Ha-mim’in geçtiğimiz hafta sonu (27. 11. 2022) yapılan Risalet dersinde, Peygamber-i Zîşan’ın mucizelerinin ele alındığı On Dokuzuncu Mektup’un okunmasına ve müzakeresine devam edildi. Resul-i Ekrem’in (asm) duasıyla zahir olan harikalarının işlendiği On Dördüncü İşaret’in Yedinci ve Sekizinci kategoride yer alan dua örnekleri okundu. Bunlardan özellikle Sekizinci kategorideki üç örnekten birincisi olan aşağıdaki misal hakkında faydalı tefekkürler paylaşıldı:
“Ehl-i siyerin bütün muteber kitapları haber veriyorlar ki: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Ebu Bekri’s-Sıddık ile beraber hicret ederken, Âtiket bint-i Hâlidi’l-Huzâiyye denilen Ümmü Mâbed hanesine gelmişler. Gayet zayıf, sütsüz, kısır bir keçi orada vardı. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Ümmü Mâbed’e ferman etti: “Bunda süt yok mudur?” Ümmü Mâbed demiş ki: “Bunun vücudunda kan yoktur; nereden süt verecek?” Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm gidip o keçinin beline elini sürmüş, memesini de meshetmiş, dua etmiş. Sonra demiş: “Kap getiriniz, sağınız.” Sağdılar. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Ebu Bekri’s-Sıddık ile içtikten sonra, o hane halkı da doyuncaya kadar içmişler; o keçi kuvvetlenmiş, öyle de mübarek kalmış.” (Mektubat, İstanbul 2020, s. 146)
Derste gerek Yedinci kategorideki örnekler gerekse Sekizinci kategorideki diğer örnekler hakkındaki kıymetli tefekkürleri ilgili kayda havale edip (https://www.youtube.com/watch?v=KNaERCWOcFM) ben -bazı tasarruflarla- yukarıdaki örneğe dair yapılan müzakerelere değinmek istiyorum. Moderatör önce bu nakildeki adı geçen Ümmü Mabed hakkında kısaca bilgi verdi: “Ders öncesi baktığım bir kaynakta Ümmü Ma’bed’in hicret yolunda, elinin açıklığıyla bilinen iffetli bir hanım olduğu belirtiliyor. Mekke’nin Kudeyt adlı köyünde, bir çadırda yaşıyor aile efradıyla. Cömert, temiz kalpli, iyilik sever olduğu için çadırına uğrayan yolcuların su ve yiyecek ihtiyaçlarını karşılıyor. Hz. Peygamber de hicret esnasında bu köyde mola veriyor, metinde anlatılan mucize de bu esnada gerçekleşiyor.”
Bir müzakereci şunları paylaştı. “Anlaşıldığına göre adı geçen hanım gönlü açık birisi. Gönlü açık olduğu için de Peygamber’in böyle bir mucizesine tanık oluyor. Zayıf, kısır, cılız bir keçiye Peygamber mesh edip dua edince keçinin göğsü süt doluyor. Fakat benim dikkatimi çeken normal şartlarda bir koyundan ya da bir keçiden süt alınmasının gerçekte bir mucize oluşu. Koyun, keçi, inek, deve… hangi hayvan olursa olsun, baktığımızda ot yiyorlar, su içiyorlar ama bedenlerinde tertemiz, şifa vesilesi süt oluşuyor. Bu, apaçık bir mucize değil mi? Ottan nasıl süt oluyor, sudan nasıl süt oluyor? Sebep-sonuç ilişkisi açısından baktığımızda bunun bir mucize olduğu bana aşikar geliyor. Demek bütün sebeplerin arkasında ot ve sudan süt yaratan bir Yaratıcı var, Onun rahmeti var, Onun ikramı var diye anlaşılıyor.”
Bu müzakereden sonra moderatör şu notu düştü: “Gerçekten süt harika bir olay. Alışkanlıklarımız dolayısıyla sıradan olaymış gibi geliyor ve arkadaki mucizeyi, yani irade ve ihsanı görmüyoruz. Yavrusunu emziren bir anneyi görünce buradaki harikalığı düşünmek yerine, “Anneler yavrularına süt verir; inek buzağısını, at tayını, anne bebeğini emzirir” deyip geçiyoruz. Oysa müzakerede dile getirildiği üzere bu tamamen bir mucize.”
