Kur'an Okumaları Usûle Dair

Kâinat Şahitliğinde Kur’an Okuma Denemeleri: İnşirah Suresi-4

Kâinat Şahitliğinde Kur’an Okuma Denemeleri: İnşirah Suresi-4 | Ha-Mim

َفَإِذَا فَرَغْتَ فَٱنصَب

94:7.” Şu hâlde, bir zorluğu aştığında yılma, başka bir işe giriş!”

İnsan olarak sorgulamaya müsait olduğumuzda varlıkları sorgulamaya başlamalıyız. Her varlık Yaratıcının bir ayetidir. Onun varlığına ve özelliklerine şahitlik eder. Bizler bu şahitliklerin farkına vararak bilinçleniriz. Bu bilinçlenmenin sürekli olması için bir hakikati anladıktan veya ayetin şahitliğini idrak ettikten sonra Yaratıcının bir başka özelliğinin şahitliğini aramalıyız. Kur’an ayetlerinin manasını anlamada ya da Peygamber’in (SAV) öğrettiği bir hakikati idrak etme görevinde bir meseleyi anladıysak daha fazlasını anlamak için çabalamalıyız. Daha ileri gitmeliyiz. Neden? Niçin? Sorularına cevaplar aramalıyız. Bu arayışın sonunda bir huzur ve itminana varırız. Buna şahitlik eden evren, çelişkili değildir.  İnsan olarak bu dünyadayız ve ihtiyacımız olan her şey bizim için temin edilmiş. Varlığımız için gerekli ortam düzenlenmiş.

Fakat insan, ruhen ebedi istediği için evrenle sınırlı kalmak yeterli gelmez. Çünkü evrendeki hiçbir şey insanın ebedi mutluluk beklentisini karşılayamaz. İnsan acıkınca yemek yer ve doyduğunda bir fiziki ihtiyacı karşılanmış olur. Bu noktada insana yaraşan insaniyetini, aklını ve duygularını kullanarak acıkmanın ve doymanın ne manaya geldiğini sorgulamak ve kendine düşen vazifenin ne olduğunu araştırmaktır. Tefekküre başlayan bir insan fark der ki açlık ve doymak her ikisi de bilinçli olarak tasarlanmış birer yaratma eylemidir. Böylece kendisine açlık ve tokluğu yaşatan bir Varlık Kaynağı olduğunu fark eder. Varlığa bakarak onun yaratılış yönünü görür. Herhangi bir varlığın yaratılması demek onun bu kâinat türünden olmayan bir İlim ve Kudretin eseri olması demektir. Çünkü bu kâinatta var edebilme kudreti olan hiçbir varlık yoktur. Kâinattaki her şey zaten var edilmeye muhtaçtır. Öyleyse Varlık Kaynağı bu kâinat türünden değildir yani mutlaktır.

Kâinat, itme ve çekme gibi zıtlıklarla doludur ve hepsi birbirini tamamlayıcı mahiyettedir. Bunun böyle olması nasıl açıklanabilir? Materyalist bilim, araştırmalarda Varlığın Kaynağını göz ardı eder. Örneğin, bitkiler neden farklı özelliklerdedir? Her bitkiye kendine özgü bir form verilir. Bu harika bir ayrıntıdır! Oysa materyalist bilim, yaratılıştaki bu özgünlükten hiç bahsetmez. 1930’lara kadar insanlar, evrenin başlangıcı ve sonu olmayan yani sonsuz bir nitelikte olduğuna inanıyorlardı. Ünlü bir araştırmacı, her galaksinin farklı ışık tonlarını yansıttığını keşfetti. Einstein bile evrenin sonsuz olabileceğini düşündü. Bütün bunlar gözlemlemeye çok açık mahiyettedir. Ancak bilimciler, varlıkların Varlık Kaynağını sorgulamaktan kaçınırlar. Yapabildikleri en iyi açıklama, her şeyin bir defada var olduğunu yani ortaya çıktığını iddia eden büyük patlama teorisidir. Fakat bu büyük patlamanın veya şu anda var olan şeylerin Varlık Kaynağını sorgulamak istediklerini iddia etseler de evrenin içinde bir varlık kaynağı olmadığı açıktır. Çaresizlikten evrenin dışında ve fakat yine bir başka evrenin olabileceğini tasarlayıp en sonunda sonsuz evrenler var diyerek çıkmazlarının içinden sıyrılıp kurtulduklarını iddia ederler. Eğer bir parçacığın kendi kendine var olduğu ispatlanabilirse o zaman bu evreni var eden bir Yaratıcı aramaya gerek kalmaz. Çünkü eğer zerre kendi kendine var olabiliyorsa o zaman diğer varlıklar da kendi kendine var olabilir. Ayrıca, dünyanın kaç yılda ortaya çıktığını söylemek de varlıkların Varlık Kaynağı nedir sorusuna bir cevap değildir. İnsan ve diğer varlıklar her an farklı bir biçimde var edilir. İnsan, çocukken yetişkin olmak ister. Yetişkin olduğunda da hep genç ve dinamik olma halini korumak ister. Bu duygu, ebedi bir Varlık Kaynağının var olması gerektiğine şahitlik eden beşerî bir arzudur. Böylece insan devamlı yeni bir formda yaratılışıyla Yaratıcısının sürekli her varlık ile doğrudan ilişki içinde olduğuna bizzat kendisi tanık olur.

