Kur'an Okumaları Ders Notları

Hz. Âdem ve Ben-3

Hz. Âdem ve Ben-3 | Ha-Mim

Âdem sensin, İblis sende, melek sende var. Melek tarafın ruhuna secde edecek. İblis tarafın ise senin meleklerin üstünde olduğunu iddia ederek ‘ben kendimin sahibiyim’ diyecek. Yani Kur’an aslında sana seni anlatıyor.   

وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْلٖيسَؕ اَبٰى وَاسْتَكْبَرَ وَكَانَ مِنَ الْكَافِرٖينَ   

Meleklere, “Âdem’e secde edin” dediğimizde İblîs dışındakiler derhal secde ettiler; o direndi, büyüklendi ve kâfirlerden oldu. (Kur’an 2:34) 

Burada geçen secde etmek, ne demektir? Diz çöküp, önünde eğilmek midir? Secde etmek kelimesi Kur’an’da iki ayrı bağlamda kullanılır. İlki Yaratıcı ile yaratılanlar arasındaki secde. Diğeri ise Kur’an’da geçtiği üzere iki yaratık arasındaki secde.  

Yaratıcı ile yaratılanlar arasındaki secde, yani bir yaratığın Yaratıcı’sına secde etmesi; Yaratıcı’nın himayesine girmek, Yaratıcı’yı ibadet manasında kendine Rab ve Mabûd edinmek, kendimi mahluk olarak kabul edip Hâlık’ımın benim ihtiyaçlarımı karşılayan olduğunu bilip kabul etmektir. Özellikle Yaratıcı’nın varlık kaynağı olduğunun idrakinde olarak kendine ait iddialardan vazgeçip kendini sıfırlayarak öylece Yaratıcı’ya bağlanmanın formudur secde. 

İkinci bağlamda kullanılan secde kavramını anlamak için kâinatın birkaç özelliğine değinelim. Kâinattaki her bir zerrenin düzenli bir yaratılışa uygun hareket ettiğini gözlemliyorum. Kainattaki hiçbir varlığın kendi varlığının farkında olmanın kaynağı olacak bir özelliğe sahip olduğunu görüyoruz. Bu kainatın dışında olan bilinçli şuurlu bir Yaratıcı’nın olması gerekir. Varlığının zorunluluğuna inandığım bu Yaratıcı’nın hizmete, secdeye ihtiyacı varsa benim yaratıcı diye tanımladığım niteliklerde değil demektir. Peki o zaman secde etmek ne demektir? 

Fiilen namazdaki secdeyi, bedenen Allah’ın azametini onaylayarak yere kapanıyorum bilinciyle yapmalıyım. Bedenimin yapı malzemesi olan cansız toprak ile, en kutsal olan benlik kaynağı haline getirdiğim onurumu yere koyuyorum. Yaratıcım karşısında yaptığım secdeyi, Senin karşında kendimi sıfırlıyorum, diye anlamalıyım.

Secde; hizmet etmek, emrine girmek, ibadet etmek, yani “Seni kendime Rab edindim” manasındadır. Rab bildiğim zatın rububiyetini kendi hayatımda uygulamaktır. Daha da açmak gerekirse: ben mahlukum, O Hâlık. Ben ihtiyaç sahibiyim, O ihtiyacımı karşılayandır. Ben hayat sahibi olmak isterim, O hayatımı veren. Ben ebedi olacak şeyleri severim, O ebedi olacak şeyleri verecek kapasitede olan. Yani secde kısaca önce zihnen sonra duygusal alemimizde hazmedip fiilen de bedenimizle uygulamaya koymaktır. Fiilen namazdaki secdeyi, bedenen Allah’ın azametini onaylayarak yere kapanıyorum bilinciyle yapmalıyım. Bedenimin yapı malzemesi olan cansız toprak ile, en kutsal olan benlik kaynağı haline getirdiğim onurumu yere koyuyorum. Yaratıcım karşısında yaptığım secdeyi, Senin karşında kendimi sıfırlıyorum, diye anlamalıyım. (وَاسْتَكْبَرَ (2:34 kelimesi, İblis kafa tuttu, yani gurur aracı yaptığı onurunu Allah ile olan ilişkisinde sıfırlayamadı anlamında anlıyorum.  

