Bilimsel çalışmalar kendilerini evrenin düzenini keşfetmeye adamış fedakâr insanlar tarafından gerçekleştiriliyor. Evrene karşı ilgisiz kalmıyorlar, merak ediyorlar neler oluyor bu âlemde diye. Merak etmemek de mümkün değil bir insan için. Gerçekten insandaki duyguların hakkını vermek gerektiği gibi, merak duygusunun da değerlendirilmesi gerekir. İnsan olmak bu demektir, yani varlığının değerini bilmek.
Her şeyden önce bilimsel çalışmaların düzeni keşfetmeleri ne kadar önemli ve insanidir ve takdir edilmelidir. Bu çalışmaları yapan kişilerin düzendeki bulgularını, varlıkların ve özellikle insanların yararına değerlendirmeleri de ayrıca takdire şayandır. Her zaman bu “değerlendirme” insanların veya diğer varlıkların yararına olmayabiliyor; bu da konumuz dışında olmakla birlikte bir gerçektir, görüyoruz ve deneyimliyoruz. Bu son durum insani özelliklerin saptırılmasından kaynaklanır ki, bu seçimi yapanların sorumluluğudur. Bilimsel araştırmalar bu tür yanlışlara rağmen devam etmek zorundadır.
Konumuz bilimsel çalışmalar yapan insanların bu çalışmalarının sonuçlarını yorumlamaları ile ilgili. Bu kişisel yorumlar kuşkusuz o yorumları yapan kişilerin sorumluluğudur; asla bilimsel çalışmaları suçlama veya takdir aracı olarak kullanılmamalıdır.
Konunun uzmanı olmadığım için hiçbir teknik terim kullanmadan anladıklarımı özetlemeye çalışacağım.
Bazı bilim adamlarının iddiası, “Madde ezeli ve ebedidir, yani zamanda başı ve sonu olmayan bir varlıktır, şimdi de biz gözlemliyoruz ki, madde dönüşüyor ve varlığını çeşitli formlara sokarak devam ettiriyor,” şeklinde özetlenebilir.
Diğer bazılarına göre ise, “Madde ‘hiç’ten yani yoktan, boşluktan anti-maddesiyle birlikte var oluyor ve var olmasıyla birlikte kendilerini çarpışarak yok ediyorlar.” Diğer bazılarına göre ise, anlaşılamayan bir nedenle çok küçük enerji dolu bir “şey” var oluverdi ve Big Bang (Büyük Patlama) olarak isimlendirilen bir olay ile patlayıp başladı etrafa dağılmaya. Hala genişleme devam ediyor.
Bunlar gibi daha başka birçok varlık açıklaması yapılmış; yenilerinin de gelmesi bekleniyor. Yeni yeni laboratuvarlar kuruluyor, maddenin neyin nesi olduğu, nasıl davrandığı vs. sorularının cevabını bulmak için büyük yatırımlar yapılıyor. Takdir ediyorum gayretlerini. Daha başka birçok varlık açıklaması yapılmış, yenilerinin geleceği de bekleniyor. Yeni yeni laboratuvarlar kuruluyor, maddenin neyin nesi olduğu, nasıl davrandığı vd. sorularının cevabını bulmak için büyük yatırımlar yapılıyor. Takdir ediyorum bu gayretleri.
Bu tür araştırmaların benim dikkatimi çeken bir yönü var. Evren ve parçacıkları şu veya bu şekilde var oluyorlar ve fakat bunların varlık kaynağı sorgulanmıyor. Varlık âlemine şu veya bu şekilde geldikleri gözlemleniyor. Bazı bilim adamları görevlerini, varlıkların özelliklerini ve davranışlarını tespit etmek ile sınırlarlar. Ulaşılan bilgilerin, “Onları nasıl kullanıp değerlendirebiliriz?” sorusunun cevabında yardımcı olacağı beklenir. Ben genel olarak bilim alanında çalışma yapanların eğiliminden böyle bir sonuca ulaştım. (Bu yazının maksadı dışında kaldığı için filozofların amaçlarını gündeme getirmeyeceğim.) Konumuzu da bilimsel araştırmada takip edilen usûl üzerine odaklamak istiyorum.
Varlık kaynağını sorgulamak konusu, bilimsel çalışmaların sınırını aşar diye düşünülüyor olabilir. Çünkü bilimsel araştırmalar ancak bir şey varlık âlemine geldikten sonra laboratuvara konup incelenebilir. Varlık kaynağını sorguladığımız zaman, “Böyle bir sorgulamaya gerek yok. Varlık kaynağını öğrenip de ne yapacaksın? Böyle bir sorgulama bu dünyadaki bedensel hayatımız için gereksizdir,” denilebilir. Veya “laboratuvarda deneyimlenemeyen bir şey hakkında araştırma yapmak imkânsız olduğu için bilimsel çalışmaların ilgi alanına girmez,” denilebilir.
