İçinde yaşadığımız yer yüzü, baktığımızda, çok güzel bir bağ, çok renkli bir bahçe gibi görünüyor. Etrafta adeta sayısız bitki, çiçek, meyve, gülücükler dağıtıyor bize. Her gün belki her an bu çiçeklere ve meyvelere yenileri ekleniyor. Yeni bitkiler filizleniyor, yeni otlar boy atıyor, yeni güller renk açıyor. Bir başka açıdan baktığımızda bu şirin dünyamız keyifli, zengin bir çiftliğe benziyor. İçinde neredeyse sayısız hayvan otluyor. Kelebekler uçuşuyor, kuzular oynaşıyor, atlar koşuşturuyor. İneklerin göğsü sütle doluyor… Bu hayvanlara her gün belki her an yenileri katılıyor. Yeni kuzular doğuyor, yeni ceylanlar hayata merhaba diyor, yeni kuşlar cıvıldamaya başlıyor… Başka bir açıdan baktığımızda da dünyamız ve tüm evren bir fabrika gibi çalışıyor, fabrikada sayısız faaliyet gerçekleşiyor, her gün belki her an sayısız üretim yapılıyor!
Bu güzel bahçenin ya da çiftliğin hangi ağacına veya meyvesine yahut hangi kuzusuna ya da kuşuna bakarsak bakalım, baştan başa aşikâr bir canlılık, düzenlilik, temizlik, güzellik, sevecenlik vb. özellikler görüyoruz. İnsanî duygularımızı işleterek inceleme yaptığımızda, baktığımız bitkiler ya da hayvanlardaki bu özelliklerin bunların kendilerinden kaynaklanmadığını, etraflarında onlara bu özelliği verecek hiçbir şeyin olmadığını (Lâ ilâhe) kesin bir şekilde görüyoruz. O zaman bütün bunların ötesinde Kendisi bu varlıklar cinsinden olmayan, olmaması gereken bir Mutlak Kaynağın bulunması gerektiğine, bulunduğuna (illallâh) hükmediyoruz.
Bu bahçede ya da çiftlikte gördüğümüz bitkilerin ve hayvanların Onun eseri olduğunu, buradaki her gün belki her an yenilenmenin, -literatürdeki ifadesiyle- O’nun “emr-i kün feyekûn” tezgahının ürünü olduğunu anlıyoruz. Demek ki gerek bu dünyada gerekse Kâinatın tümünde böyle bir tezgâh işliyor; her an adeta sayısız faaliyet gerçekleşiyor, mahlukat yaratılıyor, yaşatılıyor ve ölüm verilerek bu dünya yaratılış türüne veda ettiriliyor…
Bütün bu faaliyetlerde görülen mananın yani anlamlılığın temsiline “melek” deniliyor. Melekler, bu bağlamda Mutlak Varlığın “kün: ol!” emrini taşıyan, “feyekûn: olurlar” hükmünün tezahürü olarak anlaşılıyor. Başka bir ifadeyle melekler Mutlak Kaynağın bütün faaliyetlerinde emrin gerçekleştirildiği mahluklar biçiminde gözleniyor, ortaya çıkıyor, anlaşılıyor!
Ne ki, yanlış melek tasavvurumuz dolayısıyla Kâinattaki tüm faaliyetlerde çalışan “melekleri” göremiyor, bu konuda gelenekten duyduğumuz cümleleri ezberlemekle yetiniyor, bazen de onları kategorize etmekle meşgul oluyoruz!
Bu yanlış tasavvurumuz dolayısıyla, mesela, -biraz latifeli, biraz iğneli bir dille ifade etmek gerekirse-, Cebrail isimli meleği emekliye ayırıyoruz. O, son Peygamber’e vahyi getirdi, görevini tamamladı, şimdi, göğün şu katında istirahata çekildi, emekliliğin tadını çıkarıyor, diyoruz. Böyle bir şey olabilir mi? Adına ilham veya esin denilen her türlü anlamın, mesajın insanın aklına gelmesi şu fani dünyada kendi kendine mi gerçekleşiyor, tesadüfen mi oluyor? Buna imkân var mı? Cebrail dediğimiz melek, Mutlak Kaynak’tan “ilham” ile ilgili olarak verilen “kün” emrinin bu fani ve mahluk olan dünyada görünmesinde görevli olup, bu emrin “feyekûn”e dönüşmesinden ibarettir. Ben bu yazıyı yazarken, siz bu yazıyı okurken aslında Cebrail’in görevini ifasını idrak ediyoruz!
