Kainat ve İnsan Kur'an Okumaları Usûle Dair

“Muhkem” ve “Müteşabih” Ayetleri Anlamak Üzerine

"Muhkem" ve "Müteşabih'' Ayetleri Anlamak Üzerine | Ha-Mim

Bir kardeşimiz Al-i İmran Suresinin 7. ayeti ile ilgili şöyle yazmış:

هُوَ الَّذِيَ أَنزَلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ مِنْهُ آيَاتٌ مُّحْكَمَاتٌ هُنَّ أُمُّ الْكِتَابِ وَأُخَرُ مُتَشَابِهَاتٌ فَأَمَّا الَّذِينَ في قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِنْهُ ابْتِغَاء الْفِتْنَةِ وَابْتِغَاء تَأْوِيلِهِ وَمَا يَعْلَمُ تَأْوِيلَهُ إِلاَّ اللّهُ وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ يَقُولُونَ آمَنَّا بِهِ كُلٌّ مِّنْ عِندِ رَبِّنَا وَمَا يَذَّكَّرُ إِلاَّ أُوْلُواْ الألْبَابِ

İlahi kelamın özü olan açık ve kesin hükümlü mesajlar ile mütesabihleri kapsayan bu ilahi kelamı sana bahşeden O’dur. Kalpleri hakikatten sapmaya meyıllı olanlar, sırf kafaları karıştır(acak şeyler bul)mak için ve ona (keyfi) anlamlar yüklemek amacıyla ilahi kelamın mütesabih olarak ifade edilen kısmına uyarlar; oysa Allah’tan başka kimse onun kesin anlamını bilemez. Bu yüzden bilgide derinleşenler şöyle derler: “Biz ona inanırız: (ilahi kelamın) tümü Rabbimizdendir; derin kavrayış sahipleri dışında kimse bundan ders almasa da.”  Al-i İmran (3): 7

Bu ayetten anladıklarımı değil de, anlamadıklarımı paylaşmak istiyorum.

1. Muhkem ve müteşabih ayetler hangileri? Birer örnek ile açıklamak mümkün mü?

2. Muhkem ayetlerin ummül kitab olması ne demek?

3. Hidayet kaynağı olduğunu iddia eden bir kaynak nasıl olur da aynı zamanda sapmayı sonuç verebilir?

4. Müteşabih ayetlerin kesin anlamını Allah’tan başka kimsenin bilmesi mümkün değilse, o zaman Kur’an’da zikredilmesinin hikmeti nedir?

5. Müteşabih ayetlerin kesin anlamını Allah’tan başka kimse bilemez derken, muhkem ayetlerin kesin anlamının bilinebileceği anlamına mı geliyor? Yani muhkem ayetlerden sadece tek bir genel geçer anlam çıkarılabilir mi demek?

6. İnsan anlamadığı bir kelamın tümünün birden Rabbinden olduğunu nasıl tasdik eder? Nasıl mümkün olur?

7. Derin kavrayış sahipleri kimlerdir?

Bu kardeşimiz anlamadıklarını öyle bir sıralamış ki, bu sıralama ayetin ana mesajını tam anlamaya hazır olduğunu gösteriyor. Demek ki, bir ayeti anlamak için önce anlamadıklarımızın farkına varmamız gerekir. Zaten ayeti anlamak demek, aslında, ancak benim anlamadığım yönlerini anlama çabamda, Rabbimin bana gönderdiği bir mesajı anlamaya hazırım, demektir. Değilse, ayeti anlamak demek değildir. Anladığım ancak, ayetin “masadak”ıdır. Yani, eğer ayeti bir çelik halata benzetirsek, benim anladığım, anlama duası yaptığım kadarıyla, ayetin manasının içinde olan bir incecik teldir.

