Ders Notları Usûle Dair

Kur’an ve Hadis Okumalarında Üç Altın Prensip

Kur’an ve Hadis Okumalarında Üç Altın Prensip | Ha-Mim

Ha-mim derslerinde en çok hassasiyet gösterilen, en sık dile getirilen, en yoğun dikkat çekilen hususlardan birisi, belki de başlıcası “usûl” konusu. Diğer bir ifadeyle Kur’an, hadis ve Risale okumalarında daima göz önünde bulundurulması gereken metodolojik prensipler. Özellikle Risale okumalarında müellifin takip ettiği anlaşılan usûlî yaklaşımı vurgulamak Ha-mim derslerinin olmazsa olmazı hükmünde. Öyle ki bazı Risale dersleri ağırlıklı olarak doğrudan usûlî konulara kayabiliyor. Geçtiğimiz hafta sonu (02 Mayıs 2023) yapılan Divan-ı Harb-i Örfî dersi de metinde geçen bir cümle dolayısıyla neredeyse tamamen usûl konusuna tahsis edildi.

Metinde yer alan “Fakat zemin bataklık ve dam ve plan serilmişti. Mukaddes olan itaat-ı askeriye feda edildi. Üssü’l-esas esbab, fırkaların taraftarane ve garazkarane münakaşâtı ve gazetelerin belağat yerine mübalağat ve yalan ve ifratperverane keşmekeşleri idi…” cümleleri müzakere edilirken bir müzakereci kısaca şunları söyledi: “Günümüzde de tablo farklılaşmış görünmüyor. İnsanların önüne bir kurgu konuyor, bir tasarım sunuluyor. İnsanlar o tasarım üzerine yaşamaya çalışıyorlar. Bir tür sosyal mühendislik faaliyet bu. İnsanlara gerçek gibi gösteriliyor. Bunun mutlaka yırtılıp gerçek hayatın gösterilmesi gerekiyor diye düşünüyorum.”

Başka bir müzakereci de özetle şunları kaydetti: “Müzakerede söylenen kurgu ifadesi bana ilginç geldi. İnsanlar gerçeğe teslim olmazlarsa kendi gerçeklerine, kendi dünyalarına, kendi his ve heveslerine göre tablo çizmeye çalışıyorlar. Mesela din alanında konuşanlardan kendisini Allah’a teslim edememiş öyle kimseler var ki, bu eksikliklerini ayet ve hadis yorumlarına yansıtıyor, yorumlarını kendilerini haklı çıkaracak şekilde yapıyorlar. Sonra güya ayet ve hadisin böyle söylediğini iddia ediyorlar. Bunun üzerine bir de bin yıldır devam edip gelen köhneleşmiş gelenek konuyor, ona da yaslanıyorlar ve insanları irşat edecekleri yerde ifsat ediyorlar. Söyledikleri birçok şeyde mantıkî tutarlılık bulunmuyor. Ayetleri açıklarken kainatın şahitliğine baş vurmuyorlar. Hadisleri açıklarken uygulamaların arkasındaki evrensel mesajları paylaşacakları yerde tarihi olayı ‘kes-yapıştır’ yaparak içinde bulunduğumuz yüzyılın insanına sunuyorlar. Yapıştırmak iddiasındalar fakat yapışmıyor ki. Çünkü kes-yapıştır gönderilmiş bir ‘vahiy’ ve bir ‘peygamber’ görmüyoruz. Bütün zamanlardaki ve mekanlardaki insanlara ve topluma rehberlik yapmak için Yaratıcının yaptığı bir konuşmanın bütün insanlara hitap etmesi için her türlü döneme ve coğrafyaya göre değerlendirilmesi gerektiğini sergileyen bir uygulamayı Kur’an’dan ve Peygamber hayatından öğreniyoruz. Nitekim gerek Kur’an ve gerekse Peygamber uygulamaları da toplumun gelişmesiyle paralellik arz eden bir sunum farklılığına tabi tutularak yani bize şimdi örnek olacak aşamalardan geçilerek sunulduğu gerçeği var.”

Edindiğim tecrübelerden ulaştığım sonuç şu ki, dinin benimsenmesi, yaşanması ve takdim edilmesinde şu üç prensibin kesinlikle göz önünde bulundurulması lazım: a) Sunduğumuz din mutlaka mantıkî bir tutarlılık taşıyacak, çelişkilerden uzak olacak, insan aklına ve duygularına makul gelecek, b) Özellikle ayetlerin yorumlarında mutlaka kainatın şahitliğine dayanılacak, kainattan delillendirilmeyen yorumlardan uzak durulacak, c) Kur’an ve hadislere yaklaşırken doğru bir biçimde Kur’an ve Peygamber tanımına sahip olacağız, açıklamalar bu tanım çerçevesinde yapılacak. Bu üç prensibe dikkat etmeden yapılan eğitimin bugün toplumu hangi hale getirdiği ortadadır.