Benim amacım bu teorilerin eleştirisini yapmak asla değildir. Böyle bir konuda söz söylemek bana hiç düşmez, zira alanım değil. Ben sadece dikkatimi çeken bir noktada şöyle bir sorgulama yapmak istiyorum:
Bilimsel çalışma demek, tanım gereği, evrenin bizzat kendisini çalışmaktır ve evrende gözlemlenen olaylardan çıkarılan sonuçlara göre bir yorum yapmaktır. Bu sonuçlar “keyfi” yorumlar olmamalıdır. Eğer evren sonsuzdan beri hep böyle var olmuştur diye savunuluyorsa, evrenin varlığından başka bir varlık türünden bahsedilemez. Dolayısıyla yorumlanan sonuçların bu evren cinsinden delillerinin sergilenmesi gerekir. Yapılan yorumların delilleri evrenin içinde ve evren cinsinden gösterilmesi gerekir.
Benim ilgi alanım için gündeme getirilmesi gereken noktayı sizlerle şu şekilde paylaşmak istiyorum. Gerek “madde sonsuzdur” densin veya “kendi kendine var olan ve akabinde hemen yok olan bir özellik gözlemliyoruz” densin, varlıkların kendi kendilerine böyle olup geldiği yorumu bir önyargıyı içeriyor diye anlıyorum. Bu önyargı, evrenin ve içindeki parçacıklarının varlık kaynağını sorgulama gereksiniminin önünü kapatmaktadır. Gerçekten böyle bir sorgulamaya girmek insanlık için bir gereksinim midir?
Kişisel kanaatime göre, benim için en önemli olan sorular bilimsel çalışmaların alanına girmiyor. Girmesi gerekmez mi? Kanaatimce gerekir. Fakat bilimsel çalışmalar kendilerini şöyle tanımlamak zorundadırlar: “Biz ancak varlığın neyin nesi olduğunu araştırırız. Varlığın kaynağını veya var olmanın anlamını araştırmak bizim alanımıza girmez. Biz maddeyi alırız, laboratuvar koşulları altında inceleriz ve onun özelliklerini tespit ederiz, onlardan daha çok nasıl yararlanırız diye araştırırız.”
Ben bir insan olarak öncelikle sorularımın cevabını almak isterim. Nedir bu sorular? Benim insani bilincim sürekli şu soruyu soruyor ve beni uyarıyor: Evet, şimdi evreni kullanarak şu veya bu oranda varlığım devam ediyor. Fakat bu varlığım benim için ne ifade eder? Bugün varım ve çevrem ile bir ilişkiye geçtim, değişik olumlu-olumsuz duygular yaşadım. Peki, bunlar hep ne için? Bu durumun kaynağı ne? Nasıl oldu da ben böyle bir varlık türünde varım? Benim varlığım benim için ne anlama geliyor? Etrafımda gözlemliyorum ki, benim gibi olanlar ve hatta her bir şey eninde sonunda çok kısa veya uzunca dediğimiz bir zaman sürecinden sonra varlık âleminden çıkıyorlar. Madem ben bu varlık âleminden bir an gelecek çıkıp gideceğim, benim şu andaki varlığımın anlamı ne öyleyse? Sürekli yok olmaya doğru ilerleyen bir insan ne kadar hayatından zevk alarak insanca varlığını anlamlandırabilir? Ben anlamlandıramıyorum.
Gerçek bu iken, genellikle önyargılı bilimsel çalışma yapan kişiler bu gerçeği açıkça ifade etmemektedirler. Bilimsel araştırma diye bilinen çalışmaları yapanlar, topluma evrenin düzeninden çıkardıkları sonuçları sunarlarken açıkça “bu soruların cevabı bizde yok, siz başka alanlarda sorgulayın bunları” diyorlar mı? Açıkça böyle bir şey söylenmediği gibi, sanki böyle bir soru yokmuş veya cevabı verilmiş gibi bir yorum söylemi geliştiriliyor diye görüyorum. Yanılıyorsam, şu anda yapılan genel egemen olan bilimsel yorumların içinde lütfen bana böyle bir açıklamayı içeren örneğini gösterin.