Bu ayet benim de “anlamadıklarım” içinde yıllarca bekledi. Ben de anlamadığımı farkettikten sonra anlama çabalarımda (dualarımda) hangi noktalara konsantre olacağımı belirtmesi bakımından önemli bir aşama olmuştu. Hala da öyle. Bu duaların neticesinde ayetin manasına “masadak” olan bazı noktaları paylaşmak istiyorum. Tedaviden önce teşhis gerekli.

1. Muhkem ve müteşabih ayetler hangileri? Birer örnek ile açıklamak mümkün mü?

Kur’an’ın bizzat kendisinin tarifini yapmak önemlidir. Muhkem ve müteşabih ayrımları tarihte, benim kanaatim, aşağı-yukarı kişilerin kendi “Kur’an anlayış”larına göre, yani “Kelamullah” anlayışlarına göre yapılmış. Meselenin sırrı da burada yatıyor. Kur’an’ı nasıl tarif ediyoruz? Eğer Kur’an’ı, “İlm-i Ezelî”den gelen, Mutlak olan Kainat Rabbinin, insana, insanı (yani kendisini) tanıyarak, Yaratıcı Rabbini tanıtması (Mutlak olanı, yani Gayb olanı tanıtması) için yaptığı bir Rehberlik (Hidayet) konuşması diye tarif ederseniz, bu tarife göre, gaybdan gelen ve gaybı bildiren özellikte bir Konuşma ile karşı karşıyasınız demektir. Gaybtan gelen ve gaybı bildiren bir konuşma, zorunlu olarak, bu alem-i şehadeti bir “teşbih unsuru” olarak kullanacak ve bu teşbih aracılığı ile, insanın yaratık olması dolayısıyla kapasitesi dahilinde olmayan bir MUTLAK VARLIK aleminin varlığı ve nitelikleri hakkında bilgilendirecek. İnsan da bu bilgiler dahilinde, kendisine emanet edilen “aletleri” (insanî özellikleri) kullanarak, Gayb alemini tanıyacak ve Onun varlığını kendisine verilen aletler aracılığı ile tasdik edecek ve de iradesini kullanarak Ona teslim olacak.

Bu tarif çerçevesinde Kur’an okunduğu zaman, bütün ayetler aslında, insanın gayb ile olan ilişkisini tanzim eden rehberlik konuşması olmak zorundadır. Yani, insanın, alem-i şehadette kurduğu her türlü ilişkinin GAYB’a bakan vechesini tanıtması olduğu için, bu GAYB’a bakan vechesinin de, alem-i şehadette örneği bulunmadığı için (yaratık alemde, Mutlak olan hiçbir şey bulunamaz) yapılan bütün konuşmalar, bir teşbih unsuru taşıyacak, ki insan anlayabilsin.

İnsanın, Kur’an’da bahsi geçen “şeyler”i anlamasında takip edeceği prensiplere gelince konu biraz değişiyor. Yani, Kur’an, GAYB hakkında bilgi verirken, insana hitap ederek, alem-i şehadetten bilinen bir yaratığı örnek gösteriyor ve mesela diyor ki: “Güneşe bak, nasıl akıp gidiyor veya dönüyor?” İnsan, güneş’e ve hareketine bakarak ne anlayacak? Kur’an tarifine göre, GAYB, yani Mutlak olan alem hakkında bilgi vererek, muhatabını bu alemin varlığına ve özelliklerine iman etmesi, yani o alemden ve özelliklerinden emin olmasını sağlamak için yapılan bir davettir bu. İnsan da güneşe, bizzat güneş için değil, güneşin neye delalet ettiğini anlamak için bakacak ve güneşi bir “teşbih unsuru” olarak kullanacak demektir.