“Kes-yapıştır şeklinde bir sunum da haklı olarak toplumda kabul görmüyor. Başka bir ifadeyle din mantıkî tutarlığa uygun olarak sunulmayınca, düşünen ve sorgulayan kitleler tarafından ‘kurgu’ gibi değerlendiriliyor. Nasıl ki materyalistler dini bir kenara attılar, öbürleri de kendilerini Allah’a teslim etmeyince ayet ve hadisleri iç tutarlılıktan uzak şekilde yorumlamaya dayalı bir din anlattılar. Edindiğim tecrübelerden ulaştığım sonuç şu ki dinin benimsenmesi, yaşanması ve takdim edilmesinde şu üç prensibin kesinlikle göz önünde bulundurulması lazım: a) Sunduğumuz din mutlaka mantıkî bir tutarlılık taşıyacak, çelişkilerden uzak olacak, insan aklına ve duygularına makul gelecek, b) Özellikle ayetlerin yorumlarında mutlaka kainatın şahitliğine dayanılacak, kainattan delillendirilmeyen yorumlardan uzak durulacak, c) Kur’an ve hadislere yaklaşırken doğru bir biçimde Kur’an ve Peygamber tanımına sahip olacağız, açıklamalar bu tanım çerçevesinde yapılacak. Bu üç prensibe dikkat etmeden yapılan eğitimin bugün toplumu hangi hale getirdiği ortadadır.”

Ardından başka bir müzakereci -küçük tasarruflarla- şunları söyledi: “Bu üç prensip insanî olarak bana gayet önemli geldi. Zira insan olarak ben bir şeyi benimseyeceksem bunun ebette aklıma ve mantığıma uygun olması gerekiyor. Öte yandan ben kainatın içinde yaşıyorum ve neler olup bittiğini, en azından, yakın çevremde görüp gözlüyorum. Dolayısıyla inanç adına önüme konan anlayışların gözlemlediğim alemle şahitlendirilmesi beni inancımda emin kılar. Kaldı ki dinin makuliyeti ve inançların kainatın şahitliği altında sunulması, -müzakerecinin de işaret ettiği gibi- esasen Kur’an’ın takip ettiği bir usûldür. Kur’an Allah’a imandan ahiretin varlığına kadar inanç esaslarını kainattaki varlık, oluş ve yaratılışlarla temellendiriyor. Tanım konusuna gelince, bu da çok önemli. Müzakerecinin belirttiği üzere, eğer benim Kur’an tanımım onun, ‘alemde fiilleriyle konuşan Yaratıcının sözlü konuşması’ olduğu şeklinde ise, yine Kur’an ‘Yaratıcının bana, benim şartlarıma doğrudan konuşması’ ise ayetlere muhatap olduğumda, bu tarif benim Kur’an’dan istifademi kat kat artıracaktır. Müzakerecinin çok güzel ifade ettiği gibi, Kur’an İbrahim (asm)’dan bahsederken de, Nemrut’tan bahsederken de Kur’an’da sunulan peygamber kıssalarının içinde kendimi bulacağım; aynı şekilde Hz. Musa’dan bahsederken de Firavun’dan bahsederken de kendimi bulacağım. Böylece Kur’an benim hayatıma canlı, sıcak, dinamik mesajlarıyla hayat verecek. Böyle bir tanıma ulaşmadığımda, ya da bunu göz ardı ettiğimde Kur’an’ın önceki peygamberlerden ve toplumlarından bahsettiği pek çok ayet benimle alakası olmayan tarihi malumat haline gelecek. Yine Peygamber’i ben ‘Yaratıcının Kur’an’ı tebliğ etmek ve uygulama örnekleriyle bana açıklamak üzere gönderilen, kendiliğinden asla bir şey söylemeyen, tarihi uygulamalar altında evrensel mesajlar veren kişi’ olarak tanımladığımda, onun hadisleri ya da sünnetleri tarihi malzeme olmaktan çıkar ve benim pratik hayatıma doğrudan mesajlar veren evrensel prensipler haline gelir. O halde bu anlatımları onların tarihi bağlamında nasıl bir ortamda ve nasıl bir aşamadan geçirilerek sunulduğuna dikkat edip prensipler çıkaracağım ve o prensipleri kendi ortamıma belli aşamalardan geçirerek uygulayacağım.”

Kainat çalışması yapmadan önce Kur’an çalışması, tahkiki iman çalışması yapmak gerekiyor. Kur’an’ın mesajını bilmeyen, Kur’an çalışması yapmamış olan bir kimse peşinen kabul edilmiş taklidi imanla kainat çalışmalarına girdiğinde -halk tabiriyle- çuvallıyor. Onun için ben böyle bir eğitimden geçmemiş, sağlıklı bir iman alt yapısı oluşturmamış kimselere, ‘Sen kainat çalışması yap, laboratuar çalışması yap’ demekten kaçınıyorum. Zira kainatta sebep-sonuç ilişkisi nedir, sebeplerin gerçekten etkenliği var mıdır, sonuçlardaki mükemmelliğe baktığımızda bunu sebebe havale etmeyi akıl mümkün görür mü, iman-gayb ilişkisi nedir, kelime-i tevhiddeki ‘lâ ilahe’ neyi ifade ediyor… gibi konuları çok iyi çalışmadan laboratuara girenlerin ayağı kayabiliyor.

