Risale-i Nur Okumaları

Lemaat, 103. Ders Notları

Ha-Mim Defaulted Featured Image

“Âkilü’l-lahm Hayvanların Helal Rızkı”

“Herşeyde bir hikmet ve nizam, câridir hem sâridir. Tesadüf, ittifak yoktur da; görünür o hikmet-i ilâhî inâyetli nizama..

Hayvandaki vahşiler kısmından, âkilüllahm sınıfına ihsan etti, yabani hayvanların hadsiz cenazeleri, etti onlara kısmet, dâvet etti taama.

Onlara sevkeyledi, bunlar dahi hem zemin yüzünü temizlerler, hem rızkını bulurlar. O helâldir onlara, düşmezlerse harama.

Onlara haram olur şu mezheb-i hayatta bir zihayatı yemek, yemek için öldürmek.. Herbir zaman her günde fillerden tâ hevama

Yabanî hayvanların, milyonlar milyarların cenazeler veriyor, meydanda da görünmez. İşte bir cay-ı dikkat, bak hikmet ve nizama.

O Kudret-i Fâtıra, o hikmet-i bâhire bir ihtiyacı vermiş hayvana hem beşere. Açlıkla ihtiyacı yapmış yular onlara. Takmış, başa licame.

Başta insan olarak açlıkla hem hacatla; gem vurarak sokmuştur nizam ve intizama. Daire-i hacette onları gezdiriyor deveran-ı daime.

Harice meydan vermez, çekiyor insicama. Hem âlemi kurtarıp vahşice halt ve mercden. Hem hâcet zenberektir terakki-i âleme.”

26. 04. 2020 tarihli 103. Lemaat dersinde yukarındaki metin okunup müzakere edildi. Bilindiği gibi Lemaat adlı risale, 1921 yılının Ramazan ayında, 20 günlük bir çalışma içerisinde telif edilmiştir. 2020 Ramazanının üçüncü gününde, 103. Lemaat dersi başlarken yaklaşık bir asır önce yazılmış bir metni okuyacağımızı düşünerek online derse bağlandım. Benim açımdan her zaman olduğu gibi güzel ve faydalı müzakereler cereyan etti. Bunların bir kısmını aşağıda paylaşıyorum (her paragraf ayrı bir müzakereciye değil, ayrı bir müzakere notuna işaret eder):

*Metinde ilginç bir “helal-haram” tanımına işaret ediliyor. Nursi, aleme bakarak, “kevnî yaratılış”ı okuyarak önce hayvanlarla ilgili bir yaklaşımı ortaya koyuyor, sonra bunu insanlara getiriyor. Burada sanki, onun önceki metinlerinde “kainat, ahireti gerektiriyor”, yahut “kainat, risaleti gerektiriyor” diye verdiği derslerin metodik alt yapısı var gibi geldi bana.

*Şöyle açabilirim bunu: Kainata bakıyorum. Her şeyde bir düzen ve hikmet yani amaçlılık görüyorum. Bu cari olduğu kadar sâri, yani hiç istisnası yok. Her yaratık vazifesini biliyor. Birlikte nizama hizmet ediyor. Bunların birbirlerine yardım edecek, birbirlerinin ihtiyaçlarını fark edecek, buna uygun vaziyet alacak bilgileri, özellikleri yok. Dolayısıyla buradaki hikmet başka bir Kudret ve İradenin eseri olmalıdır yani “ilahî”dir, diyoruz.

*Devam ediyorum: Her yerde ve her şeyde gördüğümüz bu hikmet yer yüzünün ölmüş hayvanlarla kirlenmemesi için “etçil” diye anılan hayvanları yaratıp görevlendiriyor. Bunlar için “ölmüş hayvanları yemek helal rızık” oluyor. Çünkü yaratılış maksatlarına uygun olan bu. Ama bunlar canlı hayvan yerlerse, bu onlar için “haram rızık” oluyor. Çünkü yaratılış maksatlarına aykırı davranmış oluyorlar, böyle yaptıklarında.

*Yine devam ediyorum: Metin burada “kudret-i fâtıra”ya atıf yapıyor. Yani bir “yaratılış kanunu” var, diyor. Tamam. Peki, “bunda ne hikmet var” dediğimizde, metin diyor ki, “hayvana ve insana ihtiyacı bir ‘dizgin’ gibi takmış. Onunla sevk ediyor. Onun nizam içinde kalmasını sağlıyor”. Peki, bununla ne oluyor? Metin diyor ki, iki sonuç ortaya çıkıyor bu suretle: Bir, dünya karışıklıktan (herc ü merc) kurtuluyor; iki, alem terakki ediyor. Bu iki sonuçtan ilkinin hayvanlar, ikincisi insanlarla ilgili olduğu açık.