Bilimsel araştırma sonuçları açıklanırken, sanki insanlığın bütün problemlerinin ya çözülmüş olduğu ya da çözüleceği iddiasını içeren bir dil kullanıldığını görüyoruz. Hatta evrenin ve evrendeki düzenin varlığının açıklandığını, açıklanamayan kısmının da ileride açıklanmak amacıyla çalışıldığını savunan üstü kapalı söylemler ile halka muhatap olunuyor. Bu söylemlerin en sinsilerinden iki örnek cümle: “Doğal olarak böyle oluyor” ve “Bu şekilde oluştuğunu görüyoruz.” Doğal” ne demektir, bilimsel verileri var mıdır? Yani evrende “doğal” diye tanımlayabileceğimiz bir fenomen gözlemliyor muyuz? “Oluşmak” ne demektir? Oluşmanın etken faktörü nedir? Oluşumu sağlayan etken faktörün bilimsel bir verisi var mıdır ve varlığı belgelendirilebilir mi? Bu gibi soruların hiçbirisine yanıt verecek bir delil gösterilemediği gibi, bu gibi söylemler sorgulanmadan önyargı ile benimsenip toplumun diline yerleştirilmektedir.
Temel sorularımdan birisi de şudur: Bir şeyin nasıl var olduğunu gözlemleme çabası, o şeyin gözlemlendiği gibi gerçekten kendi kendine öyle var oluyor diye bir yoruma girişmeye yetki kazandırır mı? Açıkça, “biz varlık kaynağını bilmiyoruz” denmediği gibi, öyle bir söylem geliştiriliyor ki, “İşte bu varlık böyle var olmuş, gözlemliyoruz” diyerek, sanki eşyanın ya da tüm evrenin varlığı kendindenmiş gibi bir söylemin içinde geçiştiriliyor. Genellikle açıkça varlık kaynağı falan diye bir şey yok denmiyor. Fakat varlık kaynağını sorgulayan tüm sorular reddediliyor, “bilim her şeyi açıklayacak” denilip geçiştiriliyor. Bilim adamlarının bulgularını yorumlarken geliştirdikleri söylemin genel eğilimini ben bu yönde görüyorum.
Örneğin, maddenin nasıl var olduğu araştırılırken, madenin sonsuz olarak var olageldiği açık veya kapalı ifadelerle, sanki sonsuzdan beri hep böyle bir varlık süreci varmış gibi yorumlanıyorsa, bu yorumun sorgulanması gerekir diye düşünüyorum.
Eğer madde sonsuzdan beri hep var ise, bu benim mantığıma göre demektir ki, kendisini var edecek bir kaynağa gereksinim duymamaktır, yani maddenin varlığı kendindendir. Bir şeyin varlığının kendinden olduğunu açık veya kapalı bir şekilde ifade etmek, o şeyin kendi kendine yeterli bir varlığa sahip olduğunu savunmak demektir. İnsan mantığı, varlığı kendi kendine yeterli olanın, her şeyden bağımsız bir varlığa sahip olması gerektiğini anlar. Fakat bilimsel araştırmaların hepsi gösteriyor ki, madde bağımsız bir varlık sergilemekten çok uzaktır. Maddenin en azından evrendeki varlık düzenine uymak zorunluluğu veya devamlı bu düzene göre değiştiği, bu değişime tabi olmaktan kurtulamadığı, hatta sürekli var olup, yok olduğu gibi gözlemlerin yapıldığı görülüyor. Bir şey kendisinin varlığının kaynağı ise, o şey varlığını ne düzene bağımlı bir şekilde değişime tabi kılar ve ne de varlığını kendisi yok eder. Benim mantığım böyle çalışıyor.
Ayrıca, eğer bir şeyin varlığı kendinden ise, o şey varlığını bir başka şeye değil de kendine borçlu demektir. Bu mantıki sonuç ister istemez insana şu soruları sordurtuyor: Bir şey kendisinin varlık nedeni olabilir mi? Böyle bir kabul, sürekli değişen ve diğer parametrelere bağlı olarak varlığını sürdürdüğünü gözlemlediğimiz maddenin bizzat kendisinin kendisine varlık verdiği iddiasını taşımaz mı?