 “Kâinat bir insandır. İnsan bir kâinattır.” Kalite itibari ile denklik vardır. Kâinatın maddesi ile insanın bedeni, kainatın manası ile insanın ruhunun kapasitesi dahilinde olan özellikler irtibata geçer. Acıktım yemek yiyorum. Üşüdüm elbise giyiyorum. Anlam arayışıma cevapları yine evrenin varlığa gelişinden buluyorum. İnsanı insan yapan bilinci, ruhudur. Ruhun da en önemli özelliği bilinçlilik, şuurluluk, farkındalıktır. Âdem’in topraktan yaratılmış bir bedeninin içine Allah ruhundan ruh üfledi, yani Allah’ı tanıyabilecek özellikleri verdi. Yaratıcı’sını tanıma kabiliyeti ile donattı. Yaratıcı’sını tanıyacak aletleri verdi. İnsanın tüm bu özellikleri Yaratıcı’sını tanıma ihtiyacı ile ve o kapasite ile yaratıldığını haber verir bize. Ruh yoksa beden anlamsız hale gelir. Yani anlamını düşünmeden yedim, işittim, baktım, sevdim sonra yok oldum, hiç oldum, toprak oldum. Ancak bedeni kullanmazsak da Rezzak oluşunu, Rahman oluşunu ve sair özelliklerini tanıyamayız. Ruh beden aracılığıyla topladığı bilgiyi manaya dönüştürür. Kitabı okumadan manayı anlamak mümkün mü, esere bakmadan sanatı görmek mümkün mü? Kâinata bir düzen koyan, kâinatın düzeni ile bedenimin ihtiyaçlarını karşılıyor. Aynı zamanda bu düzenin varlığa gelişindeki anlamlılık ile ruhumun sorularına, ihtiyaçlarına cevaplar, manalar, yönlendirmeler sunuyor. 

İnsanı kâinatin maddesinden farklı kılan şuur özelliğidir. Şuurla insana, insan bilincine Yaratıcı’sını tanıyacak kabiliyet ile donatıldığının farkında olma özelliği verilir. Kainatta hiçbir şey kendi varlığımın farkında olma özelliğinin kaynağı olamaz.

İnsanın şuurluluk özelliği (bilinç) böyle bir kabiliyet ile donatıldığının göstergesidir. İnsanı kâinatin maddesinden farklı kılan da bu şuur özelliğidir. Şuurla insana, insan bilincine böyle bir kabiliyet ile donatıldığının farkında olma özelliği verilir. Kâinatta hiçbir şey kendi varlığımın farkında olma özelliğinin kaynağı olamaz. Parçacıkların hiçbir şeyden haberdar olduğuna dair hiçbir delil gösterilemez. Parçacıkların (atomlar vd.) kâinat düzenine yerleştirilmiş olup o düzenin dışında hareket edemediğini görüyoruz. Yani evrende büyük küçük her bir şey kendisine verilen düzen dahilinde kendisine verilen konumda aynen var olur, varlığa gelir, kendilerinde seçme özellikleri yoktur.

Kâinattaki eşyaların kendilerinin Yaratıcı’sını tanıttığına dair yaratık aleminin o kadar çok özelliği var, ve bu özellikleri tanıyacak özellik de bende var. Harika bir ilişki! Kâinat bana yardım ediyormuş. Yani kâinat benim hizmetimdeymiş. Benim hayatın manasını aradığım zamanlarımda, buhranlarımda, kendimi yalnız hissettiğim zamanlarımda hizmetime verilmiş bir kâinat varmış. Kâinatın mülkü benim varlığımın mülkü olan bedene hizmet eder. Yani toprak bana soğan, patates yetiştirir, ona alet olur, hizmet eder. Ama ben soğan, patates, marulun yaratılışındaki, varlık âlemine gelişindeki manaları ruhumla tanıyorum. Şuurum onları idrak ediyor. Kâinattaki şeyler şu anlamlılığın kaynağının kendileri olmayacağını söylüyor. Peygamberin getirdiği mesaj ile ne kadar da uyuşmakta “la ilahe”… 

Ara sonuç: Nesneler üzerlerinde görünen özelliklerinin kaynağı kendileri olamazlar. 