*Metnin beni götürdüğü yere ya da götürdüğünü sandığım yere seyahatim devam ediyor. Bu bağlamda metnin son cümlesinde ifade edilen, “ihtiyacın alemin terakkisine zemberek olduğu” meselesini anlamaya çalışıyorum: Elimde iki tanım var: Bir, “sabır, benim hoşuma gitmeyen şeylerde Rabbi tanıma, esma okuma çalışmasıdır”; iki, “şükür, hoşum giden şeylerde Rabbi tanıma, esma okuma çalışmasıdır”. Kulluk eğitimimde bunların iki merkezî kavram olduğu Kur’an’daki vurgulardan anlaşılıyor. Tamam. Ben baktığımda kendimi ihtiyaçlı görüyorum. Çok şeye muhtacım. Ama bir taraftan da biliyorum ki ihtiyaçlı olmak hoşa giden bir şey değil. Ne yapmalıyım? İhtiyaçlarımı karşılamaya koyulmalıyım. Buradaki her çabam “esmayı okuma çabası” olacak (sabır böyle tanımlandı). Mesela uzaktaki dostlarımı görmeye ihtiyacım var, ulaşım alanında beni buna taşıyacak imkanlar bulmaya çalışacağım, dostlarımla iletişim halinde kalmaya ihtiyacım var, intermeti bulmaya çalışacağım… Ama bütün bunlar alemdeki “nizam” ve “hikmet” dairesinde dönüyor. İhtiyaçlarımın peşinden gittikçe, “Rabbi tanıma” yani “esma okuma” çalışması içinde bulunacağım. İhtiyaçlarının karşılandığını görünce de şükredeceğim. Yine “Rabbi tanıma”, “esma okuma” faaliyetim devam edecek. Böylece bunlar beni insanî bakımdan terakki ettirmiş olacak. Çünkü bu dünyadaki vazifem bu. Sonuç olarak sabır ve şükür, beni bu hayatta eğiten, geliştiren iki dinamik oluyor!

*Metin, anladığım kadarıyla meseleyi önce hayvanlar açısından ele alıp etçil hayvanların rızıklarının “ölmüş hayvanlar olduğunu” ifade edip bunu insanların “hayvanî yönü ile de eşleştiren” bir analiz yapıyor. Ama bir de insanların “insanî yönü” var. Yani insanın ihtiyaçları bedensel ihtiyaçlarından ibaret değil. Ama metin buna girmiyor. Fakat biz konunun önemi dolayısıyla sıçrama yapabiliriz hatta yapmalıyız. Bakınca görüyoruz ki kainat insaniyetimin ihtiyaçları bakımından neyin helal, neyin haram olduğunu söylemiyor. Eğer insaniyetimin gerektirdiği helal ve haramlara ulaşıp bunları dikkate almazsam “terakki” edemem. Peki, bunların cevapları nerede? Kainat diyor ki, “insaniyetinin ihtiyaçlarını karşılamak için benden cevap bekleme”. Evet, kainatta bunların cevabını bulamıyorum. O zaman şöyle düşünüyorum: “Kim bana bu duyguları vermiş, insanî soruları sordurmuşsa Onu bulmalı, cevapları Ondan almalıyım!”

*Sanıyorum, buranın biraz daha açılması gerekiyor: Kainat bedensel ihtiyaçlarım konusunda hükmünü söylüyor. Mesela, bir meyveyi belirli bir zaman içinde tüketmezsem veya paylaşmazsam çürüyor ve bana, “şu kadar zaman geçmeden bunu ye veya paylaş”, diyor. Tamam. Fakat aynı ben, insaniyetim dolayısıyla Yaratıcımla konuşmak istiyorum. Kainat, -kendindeki özellikler ile bana Yaratıcısının özelliklerini tanıtmış olmakla beraber- bu tür insanî taleplerime karşı bütünüyle ilgisiz kalıyor. Bu noktaya kaçırmamak lazım, diye düşünüyorum.

*Metin, arkaplandaki sesi itibariyle bana “ihtiyacını tanımla” diyor gibi geldi. Benim kurtarıcım o. Eğer ben ihtiyacımı tanımlamazsam kainatı târ u mâr etme ihtimali her zaman mümkün. Alemin terakkisi de buna bağlı diye anlıyorum. Eğer kendimi hayvanî/bedensel yönümle sınırlı tutar, insanî özelliklerimi devre dışı bırakırsam terakki etmem hiçbir şekilde mümkün olmaz. Eğer insanî yönümle Sonsuz Rahmet sahibini bulursam, eşyayı tüketme şeklim, bu buluşmanın gerektirdiği ölçü ve nitelikte gerçekleşeceği için ben de terakki etmiş olurum!