Yani “güneş düzenli hareket ediyorsa, demek ki, güneşin düzenli hareket etmesinin kaynağını araştırmam lazım” diyecek. Bu kaynak, bu dünyada bulunamayacağı için, bu kaynağın GAYB’da olması zoruludur. Yani, kainat cinsinden, yani yaratık olmaması zorunludur. “Güneşi dönüyor” veya “akıp gidiyor” olduğunu bana Yaratıcımın bildirmesine ne gerek var? Güneşin döndüğünü bilsem ne olur, bilmesem ne olur? Zaten Yaratıcımın bana verdiği insanî duygularımı kullanarak güneşin döndüğünü bulabilirim. Tarihte de insanlar kendilerine verilen duygular, aletler vasıtasıyla buldular da. Ayrıca bir de Yaratıcının, insana güneşin döndüğünü bildirmesi “abes”tir (lüzumsuzluktur.) Kainatın yaratıcısı “abes” ile iştigal edecek biri olduğuna dair kainatta hiçbir delil yoktur. O halde kaçınılmaz olarak, güneşin döndüğünü ifade eden bu cümleyi, “Yaratıcı bana bu dönme hadisesinden bahsederek, ne demek istiyor? Hangi bilemeyeceğim bir şeyi öğretmek istiyor?” diye sormak ve bu sözü bir “müteşabih söz” olarak alıp, “Bu benzetme ile bana gayb hakkında neler söylüyor olmalı” diye “tevil” etmek, yani düşünmek zorundayım. Demek ki, güneş bir teşbih unsuru olarak kullanılıyor.

Bir kişi tutup da, “Güneşe baktım, şu veya bu şekilde dönüyor, tamam” diyemez. Çünkü güneşe bir başka maksat ile bakması gerekir. “Güneşe baktım, onu döndüren bir ‘sebep’ bu kainatta bulamadım. Kendisi de kendisinin varlık nedeni olamaz. Eğer kendi kendini yapıyor desem, insaniyetime aykırı bir sonuç olur.” Böyle bir anlayışta güneş, bir bilinmeyenin anlaşılmasında “teşbih” yapılmak üzere değerlendiriliyor. İsterseniz, böyle bir konuyu içeren ayete “müteşabih” diyebilirsiniz. Bizzat kendisi için bahsedilmiyor. Bir başka şeyin anlaşılması için bahsediliyor.

Veya Kur’an öyle bir “şey”den bahsediyor ki, alem-i şehadette bulunmuyor, yani “gaybî”. Ve insana bunun varlığını tasdik etmesini söylüyor. Mesela, “Yaratıcınız olan Ben varım, varlığımı size haber veriyorum,” diyor. Veya “Ebedî olan bir yaratılış gerçekleştireceğim” diyor. İnsan, Mutlak olan Yaratıcıyı alem-i şehadette bir benzeri ile tanıyamaz, çünkü yok. “Bu haberi “teşbih” yapmak için bildiriyor” diye okuyamaz. Çünkü teşbih yapacak bir nesne alem-i şehadette olmadığından, insan bu haberi “muhkem” yani üzerinde tasarrufta bulunup, çıkarım yapmak için, “Bu bir benzetmedir, buradan ben şöyle bir sonuç çıkarmam gerekir” diyemez. Çünkü örneği, müteşabihi, benzeri yok.

“Ebedi olan bir yaratılış” haberi de aynen “Yaratıcının varlığı” haberi gibidir. Bu dünyada bir örneği yok ki, bu haberi müteşabih olarak alıp, değerlendirip, gayb hakkında bir sonuca ulaşmak için kullansın. Ya ne yapar? Bu haberi “muhkem” olarak alır, müteşabih ayetlerdeki benzetmeler (teşbih) yapmak için verilen örnekleri kullanarak, bu “muhkem” haberin doğruluğu hakkında bir sonuca ulaşır.