İnsan, nasıl oluyor da yaşlanıyor? İnsan hücre yapı taşları kendi kendilerini mi yaşlandırıyor? Eğer kendileri buna karar veriyorlarsa neden hem yaşlanmak istememe duygusunu versin ve hem de kendi kendini yaşlandırsın ki? Demek ki kasıtlı ve bilinçli bir Yaratıcı insana mesaj veriyor: “Ben seni bu dünya şartlarında yaşayasın diye yaratmadım.” Evrenin kendisi sonsuz hayat sahibi değil, hiçbir şeyi yok iken var edemez, kendisi yok iken var edilmeye muhtaç niteliktedir. Aynı şekilde, insan nasıl ben doğdum ya da öleceğim diyebilir ki? Kişi doğum veya ölümünün faili değildir. İnsana doğum veya ölüm verilir. Hatta genleri dahil tüm varlığı insana verilmiştir. Genleri hayatiyete vesile olabilecek biçimde işleten nedir veya kimdir? Bu mikro düzeydeki bilinçli değişiklikleri ayarlayan kimdir? İnsandaki yaşlanma özelliğinin varlık kaynağı, genlerin kendileri de var edilmek zorunda olan şuursuz zerreleri midir? Bu yaşlanarak değişme özelliğinin varlık kaynağı hiç dikkate alınmaz. Varlık bir şekilde var olmuş da sanki ondan sonraki kısmıyla ilgilenir durumdadır materyalist anlayış.

Materyalist varlık anlayışı, insanın imanla elde edebileceği emniyet duygusunu yaşamasına izin vermez. Her şeyi maddi boyutlarla algılar. Ölüm, korkunç bir son demektir. Bu nedenle sigorta diye bir kavram ortaya çıkmıştır. Oysa İslam terbiyesinden geçmiş insanlar için ölüm sadece bir başka tür yaratma biçimidir. Korkulacak bir tarafı yoktur. Zira, her an zaten öldürülüp diriltilerek varlığımız devam ettiriliyor. Bir varlık alanından diğerine geçişimiz pürüzsüz ve sarsıntısız bir şekilde gerçekleştiriliyor. Ölümde ise ani ve temelli bir transfer edilmenin göstergesi olarak hafiften bir sarsıntı olacak o kadar. Yine bir varlık alanından diğerine taşınmış oluyoruz. Bizi taşıyan her daim var olan Yaratıcımızdır. Biz bu yaratılışta hep var olduğumuza göre O da var eden olarak mutlaka var olmalıdır. Onun merhametiyle bu dünyada olduğu gibi ötede de var edilmeye devam ediliriz. Bu nedenle sigorta kavramı esasen İslam’a terstir. Geçimini sağlama gücü olmayan insanlara devlet bakar. Ayrıca İslam medeniyetinde emeklilik de yoktur. İnsan, çalışabildiği kadar çalışmak zorundadır. Çalışacak durumda değilse yine ihtiyacı devlet tarafından karşılanır. İman eksenli ilim ve araştırma yapanlar bu bakımdan biraz farklıdır. Ciddi biçimde varlık ve Yaratıcıyı tanıma çalışmaları yapan alimler yaşlandıkça bu çalışmaların bereketiyle duydukları heyecan ve şevkle daha çok çalışırlar.