Arkasından ayetlerin yorumunda kainatın şahitliğine başvurma konusu detaylandırılırken uzun müzakerenin sahibi, bunun illa bilimsel dataları kullanmak şeklinde anlaşılmaması gerektiğini, genel müşahedelerimize dayalı şahitliğin de yetebileceğini belirtti. Bunun üzerine diğer müzakereci şunları paylaştı: “Ayetlerin açıklaması ya da yorumlanmasında kainatın şahitliğine müracaat etme konusunun biraz daha detaylandırılması gerektiği kanaatini taşıyorum. Müzakereci tam olarak neyi kast etti bilmiyorum ama kanaatimce ilmi verileri kullanmakta beis olmadığını, hatta bunun gerekli olduğunu düşünüyorum. Şu kadar var ki, -herkesçe bilindiği üzere- burada bilimsel bilgi ile teorik bilgiyi ayırmak gerekiyor. Teoriler zaman içinde reddolunabilir, değişebilir, bazı kısımları yeniden düzenlenebilir. Dolayısıyla teorik açıklamalar konusunda esnek olmak gerekiyor. Ama deney yahut gözlemlerle kanıtlanmış tespitlerde değişme olmaz ve bunları kullanmakta hiçbir sorun olmadığını, hatta bunları kullanmanın gerekli olduğunu düşünüyorum. Mesela Kur’an’da ‘Size iki göz vermedik mi?’ (Beled 90/8) deniliyor. Bu ayeti yorumlarken anatomi ilminin tespitleri ışığında insanda neden iki göz olduğu, gözün yapısı, görme aşamaları gibi çarpıcı bilgileri kullanmanın çok yararlı olacağını düşünüyorum. Hatta yapılan müzakerelerden ulaştığım sonuca göre üç aşamalı bir yol izlemek gerekiyor: a) Ayetleri açıklarken en azından genel gözlemlerimiz ışığında kainatın şahitliğini gündeme getirmek, b) Bir adım ileri giderek ilgili bilim dallarının tespitlerini paylaşmak, tespiti yapanların yorumlarının o kişileri bağladığını ve bizim mutlaka o yorumları benimsemek zorunda olmadığımızı unutmamak, c) Nihayet şartları müsait olan kimseler için bizzat kainat araştırması yaparak ulaşılan sonuçları sunmak. Böylece kainata dair bilgileri kimi inkarcı bilim adamlarının küfrî yorumlarından tecrit etmek, temizlemek. Zira bugün bilim pozitivist bir dille ifade olunuyorsa, bunun sebeplerinden birisi ehl-i imanın ilmi çalışmalarda geri planda kalması değil midir, diye düşünüyorum.”

Bunun üzerine önceki müzakereci tekrar söz alarak şunları söyledi: “Burada dile getirilen hususlara aynen katılıyorum. Yalnız bir konuda özel dikkat gerekiyor. O da şu: Kainat çalışması yapmadan önce Kur’an çalışması, tahkiki iman çalışması yapmak gerekiyor. Kur’an’ın mesajını bilmeyen, Kur’an çalışması yapmamış olan bir kimse peşinen kabul edilmiş taklidi imanla kainat çalışmalarına girdiğinde -halk tabiriyle- çuvallıyor. Onun için ben böyle bir eğitimden geçmemiş, sağlıklı bir iman alt yapısı oluşturmamış kimselere, ‘Sen kainat çalışması yap, laboratuar çalışması yap’ demekten kaçınıyorum. Zira kainatta sebep-sonuç ilişkisi nedir, sebeplerin gerçekten etkenliği var mıdır, sonuçlardaki mükemmelliğe baktığımızda bunu sebebe havale etmeyi akıl mümkün görür mü, iman-gayb ilişkisi nedir, kelime-i tevhiddeki ‘lâ ilahe’ neyi ifade ediyor… gibi konuları çok iyi çalışmadan laboratuara girenlerin ayağı kayabiliyor. Ben bunun çok örneklerini biliyorum. Dolayısıyla önce tahkiki iman çalışması yapmak gerekiyor diye düşünüyorum.”

Dersin devam eden bölümlerinde İslam tarihine referansta bulunularak kainat çalışmalarının ne zaman ve nasıl askıya alındığı, bunun insanların dinden uzaklaşmasına ne gibi olumsuz etkiler bıraktığı, günümüzde bu eksiliği gidermek için neler yapmak gerektiği gibi konular üzerinde samimi, sıcak, heyecanlı tefekkürler paylaşıldı. Allah razı olsun (Ders kaydını şu linkten izleyebilirsiniz: https://www.youtube.com/watch?v=a3yvKs9irMQ).

Yazar hakkında

İlyas Üzüm

Dünyalıyım. Güneş Sistemi sokağında oturuyorum. Yaşadığım Samanyolu galaksisi şehrini bile gezemedim. Yolda mıyım, emin değilim ama "yolda olmak, yolcu olmak" istiyorum; zaman ve varlığın sonsuz yolculuğunda.

Yorum yazın