Bir arkadaşımızın sorusu:
”Ders kitabından teorik olarak öğrendiğim maksatlar bir insanın hayatında nasıl yaşantıya geçirilmiş diye Peygamber’e müracaat etmeyi anlıyorum. Bu anlayışı korumak mı yoksa Peygamberi hep yanımda bilmek? Yani ders kitabından anlamakta zorluk çektiğim her konuda başvurabileceğim bir öğretmenim var/ya da bu öğretmeni iyi dinlemiş olanlar var bilincini korumak mı?”
Gerçekten zor bir konu. Sorunuzu tümüyle ve özellikle son cümlenizin son kısmını çok takdir ettim. Bir daha okuyalım: “..bir öğretmenim var/ya da bu öğretmeni iyi dinlemiş olanlar var bilincini korumak mı?”
Kendim için de çözülmesi gereken bir konu. Şimdiye dek aşağı yukarı okuduğumuz, duyduğumuz “Peygamber” anlayışı şöyle: Bir insan varDI. Kur’an kendisine nüzül etti. Onu sadakatla aldı ve çevresindeki insanlara ulaştırdı. Bununla da kalmadı, kendisi Kur’an ile gönderilen mesajı bizzat hayatında uyguladı. Etrafında bulunan inananlar, ona hayran hayran bakarak onun hayatını taklit ettiler, onun dediğini aynen yapmaya çalıştılar. Ve böylece ideal bir toplum oluştu. Yani, Kur’an’ı göndererek, Allah’ın irade ettiği şekilde bir hayat yaşamak ve sonra da o hayat tarzını bir toplumsal hayata dönüştürmek böylece gerçekleşti.
Buraya kadar tamam. Söylenilenlere aynen katılıyorum.
Sorun şurada: Böylesi bir inkılabın gerçekleşmesi nasıl bir varlık anlayışının sonucudur? Kur’an’ı bu bağlamda tekrar tarif edelim: “Kainatın yaratıcısının insana verdiği sorgulama kabiliyetine cevap teşkil edecek şekilde, kainatın şahitliği altında (kainat, Yaratıcısının fiil cinsinden konuşmasıdır) yapılan fiilî konuşmanın anlamını insana “konuşma” cinsinden bildirmesidir.” Bu kabaca konumuzu ilgilendiren yönüyle yaptığımız tarife göre: Kur’an, insanların varlık anlayışını temellendiren bir eğitim veriyor. Varlık alemini Yaratanın, yaratma maksadına uygun olarak yapmış olduğu bir “rehber” konuşma, yani açıklama. “Ben bu varlığı şunun için yaptım. Ey insan, sendeki soru sorma kabiliyetini kullanarak senin de niçin var olduğunu anlaman için şimdi var olmanın nedenini, senin daha net olarak anlayacağın konuşma diliyle sana bildiriyorum.”
Bu noktada Nursi’nin Kur’an’ın takdim ettiği “varlık görüşünün” temellerini özetleyelim: “Kur’an, dünya görüşü yanlış olan insanların dünya görüşünü tamamen değiştirdi. O görüşü, varlık aleminin varoluş maksadına göre bir tanımını yaparak, doğru bir temele oturttu: ‘Bu alem, her bir parçası ile Yaratıcısını siz insanlara tanıtmak üzere şahit (delil- ayet) olarak yaratılmıştır.’ Şimdi bir de bu gözle bakın” dedi.
“Ancak insanların varlık tasavvuru değiştikten sonra Kur’an bir anlam ifade eder” demeye getirdi Nursi. Neden? Gelenekte Kur’an bir varlık anlayışı inkılabı getiren kitap olarak okunmaktan çıkmış, inananlarınının kutsadığı, yapacakları işleri tanzim eden, yani kurallar koyan, taklit edilmesi gereken bir kaynak haline dönüştürülmüştü. (Tarihte de Beni İsrail din bilginleri Tevrat’ın kendisini kutsayarak dini o zamanki haline dönüştürdükleri için Hz İsa Peygamber olarak gönderilmiş ve iman esaslarının ön plana çıkartılması için Hahamlara karşı tavrını kesin koymuştu. Sonra da, Hz İsa’nın mesajı hedefinden saptırılıp, iman esası yerine Hz İsa’nın bizzat kendisi kutsanmak suretiyle, yine kainatın varlık maksadına göre algılanması ve insanın böyle bir bilinçle kainatın şahitliği altında yaratılış maksadına uygun olarak kendisini eğitmesi ihmal edilmişti.