Ardından başka bir müzakereci şunları ifade etti: “Belirtildiği üzere burada Resul-i Ekrem’in bir mucizesine şahit olunuyor. Bu mucizenin bize bakan boyutlarından birisi şu anladığım kadarıyla: Biz hayvanlardan süt alınmasının gerçekte Yaratıcının bir ihsanı olduğunu Resul-i Ekrem’in getirdiği mesaj yoluyla anlıyoruz. Düşündüğümüzde, -az önceki müzakerecinin ifade ettiği gibi- hayvanın yediği kuru ot ve içtiği sudan harika özellikler taşıyan sütün meydana gelmesinin kaynağının hayvanın kendisi olamayacağı ortada. O halde bu ancak Gaybî bir ihsan ile gerçekleşiyor olmalıdır. Nitekim Onun getirdiği mesaj olan Kur’an’da şöyle deniliyor: “Şüphesiz sağmal hayvanlarda da sizin için bir ibret vardır. Onların karınlarındaki fışkı ile kan arasından, sizlere halis ve içimi kolay süt içiriyoruz” (Nahl 16/66). Bu, değinmek istediğim bir nokta. Diğer nokta ise şu: Metinde Resul-i Ekrem’in (asm) uzaktan dua etmek yerine elini keçinin beline sürdüğü ve memesini mesh ettiği zikrolunuyor. Burada bu ve benzeri mucizelerin bize bakan yönüyle şöyle bir nükteye işareti var diye düşünüyorum: Resulullah’ın getirdiği hakikatlerin hayatımızda etkisini göstermesi için bunların bizim hayatımıza ‘değmesi, dokunması, dahası iyice nüfuz etmesi’ gerekiyor. Başka bir ifadeyle bizim Resulullah’ın mesajlarıyla ilişkimiz uzaktan, iğreti ya da nazari olmamalı; aksine içimize işleyen, fizikî varlığımızı saran bir nitelikte olmalıdır. Ancak bundan sonradır ki ‘cılız keçilerimiz’ süt verebilir, sıkıntılarımız izale olabilir, kısırlıklarımız üretkenliğe dönüşebilir, hayatımız manevi açıdan bolluk ve bereketle dolabilir.”
Moderatör buradaki “elle mesh etme”yi bizim hayatımız bakan yönüyle onun getirdiği mesajların bizi sarması, bizi okşaması olarak da anlamanın mümkün olduğunu, zira Resulullah’ın öğretilerinin zoraki değil içimizi okşayarak bize intikal ettiğini, etmesi gerektiğini dile getirdi. Ardından başka bir müzakereci şunları paylaştı: “Bu rivayette keçinin kısır, zayıf, adeta kansız olduğu söyleniyor. Mucize tam da sebeplerin geri planda göründüğü durumlarda ortaya çıkıyor. Ta ki olayın mucize olduğu iyice belli olsun. Mesela Hz. İbrahim’in mucizesini hatırladım. Mekke’de Kabe’yi inşa etme emrini alınca Hz. İbrahim ailesiyle geliyor ve onları ekinsiz, ziraate elverişli olmayan bir yere yerleştiriyor (İbrahim 14/37). Sebepler planında hiç de uygun olmayan bir yer. Ama Allah orada su ihsan ediyor, orayı cazibe merkezi haline getiriyor; ‘lâ ilâhe’ hakikati oradan yayılıyor. Zaten bu hakikatin anlaşılması için önce yaratılan her şeyin uluhiyet noktasında reddedilmesi lazım. Sebeplerin tamamen ortadan kalkması, ondan sonra ‘illallah’a yani kendisi yaratıklar cinsinden olmayan mutlak Yaratıcıya ulaşılması lazım.”
Bundan sonra söz alan başka bir müzakereci şunu dillendirdi: “Metnin sonunda yer alan ‘Resul-i Ekrem (asm) Ebu Bekir-i Sıddık ile (o sütü) içtikten sonra, o hane halkı da doyuncaya kadar içmişler’ ifadesinden bu rivayetin bize bakan yönüne dair şöyle bir nükteye intikal ettim: Demek ki bizler de Resul’ün getirdiği mesajı içselleştirir, hayatımızda parlak şekilde yansıtırsak o nur, bizim şahsımızla sınırlı kalmaz, başta aile çevremiz ve etrafımız olmak üzere ilişkili olduğumuz kimselere de yansır, onlar da bir şekilde bundan faydalanırlar. Nitekim söz konusu rivayetle ilgili detay veren kaynaklar bu mucizeden sonra o hanımın kocası ve çocuklarının da Müslüman olduğunu kaydediyor. Öte yandan metinde aynı cümlenin devamı olarak ‘o keçi kuvvetlenmiş, öyle de mübarek kalmış’ cümlesi de yine rivayetin bize bakan yönü hakkında bana şunu düşündürdü: Cılız, çelimsiz, kısır keçi Resulullah’ın meshi ve duasıyla bir defaya ya da o ana mahsus bir berekete mazhar olmamış, kuvvetlenmiş ve ölünceye kadar da kuvvetten düşmemiş. O halde biz de Resul’ün mesajlarını hayatımıza taşıdığımızda, -bizden kaynaklanan bir gevşeklik olmadıkça- o mesajlar bizi diri tutmaya, bizi manen takviye etmeye devam edecektir.”
Dersin bu nakil etrafındaki müzakereleri son müzakerecinin sözü getirdiği nokta itibariyle moderatörün şu mealdeki duasıyla son buldu: Allah, Resul’ün mesajlarını hakkıyla anlamaya, hayatımıza taşımaya, hayat boyu bu mesajlarla iç içe yaşamaya hepimizi muvaffak kılsın. Amin!