Eğer güneşin hareketini gaybın, yani Mutlak olan varlık hakkındaki haberlerin gerçekliğini anlamada delil olarak kullanırsa, bu muhkem haberin doğruluğunu tasdik edebilir. Mütesabihat konusu tartışılırken en çok örnek verilen ayetlerden biri:

إِنَّ الَّذِينَ يُبَايِعُونَكَ إِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللَّهَ يَدُ اللَّهِ فَوْقَ أَيْدِيهِمْ

“Şüphesiz sana biat edenler, ancak Allah’a biat etmişlerdir. Allah’ın eli, onların ellerinin üzerindedir…” Feth Suresi (48): 10

Bu ayette geçen “Allah’ın eli” ifadesi “müteşabih” ayet olarak ele alınır. Genellikle de “Allah’ın eli olamaz, çünkü biz Allah’ı tasavvur edemeyiz ki, “Onun eli”ni tasavvur edelim ve Onu bir insana benzetelim” gerekçesi verilir. Şimdiye kadar yapılan izah doğrultusunda düşünecek olursak, “Allah’ın eli”ni tasavvur edemediğimizden bu ayet müteşabih değildir. “El” bu alem-i şehadetin bir unsurudur. Bu alem-i şehadet, alem-i gayba “temsil” olmak üzere yaratılmıştır. Alem-i şehadetin bütün unsurları, gayb’a teşbih edilmek zorundadır. Çünkü Kur’an ile konuşan, Gaybı tanıtmak için konuşur. O halde, “Burada bahsedilen “el” benim bildiğim “el”i bana bildirmek için konuşuyor değil, onun gayba bakan bir yönü olmalıdır” diye tevil etmeliyim. Mutlak olan Allah’a izafe edilen “el,” kaçınılmaz olarak mutlak şartlarda değerlendirilmelidir. Tevil edilirken mutlak özelliklere uygun olarak tevil edilmek zorundadır. Ama buna “Sonsuz kudret” de, ama daha değişik bir tevil ile anlamaya çalış, faketmez. Yeter ki, “el” kelimesini bildiğimiz ”el”den bahsediyor olarak yorumlamayalım, çünkü bu Kur’an’ın tarifi ile çelişir. Elleriyle Allah’ın Rasulüne (savs) biat edenlerin Allah’a biat ettiklerini ifade eden bu bağlamda, Allah’ın Rasulüne tabi olmanın onun getirdiği mesaja tabi olmak demek olduğu açıktır. O mesaj da, gayba imanı ana tema almıştır. Gayba iman, Yaratıcının Mutlakiyetine iman olduğuna göre, ayetin bağlamında, “Onların yaptığı biat aslında Allah’a yapılan biattır, Ona inanıp, Ona güvenmenin ifadesidir. Yani Mutlak aleme teslimiyetin ifadesidir. Siz de biatınızı Ona yapın, Ona yaptığınızın bilincinde olun. Rasulüne itaatin, aslında Allah’a itaat olduğunu, yani Allah’a teslimiyet olduğunu anlayın. Rasul, Allah’ı size tanıtan, sizi Allah’ı tanımaya davet eden bir elçi, bir görevlidir vs. vs.” şeklinde teviller yapmak zorundayız.

Özetle, Kur’an’a muhatap olan insan, müteşabih olan haberleri bir benzetme aracı olarak değerlendirir ve bu benzetme sonucunda, bilinmeyen, gayb olan bir “varlık” hakkında bilgi elde eder. Güneşin hareketini insan gözlemler (BENZEYEN). Bu harekete bakarak, bu hareketin varlık nedeninin şu dünyada hiçbir şey olamayacağını anlar ve bu hareketi gerçekleştiren sebebin, bu alem cinsinden olamayacağıda dair bir sonuca ulaşır. Bu sonuç o insanı, “GAYB”ın, yani Mutlak alemin (BENZETİLEN) varlığı ve özellikleri hakkında bir kanaate ulaştırır. Bu kanaat o kişinin “iman”ıdır. Kur’an da zaten bu imana bir davet olarak güneş misalini vermiştir. Çünkü insan güneşi görüyor, biliyor, gözlemliyor (benzeyen), fakat Mutlak varlığı (benzetilen) gözlemleyemiyor. O’nu ancak gözlemleyebildiği bir “şey”in aracılığı ile anlayabilir ve tasdik edebilir.

