilgileri gözden geçirmeye ve ayetin anlamına yoğunlaşmaya çalıştım.
Ayet-i kerimenin meali şu: “Onlara, deniz kıyısında bulunan kent halkının durumunu sor. Hani onlar Cumartesi (yasağı) konusunda haddi aşıyorlardı. Zira tatil yaptıkları Cumartesi günü balıklar onlara akın akın geliyor, tatil yapmadıkları günlerde ise gelmiyorlardı. İşte onları yoldan çıkmaları sebebiyle böyle imtihan ediyorduk” (7: 163). Tefsirlerdeki bilgiler de birkaç cümle ile şöyle: Burada söz konusu edilen “karye” Tur-ı Sina ile Medyen arasında bulunan Eyke veya Eyle yahut Taberiye adlı Yahudi yerleşim birimidir. Onlar “Cumartesi yasağı” çerçevesinde balık avlamaktan sakındırıldıkları halde, Şeytan onlara, “Siz balığın avlanmasından değil, onu yemekten sakındırıldınız” diyerek onlara vesvese verdi. Onlar da haddi aşarak bu yasağı çiğnediler. Ayet, bu yasağı çiğnemeleri sebebiyle onları eleştiriyor.
Ha-mim derslerinde, -çok haklı olarak-, sıklıkla vurgulandığı üzere, “Kur’an insanı ve evreni yaratan Rabbin insana konuşması” ise, kimden ya da kimlerden bahsederse bahsetsin, -tarif gereği-, aynı zamanda benden, bizden, benim ve bizim insanî gerçeklerimizden bahsediyor, bu vesile ile doğrudan bana, bize mesaj veriyor olması gerekiyor. O halde bu ayeti salt, söz konusu “yerleşim biriminde yaşayanlar”la sınırlamak Kur’an’ın tanımıyla çeliştiği gibi bu ayetin bana ve bize yönelik mesajlarından mahrum kalmaya da yol açmaktadır.
Bu açıdan bakarak ayetteki kelime ve kelime gruplarını şöyle çözümlemeye çalıştım: Yerleşim biriminden (karye) maksat benim insaniyetimdir. “Deniz kenarı” (Hâdırate’l-bahr) benim ilişkili olduğum dış çevre, gözlediğim güzellikler, duygularımla temas kurduğum imkanlardır. “Cumartesi yasağı” insaniyetime konulmuş sınırlar, vicdanî bariyerlerdir. Bu sınırlara, -aynı Yaratıcının hükümleri olması hasebiyle- dinî ahkâmı ve kevnî yani fiziki aleme konulan kuralları da eklemek gerekir. Bu yasağa riayet etmem insanî yani vicdanî, dinî, kevnî sınırlar dahilinde hareket etmem; bu yasağı “aşmam” ise insanî, vicdanî, dinî, kevnî sınırları tecavüz etmem demektir. “Balıklar” (hîtân) -bir katılımcının düzeltmesinden sonra-, nefsimize hoş gelen menfaatlerimiz, bu bağlamda geliştirdiğimiz tutum ve davranışlarımızdır.
“Balıklar”ı ben farklı anlamışken düzeltmeyi yapan ve bana da düzeltmesi makul gelen müzakereci özetle şunları söyledi: “İfade edildiği gibi burada insanî özelliklere değiniliyor ve insanın “balıklar”a ulaşmak için nasıl zaaf sergileyebileceği gündeme getiriliyor. Bazıları, -ki, o bazıları ben de, biz de olabiliriz-, diyelim ki bir Kur’an dersinde süre biraz uzayınca sıkılabiliyor, “ne zaman bitecek bu ders” diyebiliyor. Oysa aynı kişiler lüzumsuz sohbet veya faydasız işlerle saatlerce vakit öldürdükleri halde sıkılmıyorlar. İşte ayet insanın insanî özellikleriyle, yani insanın yaratılış maksadıyla ters düştüğünde balıkların cazibesine kapılabileceğine işaret ederek insanları uyarıyor. Veya bize verilen maddi imkanlardan muhtaçlara vermek şer’î bir yükümlülük iken insana, “eğer verirsem eksilmez mi, yani balıklarım azalmaz mı? Aile fertlerinin ihtiyacını karşılamakla görevliyim, ödenecek çok faturalar var”… türünden düşünceler gelebiliyor. Yine başka bir örnek vermek gerekirse, söz gelimi, çalışan kadınların çocukları varsa, anneanneleri, kızı işe gittiği zaman kızının çocuğuna bakmak için adeta can atıyorlar. Ama aynı anneanne kızı derse gitmek için izin isterse onlarca bahane sıralıyor, çocuğa bakmamak için. Burada şeytan yok mu?”
Konuyla ilgili somut örnekler verildikçe ayetin benim, bizim pratik hayatımıza ne kadar canlı, ne kadar doğrudan mesajlar verdiği kafamda daha da canlandı. Başka bir katılımcı ayetin sonundaki, “İşte biz onları böyle imtihan ediyorduk” ifadesiyle ilgili olarak da -özetle ve bazı tasarruflarla-, şöyle bir tefekkür ortaya koydu: “Ayette bir “yasak”tan ve bu yasağı aşanların durumlarından söz ediliyor. Eğer bir yasak varsa, yasağı koyanla, yasağı koyma sebebi arasındaki ilişkiyi görmem gerekir. Bu ilişkiyi görmediğim takdirde bu yasak vesilesiyle amaçlanan eğitime girmem söz konusu olmayacaktır. Bu yasağı koyan Yaratıcıdır. Varlık alemine yansıyan özelliklerinden Onun “hikmet” sahibi olduğunu bildiğimize göre bu yasağın hikmetine bakmaya çalışmak gerekir. Bunu ne kadar anlayabilirsem, o kadar bu alanda kendimi eğitmiş olurum. Yaratıcı bana çok çeşitli duygular vermiş ve bu duyguların tatmin olması için geniş bir alanı önüme koymuştur. Ancak bu geniş alan belli sınırlarla çevrilmiştir. Mesela yeme, içme, gezme ve öteki bedenî ihtiyaçlarımı giderme konusunda sınırlar var. Bu sınırlar, -düşündüğümde-, insanların güvenliği, emeği, huzuru gibi noktalar açısından sayısız faydalar barındırıyor. Sınırlar bir şekilde aşıldığında ne gibi tecavüzlerin olabileceğini kestirmek zor görünmüyor. Demek ki yasak ile yasağın konuş sebebi arasındaki ilişkiyi görmek şart.”
Daha önce okuyup geçtiğim bir ayet, bu ders vesilesiyle benimle konuşan, adeta el sıkışan, bana tebessüm eden bir mesaja dönüştü. Allah razı olsun.