Bir Risale-i Nur dersinden çıkan ve bana şifalı gelen bir tefekkürü paylaşmak istiyorum:
Her gün tekrar tekrar yapmak durumunda kaldığımız işler bazen insana dünyayı dar hissettirebiliyor. Her gün en az 2-3 kez tekrar eden açlık ve buna karşılık alışveriş etme, yemek hazırlama ihtiyacı; sürekli tekrar eden kirlenme ve buna karşılık rutin temizlik ihtiyacı vs. İnsan sadece hayatta kalabilmek yönüyle bu işlere baktığında çok anlamsız geliyor ve bir yük olmaktan öteye gitmiyor. Külli manalara ulaşma potansiyeli var insanın diyoruz ama sanki sürekli ufak tefek, parçalı, meyvesiz işlerle uğraşıyorum gibi gözüküyor. Bir bakıyorum bu, zübde-i alem1“Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen; merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen” (Hoşça bak kendine ki kâinatın özüsün sen; varlık âlemindeki bütün her şeyin özüsün sen) – Şeyh Gâlib denilen insan, çocuğuna çorap almak için çarşıya çıkmış. Bir tezat var gibi geliyor. Peki bu işlere farklı bir nazarla yaklaşmak mümkün mü?
Sürekli tekrar eden ihtiyaçlarıma ve bu ihtiyaçları karşılama rutinime mana-yı ismiyle değil de mana-yı harfi ile bakarsam sorun çözülebilir. Şöyle bir örnek üzerinden gidebiliriz: Bir anne düşünelim, çocuğunun odasını baştan ayağa temizlemiş, düzenlemiş, camları silmiş, perdeleri yıkamış, dolapların üstünü, yatakların altını silmiş, lambanın dahi tozunu almış vs. Çocuğuna da diyor ki “masanın tozunu alır mısın”; çocuğun eline de temizlik için gerekli tüm malzemeleri veriyor. Anne çok yorulmuş, gücü yetmemiş de masanın tozunu almamış değil; çocuğa verdiği bu sorumluluğun bir hikmeti var. Çocuk bu minik sorumluluk sayesinde tozla/kirle, temizlik manasıyla ve annesinin temizleyen sıfatıyla tanışıyor; annesiyle farklı bir açıdan bağ kurma imkanı kazanıyor, gelecekte bir şekilde “temizlik” manasına ihtiyacı olursa annesine başvurabileceğini öğreniyor vs.
Aynen bu örnekteki gibi aslında bana verilen her bir ihtiyaç ile de bana bir intisap yani bağlanma, mensup olma ipi uzatılıyor. Günlük her bir ihtiyacıma ve bu ihtiyaç sebebiyle meşgul olduğum rutinime, ruhumun sürekli buluşmaya ihtiyacı olduğu külli manalara beni götüren bir burak olarak bakabilirim. Mesela diyelim bulaşık yıkıyorum. Aynı anda kanım temizleniyor, benim ve tüm canlıların göz kiri temizleniyor, hava temizleniyor, zihinler, kalpler temizleniyor vs.. Yani bulaşık yıkamam aslında kainatta cereyan eden külli tasarrufun bir ucu. Kirli bulaşıklar benim bu külli tasarrufu farketmem için bir araç, tanzif/temizlik fiiliyle tanışmam için bir göz oluyor. Ben de önümdeki bulaşıkları yıkamayı tercih ederek kainattaki uyumun bir parçası olmaktan memnun oluyorum. Daha farklı mahiyette temizlikler için istihdam edilme duasını yapabilir bir kıvama geliyorum. Maddi/manevi herhangi bir temizliğe ihtiyaç duyduğumda telaşa kapılmamın yersiz olduğunu anlıyorum. Mutlak Kuddüs olanın tecellisine ayna olmanın bilinciyle şerefleniyorum.
Ayna metaforunu duyunca daha çok aynanın yansıtma özelliği geliyordu aklıma ama aslında aynaların çok ilginç bir özelliği de kendi çaplarından çok çok daha büyük manzaraları yansıtabiliyor olmaları. Bazen bir su damlacığında geniş bir manzaranın aksini seyredebiliyoruz. Aynen bunun gibi benim cüz-i işlerim de beni külli manalara götürecek kapasiteye sahip. Aslında her bir ihtiyacım bana verilmiş yeni bir duyu organı gibi. Eğer o ihtiyacı karşılamakta boğulup kalmazsam ve bu ihtiyaç hangi külli manaya işaret ediyor diye bakabilirsem çok daha geniş bir varlık dairesinde yaşayabileyeceğimi tasdik edebiliyorum. Fakr benim fahrimdir (iftihar vesilemdir) sözünü anlayabiliyorum.