Tekrar bir “Hatırlatıcı” göndermek gerekiyordu, Merhametli Yaratıcımız tarafından. Varlığın maksadını derinlemesine kendine dert edinen Muhammed isimli bir zat bunun ile görevlendirildi. Kur’an geldi, Muhammed (savs) bu Kur’an’ın mesajını hayatında uygulayarak, bir insanın varlığını nasıl yaratılış maksadına göre değerlendirebileceğini gözler önünde uygulamaya koydu. Yani, Yaratıcı bu zatı bir “Görevli öğretmen” olarak insanların yardımına gönderdi. Onun için bizim bu zata, “Abduhu ve Rasuluhu” dememiz ve onun davasını desteklememiz için karar almamızı istiyordı. Çünkü bu zatı, kainatın sahibi destekliyor, Onun görevlendirmesiyle bu görevi ifa ediyordu. Hatta, kainatın bizzat kendisinin insana taşıdığı manalar (melekler) de aynen bu zatın söylediklerini onaylıyor, destekliyordu. ”Siz de bu kervana katılın. Siz de onun getirdiği ve temsil ettiği mesaja destek verin, o mesaj ile beraber mutlu bir şekilde, huzur içinde, varlığınız ile barış içinde yaşayın.” Bu mesaj bize Kur’an’da özetle şöyle sunuluyor:
إِنَّ اللَّهَ وَمَلَائِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْلِيمًا
“Allah ve melekleri peygambere destek oluyorlar. Ey iman edenler! Siz de peygambere destek olunuz, ona yürekten bağlılığınızı ifade ediniz.” Ahzab Suresi, 33: 56. (Bayraktar Bayraklı meali)
Zamanla bu anlayış da insanî zafiyetler nedeniyle, bir taraftan Kelamullah olan Allah’ın Konuşması Kur’an, Mushaf halinde kutsanmaya, ve diğer taraftan da, Öğretmen olan Rasulullah, bir kişi olarak kutsanmaya başlandı. Kainatın yaratıcısının, yine kainatın biz insanlar tarafından nasıl algılanıp da varlığımızın bilincinde olarak, bu varlık alemi algımızın bir inkılaba tabi tutulmasında öğretmenlik yapmak görevinde olan bu zat, kendisine iletmek ve temsil etmek üzere emanet edilen Kur’an, “dini görevlerimizin listesini bildiren kaynaklar” mesabesine indirgenince, İslam dini bir taraftan Museviliğin uğradığı, diğer taraftan İseviliğin uğradığı akıbete yanaşmaya meyletti.
Böylece bizim şimdi “Peygamber” dediğimizde ne kastettiğimiz belirsizleşti. “Peygamberi yanımızda bulmamız gerekir” denildiğinde, ya kişiyi yani başımızda hayal etme ihtiyacı hissediyoruz, veya o kişinin yaptıkları hakkındaki nakilleri ezbere bilmek gerektiğini düşünüyoruz. Ta ki, o nasıl hurma yediyse biz de öyle hurma yiyeceğiz, demeye getiriyoruz.
Yine, bu devirde böylesi temel meseleleri aslına rücu’ ettirmeye hayatını vakfeden Nursi bize hatırlatma yapıyor: “Bir kişi bir Sünnete ittiba ettiğinde o sünnet hareketin içinde tecelli eden Esma-i İlahiyi arasın” demeye gelen bir “Sünnet” tarifi inkılabı yapıyor. Yani, Sünnete ittiba şuuru, insanı, hayatının o anında ilgilendiği parçasını, Yaratıcısının huzurunda olduğunu, Onun tarafından bu “an”ın yaratıldığını ve bu “an” içinde tecelli eden her özelliğin Onun özelliğine bir ”ayet” olduğunu idrak edecek bir eğitime tabi olmak üzere Muhammed’in (savs) öğretmenliğini hatırında bulundursun. Kişi olarak değil, kural koyan olarak değil, soruyu soran kardeşimizin de dediği gibi, bir “varlık bilinci” olarak hatırında bulundursun, ihmal etmesin, bu bilince destek versin (sallu) bu bilinç ile “barış” (ve sellimu) halinde kalsın, unutmasın.
Zannediyorum, “kainat”, “Allah”, “melaike”, “Allah’ın Konuşması ile insana muhatap olan – Kur’an”, “sünnet”, “peygamber”, “öğretmen elçi – Allah’ın Rasulü” gibi kavramlarımızı tekrar gözden geçirirsek, bunların hepsinin bizim varlık anlayışımıza dayanarak bizim için bir anlam ifade ettiğinin bilincinde olursak, işte o takdirde, bizden evvelki ümmetlerin düştüğü hataya düşmekten kendimizi koruruz, inşaAllah.