Herhangi bir yaratma eyleminin sonsuz katmanları vardır. Bir hücrede gerçekleşen yaratma işlemleri incelenecek olursa sayısız özelliklerin var edildiği görülür. Her hücrenin kendi programı yaratılır. Bir insanın bedeninde çok sayıda ve çeşitte hücre vardır. Örneğin deri hücreleri kalp hücrelerinden farklı özelliktedir. Bu kadar büyük sayıda ve çeşitlilikte hücrenin hayatla uyumlu biçimde işlemesi hayranlık vericidir. Mikro düzeydeki bu hassas işleyiş ve uyum akıllara durgunluk verir. Bu işlerin otomatik biçimde genlerde kodlanmış olarak var edildikleri için insanın varlığının genlerdeki bilgiler tarafından gerçekleştirildiğini söylemek yeterince izah edici olamaz. Çünkü insan aklı genlerin ve özelliklerinin de varlık kaynağını sorgular. Bir şeyin varlığını, kendisi de var edilmek zorunda olan başka bir varlığa isnat ederek açıklamak mantıksızdır. Kâinatın var edilip işletilmesindeki düzen araştırılırsa daha fazlasını keşfetmek mümkün olabilir. “Zikir” bu bakımdan bir şey üzerinde düşünmek ya da önceki çıkarımlardan faydalanmak suretiyle bu sonuçların yeni yaratılış deneyimlerine nasıl uygulanabileceğini hatırlamak manasına gelir. İnsanı bu doğrultuda tefekküre davet eden Kur’an’ın kendisi de bir “Zikir”dir.

Kâinat Şahitliğinde Kur’an Okuma Denemeleri: İnşirah Suresi-4 | Ha-Mim

Ayetteki bir işi bitirip boşa çıkmak manasına gelen “ferağ” ifadesi, bir hakikati anlayıp idrak etmek veya bir anlayış aşamasını tamamlamayı işaret eder. Ulaşılan anlayış seviyesini daha ileriye götürmek ve ötesini anlamak için çaba göstermek gerekir. Anlayışta derinleşmenin sonu yoktur. Çünkü yaratılıştaki inceliklerin sonu yoktur. Tıpkı, teknolojik araçların evrendeki düzenden faydalanıp güncellenerek daha fazla özelliklerle donatılıp yeniden üretilmesi gibi sürekli bir yenilenme söz konusudur. Herhangi bir varlık dikkatle incelenirse, yaratılışındaki ince sanat ve hikmetin mertebelerinin gittikçe arttığı ve daha fazlasını kavramak için farklı yöntemlerle derinlik kazanmak gerektiği görülür. Örneğin, bir portakalın yaratılmasında çok farklı özellikler dikkat çeker. Renk, şekil, büyüklük, tat ve amaçlılık bunlardan sadece birkaçıdır. Yaratıcının özellikleri sonsuzdur. Her yaratma eyleminde tecelli eden özellikler de sonsuzdur. Bu yüzden eşyanın özelliklerinin sonu yoktur. Bundandır ki insanlar yaratma eylemlerini sürekli araştırarak yeni kurallar ve özelliklere bağlı keşifler yaparlar. Varlıklardaki her özellik, Yaratıcısının özelliklerinin bir yansımasıdır. Varlıkların yaratılışında tecelli eden özelliklerin sonu olmadığına göre, Yaratanın özellikleri sonsuzdur. Herhangi bir bilim dalındaki araştırmaların sonunun gelmemesinin nedeni de budur. Sadece ben Allah’a inandım diyerek işin içinden çıkamayız. Aksine, varoluşun anlamı hakkındaki anlayışımızı geliştirmek için varlıkları araştırıp inceleyerek inancımızı pekiştirmemiz ve geliştirmemiz gerekir. Bu yolda çaba sarf etmeli ve asla boş durmamalıyız. Hiç ara vermeden daima varlıklar üzerinden yaratılışı okumalıyız. Her şey bir Yaratıcı tarafından yaratılıyor. Bu sonuca nasıl vardığımızı devamlı sorgulayarak inancımızı yenilemeli ve ilerletmeliyiz.

Kâinatta hiçbir varlığın var etme gücünün olmadığını veciz biçimde ifade eden “la ilahe illallah,” bizim için ne manaya gelir? Bizzat bu ifadeyi sorgulayarak Yaratıcının özelliklerine şahitlik etmeliyiz. Bize bunu sorgulama yeteneği verildiğine göre araştırma ve tefekküre davet ediliyoruz demektir. “Zikir,” bu tefekkür sürecidir. Sanıldığı gibi zor değildir. Şahitliklerimizi daha ileri seviyelere götürerek farkındalığımızı artırma gayreti bir tür “zikir” yani varlığımızın manasını hatırlayarak o manayı derinleştirme faaliyetidir. Örneğin, ortaokulda öğrendiklerimizi hatırlayarak biraz daha ileri seviyedeki lise konularını öğreniriz. Benzer biçimde Yaratıcının farkına vardığımız özelliklerini daha yakından tanımak ve inceliklerini fark etmek için daha fazla çalışırız. Rezzak olan yaratıcının rızık vermesinin ilk ve başlangıç seviyede öğrenilmesi açlık ve doyma hissi üzerinden tecrübe edilir. Daha ileri mertebelerinde ise aklın, kalbin ve ruhun ihtiyaç duyduğu rızık türlerinin farkına varılır. Bunlarda ilerleme kaydedilmesi halinde daha üst seviye inceliklerin farkına varılır. Bu mertebelerden birine ulaşmak nasip olduğunda hemen sonrasını da niyaz etmek ve bu amaçla çalışmak gerekiyor.