Kur’an’ın varlığından haber verdiği Mutlak Yaratıcı’yı veya Ebedî olan bir yaratılış biçimini “benzetme” aracı imiş gibi kullanıp da, bu benzetmeden bir sonuca ulaşamaz. Çünkü, benzetilen (Allah) gaybîdir, gözlemlenemez. Allah benzetme aracı olarak kullanılarak bir sonuca ulaşılamaz. Çünkü, bir bilinenden bilinmeyene gidilir. Bilinmeyenden bilinene gidilmez. İnsan muhakemesine aykırıdır. Bu nedenden dolayıdır ki, Allah’a inanç bir insanın ulaştığı sonuçtur. Bu sonuca götüren deliller insanı Allah’a inanmaya ikna eder. Delil alem-i şehadette gözlemlenebilen olmalıdır. İnsan gözlemleyemediği bir şeyi delil olarak kullanamaz. Bu önemli sonuç bize çok şey anlatır. Usul bakımından önemlidir. İnsan muhakemesinde, “Allah varsa kainat var” değil, “kainat varsa, mutlaka bu kainatın bir Var Edicisi vardır, bu Var Edici Mutlak, yani kainat cinsinden olamaz, bu da Allah’tır” şeklindeki bir muhakeme geçerlidir. Ayetlerin muhkem veya müteşabih olduğunu değerlendirirken bu ölçülere dikkat etmek gerekir.

Sonuç: Gözlemlenen alemden bahseden ayetleri müteşabih, Gayb’dan bahseden ayetleri muhkem ayetler olarak değerlendirmek, Kur’an’dan bir rehber konuşma olarak faydalanmanın şartıdır. Şimdiye kadarki duyduklarımıza veya bildiklerimize ters gelebilir. Tekrar tekrar okuyup anlamaya çalışmalıyız. Bir kalemde, “Benim bildiğime terstir” diye silip atmamalıyız, lütfen. Gaybın hakkaniyeti hakkında delil getirirken Allah, alem-i şehadeti şahit gösterir. Kendisini biz insanlara tanıtırken de, “Allah şöyledir, böyledir” şeklinde haber verir. Biz insanlar da gaybın hakkaniyeti hakkında delil getirirken, alem-i şehadetten şahit göstermeliyiz. İnsanların, “Allah’ın kudreti herşeye yeter, O istese şöyle de yapar, böyle de yapar” şeklinde konuşmaları Kur’an’ın usulüne ve insanın özelliğine aykırıdır. İnsanlar, gayb hakkında konuşurken, şahitlerle konuşmaları gerekir. Değilse, “Allah…” diye başlayan bir cümle kullanamazlar. Ancak şahitlerin şahitliğini tasdik ettikten sonra ulaştıkları sonuç olarak, “Demek ki bu kainatın Yaratıcısı, Rabbi şöyledir, böyledir..” şeklinde bir sonuç sunarlar. Delil getirme makamında konuşan bir kimsenin, “Allah…” diye başlayan bir cümle ile konuşmaya başlamasının hem mantık tutarsızlığı içerdiği ve hem de Kur’an usulüne aykırılığı anlaşılmıştır inşaAllah. Demek ki, alem-i şehadetten getirilen bir delil ile cümleye başlamak gerekir. Bir bilinenden bir bilinmeyene ancak bilinen şu alemin bir parçasını teşbih aracı olarak kullanarak delil getirilir. (Önemli bir not: Fikhî bir konunun delillendirilmesinden bahsetmediğimiz için konuyu karıştırmayalım lütfen. Fıkhin konusu gereği, fıkıhta delil, ayet, hadis, icma, içtihat olmak zorundadır.)

2. Muhkem ayetlerin ummü’l-kitab olması ne demek?

Kur’an’ın ana mesajının insanlara gaybı tanıtmak olduğunu Kur’an’ın tarifinden çıkardıktan sonra, muhkem ayetlerin Kitab’ın “ana” teması olduğunu anlamak hiç de zor olmasa gerek. “Bu muhkem ayetler size Kitabın getirdiği mesajın temelini teşkil ederler. Her söylenileni, bu temeli anlamak için değerlendireceksiniz” demektir, diyebiliriz.