İşte kâinatın anlam yönü, yani melekût yönü Kur’an’da bahsedildiği üzere meleklerin secde etmeyi kabul etmelerini temsil eden, yani kâinatın anlamının insan ruhuna hizmet eden yönüdür. Yani Yaratıcı’sının özelliklerini gösteren yönüdür. Onu ilan ederler. Nereye bakarsak bakalım Onun özelliklerinden başka bir özellik ile karşılaşamayacağımızı şuurlu olan biz insanlara bildirirler. 

İşte melekler, yani kâinatın mana yönü insanın şuurluluk özelliğine hizmet etmek üzere insana secde etmişlerdir. Benim ruhumun ihtiyacını karşılayacak olan bir hizmetkarın o hizmeti sağlamak üzere yaratıldığını Yaratıcı’m bana haber verir. 

Melekler şu Dünya’nın Yaratıcı’sının varlığının zorunluluğuna işaret ederler ve Onun özelliklerini ilan ederler. Kur’an’ın meleklerin hep tesbihat ve tahmidat yapar dediği budur. İşte kâinatın mana yönünde Yaratıcı’nın özelliklerini temsil edenlere ben melek diyorum.

Melek kainatın melekût yönünün ilan edilmesi ile ilgili görevli, madde cinsinden olmayan mahluklardır. Mesela tahtadan sanat eseri yapılmış diyelim. Tahtada sanat görüyorum. Nerede sanat, elle tutulan bir şey mi? Değil, ama hiçbir bilinçli insan da tahtadaki sanatı inkar edemez. Tahta insanin bedenine hizmet ederken, sanat da insanın bilinçlilik yönüne, yani ruhuna hizmet eder. Tahtadan yapılmış sanat eserinin tahtası mülktür, sanat özelliği melekût tarafıdır. Madde cinsinden olmayan bir başka varlığın zorunluluğuna işaret eden özelliğe sanat denir. Var olmasının zorunluluğuna işaret eden ve onun özelliğini bildirendir. Melekler de şu Dünya’nın Yaratıcı’sının varlığının zorunluluğuna işaret ederler ve Onun özelliklerini ilan ederler. Kur’an’ın meleklerin hep tesbihat ve tahmidat yapar dediği budur. İşte kâinatın mana yönünde Yaratıcı’nın özelliklerini temsil edenlere ben melek diyorum. Böyle bir özelliğin farkına varan insan kainatla bu özellikler çerçevesinde şuurlu bir ilişki kurması gerekir. 

Her zaman, her daim, her ne yaratılış şartlarında olursa olsun melekler ile karşılaştığımın bilincinde olmalıyım. Bir bebek hayata geldi bir melek, ihtiyar annem öldü bir melek, kış geldi melekler, yaz geldi melekler, her bir yağmur ve kar tanesi melek, çiçekler açıyor melek, çiçekler soluyor melek ve daha niceleri… Hayat meleği, ölüm meleği, bitki meleği, hayvan meleği, açlık meleği, tokluk meleği, ümit meleği, ağlama meleği, gülme meleği, sevgi meleği ve daha niceleri…Yaratıcıya inanmamakta direnmek yerine, melekler aleminde yaşamanın mutluluğunu tatmak nasip olsun hepimize! 

*Not: Bu yazı Hamim Youtube kanalında yayınlanan Bakara Suresi 34. ayetin tefsirine dair yapılan derste gündeme getirilen konular çalışılarak hazırlanmıştır. İlgili derse şu linkten ulaşabilirsiniz: 

19. Ders, Bakara 34. Ayet (05.07.2022)

Bölümler: 123 | 4

Yazar hakkında

Zeynep Kurşun

Yorum yazın