Demek ki, “zikir” etmek için yaşadığımız hayatın özel bir kısmında oturup zaman ayırmamıza gerek yoktur. Yaşadığımız deneyimlerimizin tümünün Varlık Kaynağı’nı tanıma ve hatırlayıp anma imkânına sahibiz. Her anımızı değerlendirmemiz gerekir. فَإِذَا فَرَغْتَ فَٱنصَبْ ayeti bize bu imkânı hatırlatır.

وَإِلَىٰ رَبِّكَ فَٱرْغَب

94:8. “Ve yalnız Rabbine yönel.”

Yani, “isteklerini, beklentilerini, insani duygularının ebedi mutluluk umutlarını ancak O karşılayabilir, Ondan iste!” demek oluyor. Ayrıca bu ayetin cümle yapısından anlaşılıyor ki, “ancak O karşılayabilir, başkası değil!” vurgusu da var. Sanki Fatiha Suresindeki “ve iyyake nesta’in” deki “Ancak Senden yardım dileriz, bekleriz,” anlamına karşılık geliyor.

İnsanın hayatındaki esas gayesi Yaratıcısını tanımak ve Ona yaklaşmaktır. Bu amaçla hayattaki en önemli ve anlamlı iş, Yaratıcıyı tanımak için yapılandır. Varlığını kendisine karşılıksız veren ve her daim ihtiyaçlarının karşılıklarını yaratarak varlığını devam ettiren Rabbine karşı insan, daima minnettar olmalı ve şükretmelidir. En halis ilgisi, sevgisi, saygısı, beklentilerinin tatmini ve rağbeti Yaratıcısına yönelik olmalıdır. İnsan ancak bu gaye için çabaladığı nispette ebedi mutluluğun tadını alabilir. Çünkü ebedi mutluluğu var edebilen ancak ve ancak Ebedi Olandır. Bütün varlıkları var edenin de kâinat türünden olmaması yani mutlak olması ve dolayısıyla ebedi olması lazımdır ki her tür varlığı var edebilsin. Bu sonuçlara, varlıkların özelliklerini inceleyerek varan bir insan Rabbini daha iyi tanır. Daha iyi tanıdıkça O’na daha çok yaklaşır. Zira insan, tanıdığına yakınlık duyar. Yaratıcısının özelliklerinin farkına vararak O’na aşinalık kazananlar, Kur’an’daki ifadesiyle “evliyaullah” yani Allah’ın dostlarıdırlar. Her insanda Allah’ın dostu olma potansiyeli vardır. Yeter ki bunu kullanmak için harekete geçsin ve bu yolda sebat etsin. İnsan Allah’ı tanıdıkça varlığından memnuniyet duyarak daima şükreder. O’nu daha yakından tanıdıkça O’na daha çok güvenir. Allah’a yaklaşmak, bu manaya gelir. O’na yaklaşmak, fiziki bir yakınlık demek değildir. Çünkü insan ve Yaratıcı farklı türden varlıklardır. Yaratıcı mutlak yani yaratılan türünden değildir. Her özelliği sonsuzdur. İnsan ise mahluk yani yaratılmıştır ve her özelliği de yaratılmaya muhtaçtır. İkisi arasında fiziki bir yakınlık olmaz. Fakat insan, kendisine verilen istidatları kullandığında varlıkların mana katmanları yani semalarında gidebildiği kadar yukarılara çıkabilir. Esasen insan için “yedi göğe veya miraca yükselmek” bu anlamda gerçekleşir. Varlıkların hakikatini anlamak için katmanlar ve anlam katmanları elde etmek, bir insanın Yaratıcısına yaklaşmasını yani O’nun özelliklerinin daha çok farkına vararak secdeye kapanmasını ifade eder.

*Islam From Within Youtube kanalında yayınlanan “Quran-Universe Parallel Reading: Chapter Inshirah– Part 5–11/07/18” başlıklı videonun transkriptinin çevirisidir.

Yazar hakkında

Yunus Erkan

Yorum yazın