3. Hidayet kaynağı olduğunu iddia eden bir kaynak nasıl olur da aynı zamanda sapmayı sonuç verebilir?

Eğer bu kitapta bildirilen haberleri “gaybı bildiriyor” diye okumaz da, “benim bildiğim bu dünyadaki eşyadan bahsediyor” der, onları gaybı anlamada birer vesile olarak kullanmaz isek (alem-i şehadeti şahit olarak kullanmaz isek) veya gayba ait olan ifadeleri, mutlak alemi tanıtıyor değil de, bu alemdeki bazı şeyleri ifade ediyor diye değerlendirirsek, kendimizi tam bir yanılgı içerisinde buluruz. Onun için, Kur’an’ı, kainatın Yaratıcısının Kendisini bana tanıtması için yaptığı bir konuşma diye okuyup, O’nu gaybı anlayıp tasdik etmek amacını gütmeden yapılan her okuma, Kur’an’ın kendi tarifiyle çelişkili olacaktır. Mesela, bir matematik kitabını, tarih kitabı gibi okuduğunuzda ulaşacağınız sonuç, “Bu kitap saçmalıklarla dolu” demek olacaktır. “Kitap saçmalıklarla dolu değil, sen saçma bir tavır takınıyorsun” demektir. Sapma böyle olur.

4. Müteşabih ayetlerin kesin anlamını Allah’tan başka kimsenin bilmesi mümkün değilse, o zaman Kur’an’da zikredilmesinin hikmeti nedir?

Çok güzel bir soru. MaşaAllah demek gerekir. Yukarıda anlatılanları anlayan herkes bu sorunun cevabını bilir: Müteşabih ayetlerin ihtiva ettikleri anlamı, ancak “Allah” yani Mutlak olanın bilebileceği aşikardır. Çünkü ben müteşabih ayetleri kullanarak, yani tevil ederek, gaybı, mutlak alemin varlığını tanıdım, fakat o mutlak alemin gerçek mahiyetini ancak mutlak olan bilebilir. Bu ifadenin, “Bu gerçeğin farkına varın. Yaratıcının Mutlak olması gerektiğini anlamak, Mutlak’ın mahiyetini anlamak demek değildir.” anlamına geldiği aşikar değil midir? Kısaca belirtecek olursak, “Müteşabih bir ayeti tevil ederken, Allah’ı, yani Mutlak olanı tanımak için tevil edin. O ayetler sizi Allah’a ulaştıracak ve fakat siz Mutlak’ın mahiyetini bilemeyeceğiniz için, o ayetlerin neyi ihtiva ettiğini bilemezsiniz, ancak Mutlak olan Allah bilir” demek olmalıdır.

5. Müteşabih ayetlerin kesin anlamını Allah’tan başka kimse bilemez derken, muhkem ayetlerin kesin anlamının bilinebileceği anlamına mı geliyor? Yani muhkem ayetlerden sadece tek bir genel geçer anlam çıkarılabilir mi demek?

”Müteşabih ayetlerin kesin anlamını Allah’tan başka kimse bilemez,” demenin ne anlama geldiğini bir önceki soru dahilinde çalıştık. Böyle bir anlayışın sonunda, “Muhkem ayetlerin kesin anlamının bilinebileceği” değil, muhkem ayetlerin bildirdiklerinin gerçekliği, varlıklarının gerçekliği, kesin olarak anlaşılabilir, tasdik edilebilir. Öyleyse, muhkem ayetlerin neye delalet ettiğini anlamak üzere, müteşabih ayetleri (alem-i şehadetten delil getiren ayetleri) değerlendirin. Yani, “Müteşabih ayetleri tevil ederken, muhkem ayetlerin haberini anlamanız, tasdik etmeniz ve sonunda da teslim olmanız beklenir. Haydi, bu işi doğru dürüst yapın, ulaşacağınız sonuçtan emin olacaksınız, o sonuçlar sizin için kesin olacak” demektir, diye anlıyorum.