Fakat biz bu evrende sürekli gözlemliyoruz ki, hiçbir şey kendi istediği gibi değil de, belli kurallara bağımlı olarak var oluyor ve varlığı bu kurallar içinde devam ediyor. Bir şey bağımlı bir varlığa sahip olursa, o şey bu evrenin içinde mutlak özelliklere sahip olmayacağına göre, o şeyin kendisi var olmadan nasıl olur da kendini var etme özelliğine sahip olduğu iddia edilebilir? Kimsenin böyle bir iddiayı açıkça yapamayacağı bellidir, çünkü bütün mantık kurallarını çiğnemek gerekir. Öyle bir mantıki çelişkiyi içerir ki, bir şey kendisi var olacak ki kendisine varlık verebilsin. Eğer kendisi zaten var ise, ayrıca kendini var etmesi gerekmez. Devamlı değişen bu evrende kimse bir şeyin mutlak özelliklere sahip olduğunu iddia edemez. Ancak mutlak olanın değişmesi söz konusu olamaz, ki bu evrende hiçbir şeyin mutlaklığından bahsedemeyiz. Zaten bir şey mutlak ise, o şey evren ile sınırlı olmaz.
Eğer madde boşluktan veya yokluktan oluşuyor ise, ki fizikçilerin geliştirdiği son söylemler böyle bir iddiayı içermektedir, evreni evrenin kendi içinde, açık veya kapalı bir şekilde açıklamaya çalışan yorumlar, evrenin içinde boşluğun veya “hiç”in, yani yokluğun bir başka şeyin varlık kaynağı olabileceğine dair bir özelliğe sahip olduğunu sergilemeleri gerekir. Eğer sergileyemiyorlarsa, ki benim bildiğim kadarıyla böyle bir tezi savunan kimseyi hiç duymadım, o takdirde evrenin içindeki varlıkların varlığa gelişinin açıklanması gerekir. Değilse, bir bilim adamının “ben böyle gözlemledim” demesi, o gözlemlenen şeyin varlığa gelişini açıklamaz. Bir şey ancak varlığa geldikten sonra fiziksel olarak gözlemlenebilir. Varlık kaynağı hakkındaki mantıki çıkarımlar ise fiziki olarak laboratuvarda değil, “mantığın laboratuvarı”nda incelenir. Demek ki bir şeyin varlıkta gözlemlenmesi, o şeyin varlık kaynağının gösterilmesi anlamına gelmemektedir.
Yani, eşyanın varlık kaynağının mantıki kurallar içinde açıklanması gerekir. Evrende gözlemlenen bir varlığın varlık kaynağı, o şeyin kendisi olamayacağı gibi, varlık kaynağı o şeyin içinde de olamaz. Neden? Eğer bir varlık, kendisinin varlığının kaynağı ise, o şeyde kendisine varlık verebilecek özelliklerin gözlemlenmesi gerekir. Ben böyle bir gözlemin yapılıp insanlara sunulduğunu hiç duymadım; duyan varsa lütfen bana bildirsin. Bir şeyin varlık kaynağının o şeyin içince olduğu savunulursa, o şeyin içinde o şeyin “varlık kaynağı” olabilecek bir “agent”ın (faktör, etmen), yani o şeyin varlığının gerçek nedeni olabilecek özelliğin veya özelliklerin gösterilmesi gerekir. Çünkü evrende gözlemlenen bir şeyin varlığını inceleyen bilimsel çalışmalar ancak evren içinde var olanlar üzerinde yapılabilir. Evrenin içinde olmayan bir şeyi bilimsel çalışmalar sergileyemez. Bu görev ancak insan mantığının bir “çıkarımda” bulunarak ulaştığı sonuç olabilir.
Önemli gördüğüm bu farklılığa dikkat etmek gerekiyor. Bir şeyi gözlemlemek, o şeyin sanki fotoğrafını çekmek gibidir. Bu fotoğraf hiçbir surette o şeyin varlık kaynağını göstermez. İnsan mantığı, büyüklük veya küçüklük söz konusu olmaksızın, o şeyin görünümünü tespit ettikten sonra onda gözlemlediği özelliklere bakarak o şeyin varlık kaynağının nasıl bir özeliklere sahip olması gerektiğini araştırır. Örneğin, bir atomun veya bir galaksinin özellikleri bu evren koşulları altında, bilimsel araştırmalar yapılarak saptanır. Sonra bu özelliklerin varlık kaynağını sorgulamak mantığın görevidir.
Eğer bilimsel araştırmalar evren içinde bir “agent”ın o şeyin varlık kaynağı olduğunu sergilerse, o takdirde bilimsel araştırmayı gerçekleştiren bilim adamı, “bu şeyin varlık kaynağı gördüğünüz gibi budur” deme hakkına sahip olur. Değilse, kapalı söylemlerle “var olduklarını görüyorum” veya “işte böyle oluşuyor” veya “doğal olarak böyle oluşuyor” veya “bu şey boşluk veya yokluktan böyle oluveriyor olmalı” veya “bilinemeyen bir nedenden dolayı çok yüksek oranda enerji yüklü bir atomcuk varlıkta görünüverdi ve sonra da patladı ve etrafa dağılmaya başladı” gibi spekülatif söylemler hiçbir şekilde insan aklı tarafından onaylanamaz. Tekrar hatırlamak zorundayız ki, bir şeyin varlıkta görünmesi, o şeyin varlık kaynağını hiçbir surette açıklamaz. “Bilim her şeyi zaman içinde açıklayacak” savunması, bilimin gözlemlediği bir şeyi kendi çalışma alanının dışında yorumlamaya kalkması demek olur ki, bu aklen kabul edilemez.