*Metni ilk defa yüzeysel olarak okuyup hayvanlar için helal ve haram gibi hükümlerden bahsettiğini görünce, “nereden çıktı bunlar”, diyesi geliyor insanın. Çünkü helal ve haram gibi kavramlar “ef’al-i mükellefin”e ait hükümlerdir. Mükellefiyet ise akıl ve irade şartına bağlıdır. Aklı ve iradesi olmayan hayvanlar için nasıl böyle hükümlerden bahsediliyor, diye akla geliyor. Fakat arkadaşların yaptığı müzakerelerde, bunun “yaratılışa ait şeriattan” çıkarılan hükümler olduğu, ayrıca metnin insanın behimî yönüyle hayvanların özelliklerini kıyaslayan bir analiz olduğu ortaya konulunca, mesele belli bir açıklığa kavuştu, benim zihnimde. Diğer taraftan metnin son cümlesi bana da önemli geldi. Anladığım şu: İnsan olarak benim terakkim ihtiyaçlarımla yakından ilgili. Adına ister rızık, ister ihtiyaç diyelim, insan olarak böyle yaratıldığımız aşikar. Fert olarak düşündüğüm zaman ben, sayısız ihtiyaç içinde olduğumu fark ediyorum. Ama bu ihtiyaçlarımı karşılayamadığımı görüyor, “aciz”liğimi anlıyorum. İhtiyaçlarımı giderecek imkana sahip değilim, “fakir”liğimi anlıyorum. Öte yandan ihtiyaçlarımın karşılandığı görüyor, Yaratıcımı, burada tezahür eden esmasıyla tanıyorum. Mesela Onun rahim, kerim, rezzâk… olduğunu anlıyorum. Bu anlayışım beni insanî bakımdan terakki ettirmiş oluyor. Kendimi ihtiyaç sahibi olarak görmemin zıddı olan “istiğna” yani “yeterlilik” ise ayette belirtildiği gibi “tuğyan” sebebi olarak ifade olunuyor.

*Şu kısmı bir kez daha netleştirmek gerekiyor: Evet, dendiği gibi kainat bize Yaratıcıyı tanıtıyor. Ama onunla nasıl ilişkiye geçileceği gibi insanî taleplere dair hiçbir açıklama yapamıyor. Bunu bir kitap örneği üzerinden düşünebiliriz. Ben bir kitabı elime aldığım vakit, kitaptaki “anlam” ile ilişkiye geçtikten sonra o kitabın kağıdı ve mürekkebi ile ilişkimi keser, doğrudan Yazarın bilgisi ile temasa geçerim. Kainatın da bana Var Edicisini tanıttıktan sonra, benim “Onunla nasıl buluşurum, O benden ne istiyor, ben ölüp gidecek miyim” gibi soru ve arzularıma cevap vermediğini görüyorum. O halde Yaratıcının ayrı bir mesajına/konuşmasına/vahye ihtiyacım var; ve onu bana iletip hayatına aksettirerek örneklik yapacak öğretmene/resule, diye anlıyorum. Diğer taraftan, biraz önceki müzakerede gündeme getirilen ayeti de kendi bağlamında anlamak lazım. Yani insanlar kendilerini bedensel ihtiyaçları noktasında “müstağni” görmüyorlar. Asıl “istiğna” insaniyet noktasında kendisini gösteriyor. “Kainat bize yeter” demeye gelen tavır! İnsanı azgınlığa götüren budur!

*Ben, özel önemi dolayısıyla bu kısmı biraz daha vurgulamak istiyorum. Evet, kainata baktığımız zaman kanat bizi Yaratıcının varlığına ve özelliklerini tanımaya götürüyor. Beni de Onun yarattığı açık. Ona inandım, Onu tasdik ettim. Tamam. Peki şimdi ben ne yapacağım? Beni niçin yaratmış, buradan nereye gideceğim, buradaki görevlerim nelerdir? Bunları nasıl bileceğim? İnsanî duygularım yok olmak ve çürümek istemiyor. Ne yapmalıyım? Bu gibi soru ve isteklerim konusunda kainattan cevap alamıyorum. Mesela, meramımı daha iyi anlatayım diye bir ayete referansta bulunayım. Ayet diyor ki “ben insanları ve cinleri bana ibadet etsinler diye yarattım.” İbn Abbas ve ona katılarak Nursi’nin dediği gibi buradaki “ibadet” Onu “tanıyarak” olur. Özetle ben, kainatın bana tanıttığı Yaratıcıya bu tanımamı nasıl ibadete dönüştürerek mukabele edebilirim, mesele burada gibi görünüyor. “Ben Allah’a inanıyorum” deyip dünyada ibadetsiz bir anlayış başını almış gidiyor. Özetin özeti İslam dünyası “Budistleşti”, “Budistleşiyor”! Bu tablo beni alarma geçiriyor! Konuyu tekrar tekrar vurgulamak istememin sebebi de bu!

Yazar hakkında

İlyas Üzüm

Dünyalıyım. Güneş Sistemi sokağında oturuyorum. Yaşadığım Samanyolu galaksisi şehrini bile gezemedim. Yolda mıyım, emin değilim ama "yolda olmak, yolcu olmak" istiyorum; zaman ve varlığın sonsuz yolculuğunda.

Yorum yazın