6. İnsan anlamadığı bir kelamın tümünün birden Rabbinden olduğunu nasıl tasdik eder? Nasıl mümkün olur?

“İnsanın anlamadığı bir kelam” ile insana konuşan birisi, zaten insanın Yaratıcısı olamaz. Tanımda bir çelişki var. Eğer insanın Yaratıcısı Kur’an ile insana konuşuyor ise, böyle bir “abes” (lüzumsuz, amaçsız) bir iş yapıyor olamaz. Çelişkili bir muhakeme olur. Öyleyse cevap: “Müteşabih ayetlerle sana delil gösteren, muhkem ayetlerle de o delillerin neye delalet ettiğini bildiren şu kitabın bütününün verdiği mesajı tasdik edebileceksiniz. Haydi, araştırın, müteşabih olan ifadeleri, muhkem olan haberleri anlamak ve tasdik etmek için okuyun. Amacınıza ulaştığınızı göreceksiniz” demek olmalı.

7. Derin kavrayış sahipleri kimlerdir?

“Derin kavrayış” sahiplerini, “Bu kitapta geçen ifadelerin hepsinin aynı düzeyde değerlendirilmesinin, kitabın tarifine aykırı olduğunu kavrayan ve bu kavrayışa göre kitabı okuyanlar” diye anlasak, acaba tutarlı, mantıklı bir yaklaşım olur mu? Siz de bu “derin anlayış sahibi” tanımına göre bir okuyun, anlayacaksınız ki, bu kitap gerçekten bizim kapasitemize göre (unutmayalım, kitabın kendisi, ilk muhatabının “ümmî” olduğunu söyler) hakikati bize anlatır.  Bu hakikata nasıl ulaşacağımızı gösteren bir rehber kitaptır. Bu “Rehber Kitap”tan faydalanmak için, “Rehber bir öğretmen” (savs) görevlendirilmiş. O görevli öğretmenin (savs) öğrencilerinin çalışmalarından (eğitimlerinden) faydalanarak, daha kolay, daha emin bir “eğitim”den geçmek, “derin kavrayış” sahibi olmanın en selametli yoludur. Şu dünya şartlarında bir yemek pişirmeyi öğrenmek için, daha önce tecrübeleriyle konuyu anlamaya çalışmış olanların eğitimine girip, kaç yıllık “aşçılık” eğitimi alıyoruz. “Derin kavrayış sahipleri”nin eğitiminden faydalanmamak için direnip, ben kendim “derin kavrayış sahibi”yim iddiasında olanlar, her dönemde, yeniden “tekerleği” keşfetmek için çalışıp hayatlarını heba etmek zorunda kalırlar. Şu kainatın Yaratıcısı, şu kainatta bir “tekamül” ilkesi koyarak kainatı yaratıyor. Biz bu ilkeden Yaratıcımızın “Mütekemmil” olduğunu anlıyoruz. Bize verilen duygularımızı, bizden öncekilerin keşfettiklerini biz tekrar keşfetmeye kalkarak, israflı bir yol izlememeliyiz. Kemale aykırıdır. Kainatın şahitliğine aykırıdır. Yeter ki, öğretmen olarak seçtiğimiz kişinin, “Derin kavrayış sahibi” olduğuna dikkat edelim.

Stone Divider

Yazar hakkında

Ali Mermer

Yorum yazın

4 Yorum

  • Maşaallah çok esaslı bir yazı olmuş.Tekrar ile okunmalı ki usuller zihnimize yer etsin.Anahtar bazen  hazineden değerlidir. Allah razı olsun. 

  • Dear sir/ Salaam,I’ve been following your halaqas on youtube and am wondering if I can mail you with some questionsAlso, are these articles available in english?Thanks,

    • Unfortunately, not. There are some articles published in English on islamfromwithin webpage which is under construction right now. You can send me your questions to my email address. [email protected]