Bilimsel çalışmalar ancak bir şey var olduktan sonra o var olanların nasıl davrandıklarını sergileyebilir. Değilse, eşyanın kendi içinde bu davranışların varlık kaynağı olan özelliklerin bir “agent” olarak görev yaptığını sergilemesi gerekir. Örneğin, bir şey patladı ise, “patlama” özelliğini eşyanın bizzat kendisinin ürettiğinin sergilenmesi gerekir. “Dağıldı” diye gözlemleniyorsa, eşyanın kendisinde dağılma işleminin varlık kaynağı olabilecek bir özelliğe bizzat o şeyin sahip olduğu gösterilmelidir. Bunların hiçbirisi olanak dâhilinde değildir. Çünkü bir şeyin bir davranışının gözlemlenmesi, o şeyin o davranışının varlık kaynağı olduğu anlamına gelmez. O şeye bu özellik ile varlık veren başka bir kaynak olmalıdır. Daha önce açıklandığı gibi, bir şeyin kendisinin veya kendisindeki özelliklerin, o şeyin bizzat kendisinin varlık kaynağı olduğunu iddia etmek, o şeyin mutlak, bağımsız olduğunun ve kendi seçimine göre davrandığının gösterilmesini gerektirir. Hiç kimse savunamaz ki, bir şey bu evren içinde, evrenin varlığında gözlemlenen düzenden bağımsız bizzat kendisinin tercihiyle var oluyor ve varlığını sürdürüyor. Çünkü eşyada böyle bir özelliğin olmadığını herkes gözlemleyebilir.
Özgür iradesi olan insanlar bile ancak düzenin izin verdiği alanda irade seçimlerini yapabilirler. İnsan kendi iradesinde veya bedenindeki maddelerde bizzat varlık veren bir özellik olduğunu da iddia edemez. Çünkü bedendeki maddenin bizzat kendisinde bir irade üretecek özellik gözlemlenmemektedir. Ancak insan, iradesi ile gözlemlenmek suretiyle, “insan iradesi olan bir varlıktır” denilebilir.
Evrende bulunan her şey içinde bulundukları düzene bağımlıdır. İnsanlar da özgür iradelerini ancak düzen içinden kendilerine verilen seçim yapma özgürlüğünü (varlık verme değil, var olanlar arasında seçim yapma özgürlüğünü) kullanmak durumundadırlar. Evrende gözlemlenen düzen ise, ancak evrenin varlık kaynağının bir seçimi olabilir. Evrendeki varlıkların kendilerini zorunlu bağımlılık altına alacak bir seçim yaptıklarını kimse savunamaz ve de böyle bir iddianın delillerini gösteremez. Yalnızca eşyanın düzen içinde var oluşları ve de düzene uymak zorunda oldukları gözlemlenebilir.
Tüm bundan anlıyoruz ki, eşyanın davranışları hakkında “doğal olarak öyle davranıyor, işte görüyoruz” gibi söylemler tamamen spekülatiftir. Hiçbir delile dayanmayan söylemlerdir. Bilimsel araştırma yapan kişinin kişisel önyargısını diğer insanlara “bilimsellik otoritesini” kullanarak empoze etmesinden, dayatmasından, yani insanları kandırıcı bir davranıştan başka bir şey değildir. Açıkça ifade edersek, bu durum bir göz boyamadır denebilir.
Fotoğraf ve video kaynak: NASA.
Merhaba Ben Dr Önder Akkuş. Bazı sorular sormuşsunuz( maddenin kaynağı gibi). Bilgi birikimi ve bilimin ilerlemesi , tecrübelerin ve imkanların artması bir süreç ister. Bunda eğer hemfikirsek bilime sorduğunuz soruların cevabını neden hemen şimdi istiyorsunuz. Zamana ihtiyacımız yok mu? Bilim bu sorularınıza cevap veremiyorsa bunu fırsat bilip mutlaka bir yere bağlamamız ne kadar doğru? Bu bilimle uğraşanlara haksızlık olmaz mı?