Kainat bizzat yanıbaşımda (benim kendi varlığım da dahil olmak üzere) Yaratıcısını (Amentu billah) hal diliyle ilân edip duruyor. Bu ilân bana herbir varlık tarafından neye delalet ettiğini ifade edip duruyor (Ve melaiketihi.) Bu ilânı, Söz diliyle kainatın Yaratıcısının Konuşması açıklayıp duruyor (Ve kutubihi.) Böylesi bir ilân ve ifadelerin bir insan olarak nasıl algılanması gerektiğinin örnekliği de gösterilmesi gerekir. İnsanın bu ilânı algılayacak özellikte yaratılmış olduğu, yine bir insanın bizzat bu ilânı algılayarak sergilemesi gerektiği de zorunlu değil midir? İşte böyle bir sergilemenin elçi öğretmenlerin, öğretmenlik vazifelerini yaparak gerçekleştirmiş olduklarının bilinci de daima bizimle beraber olması gerekir (Ve rusulihi.)
“bir öğretmenim var/ya da bu öğretmeni iyi dinlemiş olanlar var bilincini korumak mı?”
Cevap olarak ben, “Evet” diyorum. ”Ders kitabını anlamadığım veya anlamakta zorluk çektiğim her konuda” sınırlamasını getirmenizin mantığını anlamıyorum. Veya bu mantığın gerisinde hala Peygamberlik müessesini bir köşeye sığıştırma eğilimi hissediyorum. Yaratıcının kainatı yaratma maksadını bildirdiği insanlara konuşma ile de yaptığı açıklamayı, bir insan olarak hayatında uygulamak suretiyle öğretmenlik yapan bir görevliyi, niçin sadece “ders kitabında anlamadığım konuları öğreten” konumuna indirgeyelim. Konuyu varlık bilinci düzeyinde evrenselleştirmemize bir engel mi var?
Bir kainat düşünelim, ki içinde onun ne için var olduğunu sorgulayan insan yaratılmış. Kainat o şekilde var edilmiş ki, varlığıyla insanın sorma, araştırma duygularını harekete geçiriyor. Soruyoruz ve aldığımız cevaplar, sorularımıza tam karşılık gelecek cevabı vermiyor. Bizi açıkta bırakıyor. “Sen neye varsın?” dediğimizde, “Benim varlığım anlamlı, bu anlamlar benim kendimden başka bir şeye delalet ediyor” cevabını alıyoruz. “Peki o şey nedir?” dediğimizde, sanki, “Senin ve benim varlığını tasvir edemeyeceğimiz bir şey” diyor.
Varlık alemini var eden, böyle bir konuşmaya müdahele ederek insanın yardımına koşuyor: “Onun anlamı Benim. Yani, eşyanın varlığı, onların Yaratıcısı olan Benim varlığıma delalet ediyorlar” diye konuşuyor. Kendisinin varlığından kainatı insana şahit koşarak haber veriyor. Kendisini insana tanıtıyor.
Bu tanıtmanın, bir insan hayatıyla tam olarak mukabele görmesi gerektiğini de, tayin ettiği bir görevli öğretmen aracılığıyla sergiliyor, gerçekleştiriyor.
Şimdi bize düşen vazife, bu öğretmenin varlığından emin olup, “Demek ki, ben de bu tanıtmaya mukabele etmem gerekir, bunu tam olarak gerçekleştiren bir zat (savs) var. Demek ki, bu mümkün. Benim varlık anlayışımda böyle bir boyut‘un olması gerekir, ki her bir anımda, her bir işimde, her bir tefekkürümde, o öğretmenin varlığını içeren bir varlık anlayışı bilinciyle yaşayabileyim.
Bu sonuç, “peygamberi her an yanımda bilmek gerekir” cümlesinin içeriğini gösterir.
Pratikte, hayatımızı yaşarken, yaptığımız işlerde nasıl bir tercih yapacağımıza dair sorularımızı, o öğretmenin hayatında sergilediği örnekliğe (usvetun hasenetun) ihtiyaç duymak ve dolayısıyla aramak, sormak, öğrenmeye çalışmak ise “alem tasavvurumuzun” bir sonucu, ürünü olduğu kadar kıymetlidir. Onun için, “bilincini korumak” ile her zaman “o öğretmeni yanımızda hissederiz.”
Değilse, peygamberi her zaman yanımızda “yasakçı polis” yaparız. Kendisini kutsamak suretiyle de, “bu polisin bize zarar vermemesini” garanti altına almaya çalışırız.