-Yine aynı latifeli ve iğneli üslubu devam ettirelim- Bir de bu büyük meleklerden biri olan İsrafil var. Galiba bu melek henüz göreve başlamadı, bekliyor. İki defa sûra üfleyeceği söyleniyor. İlki kıyamet koparken, daha şimdi değil. Bir de haşir için toplanma borusu üfleyecek. O kadar. Peki, bu bir israf değil mi? “İsrafil” acaba “israf”tan mı türetilmiş? Asla! O, her an “fe yekün” ile gerçekleşen yaratıkları alıp, geldiği Kaynağa teslim etmekle görevli bir melek olarak, sûrunu devamlı üfleyerek şuurlu insanlara bildiriyor: “Dikkatli olun, her şey fani bu yaratılış biçiminde” diye ilan ediyor. O, sûrunu üflemekle o kadar meşgul ki, biz hâlâ onu duymaktan çok uzağız. O, bizim uyanmamız ve duymamız için bağırdıkça bağırıyor. İnsanlar ne kadar bu yaratılış biçimini tatmin yeri görürlerse İsrafil orada haberi tâ kalbin derinliklerine iletiyor. İnsan İsrafil’in sesiyle öyle sarsılıyor ki sıkıntıdan, ümitsizlikten kurtulamıyor. Ya kulak verip İsrafil’i dinleyecek veya müsekkin adı altında “sağırlaştırıcı” tabletleri veya uyuşturucuları alarak kulağını tıkamaya devam edecek.
Şunu da unutmamak gerekir ki İsrafil yalnızca kıyamette ve haşir anında sûra üflemiyor, ayrıca her mevsimde gerçeklesen haşirlerin, yeniden canlandırılan bitkilerin, hayvanların tekrar yaratılış haberini de bildiren bir melektir. Her gün yepyeni bir haşirdir ve İsrafil bu haşri de ilan eden sûr’unu her sabah üflüyor, hatta her yeni dirilişle her an üflüyor! Görüldüğü gibi İsrafil çok ama çok meşgul bir melektir!
-Aynı üslubu sürdürüyoruz- Adını sıklıkla duyduğumuz meleklerden Azrail biraz daha meşgul galiba. Hiç olmazsa onun, günde 300 bin kişinin canını alma görevi var. Tamam, görevlendirmeye değer. Fakat problem şurada: Ağaç öldü, Azrail canını aldı. Şimdi artık melek falan çalışmıyor, iş bitti mi dersiniz? Çürüyen ağacın çürüme işlemi kendi kendine mi oluyor dersiniz? Daha açık ifade etmek gerekirse meleklerin görev yapmadığı bir “an”dan, bir “parçacık”tan, bir “iş”ten söz etmek hiçbir şekilde mümkün değildir. Peki, çürüme işlerini gören melekleri neden unutup Azrail’i az bir iş ile meşgul görme yanlışlığına düşüyoruz?
Diğer melekleri artık tek tek saymaya gerek yok! Bütün mesele “doğru bir melek tasavvuruna ulaşmak”tır. Bundan mahrum kalmaya devam ettiğimiz sürece melekleri kendimizden, kendimizi meleklerden çok uzakta görürüz. Cebrail’i emekli eder, İsrafil’i israf içinde görür, Azrail’in görev alanını daraltırız. Oysa her an, her var oluşun, her işin arkasında meleklerin faaliyet yaptığını görürsek, onlarla her daim, her vesile ile el ele, kol kola hayatımızı cennete çevirebiliriz!
Bir arkadaşımızın dediği gibi “Derviş ‘iş’te gerek”. Evet, hepimiz dervişiz, işte olmamız lazım. Kâinatı devamlı okumak, onunla bizzat sevgi ilişkisi içinde meleklerle beraber iç içe olmamız lazım. Şu alem, ne yaptığının bilincinde olan meleklerin aldıkları emri ifa ederek iş başında olduklarını görüp, onlarla barışık, onlara devamlı selam veren bir anlayışa dayalı “varlık görüşü”ne ulaşmamızı gerektiriyor! Ana soru, böyle bir varlık görüşüne ulaşıp ulaşmadığımızda düğümleniyor! Bunu gerçekleştirdiğimizde “iş”te olur, devamlı o meslek arkadaşlarımızla birlikte bulunur, her sabah kalktığımızda onlara selam verir, aramızda kardeşlik bağları kurarız!
Kâinat var edildiği sürece melekler iş başındadırlar. Başka türlü kâinatın varlığını izah etmemiz mümkün değildir. Biz de tembelliği tercih etmeyip iş başında olursak, işte o zaman melekleri her daim iş başında görmemiz mümkün olur. Meleklerle birlikte mesai arkadaşı olmamız temennisiyle!..
Bölümler: Önsöz | 1 | 2 | 3 | 4 | 5 | 6 | 7 | 8 | 9 | 10 | 11 | 12