Son zamanlarda üzerinde düşündüğüm, dünyamı meşgul eden bir konuyu sizinlede paylaşıp yorum ve eleştirilerinizi almak istedim. Konu biraz uzun olacak gibi gözüküyor o nedenle sizleri çok uzun tek email ile sıkmamak için her soruyu başka bir email başlığında göndermeyi düşünüyorum, İnsha’Allah bu kezde konu bütünlüğü dağılmiş olmaz.
Şer gerçekten varmıdır?
Son zamanlarda şöyle bir kanaate ulaştım ki şer konusuna ancak üç aşamada cevap bulunabilir; veya aşağıdaki üç soruya verilebilecek ikna edici cevaplar ile konu tam anlamı ile açıklığa kavuşmuş olur.
Varlık noktasında şer gerçekten varmıdır?
Şer olayının insan algısı ile alakası nasıldır?
Şer olayının insanın cüz-i iradesi ile olan ilişkisi nasıldır?
Birincisi, ontolojik düzeyde şer varmıdır yokmudur? Bunu nasıl tespit edebiliriz? Bu soruya cevabı Nursi’nin 18. sözün ikinci noktasında çalıştığı aşağıdaki ayette bulmak mümkün gibi geldi bana.
اَحْسَنَ كُلَّ شَىْءٍ خَلَقَهُ
“O [Allah] herşeyi en güzel şekilde yarattı.” Secde Sûresi, 32:7
âyetinin bir sırrını izah eder. Şöyle ki:
“Herşeyde, hattâ en çirkin görünen şeylerde, hakikî bir husun ciheti vardır. Evet, kâinattaki herşey, her hadise, ya bizzat güzeldir, ona hüsn-ü bizzat denilir; veya neticeleri cihetiyle güzeldir ki, ona hüsn-ü bilgayr denilir. Bir kısım hadiseler var ki, zahiri çirkin, muşevveştir. Fakat o zahirî perde altında gayet parlak güzellikler ve intizamlar var.”
Yalnız bu konuyu çalışınca akla şöyle bir soru geliyor; “Bu ayete göre kainatta her şey en güzel şekilde yaratılmıştır, şerre varlık noktasında yer yoktur. Eğer kainat Allah’ın tecellisi ise ve Allah ta “mutlak hayır”sa, o zaman neden kainatta şer gibi gözüken şeyler müşahade ediyorum?”
Bu soruya cevabıda Nursi’nin aşağıdaki ayeti çalıştığı 18. sözün birinci noktasında bulmak mümkün.
لاَ تَحْسَبَنَّ الَّذِينَ يَفْرَحوُنَ بِمَاۤ اَتَوْا وَيُحِبُّونَ اَنْ يُحْمَدُوا بِمَا لَمْ يَفْعَلُوا فَلاَ تَحْسَبَنَّهُمْ بِمَفَازَةٍ مِنَ الْعَذَابِ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَلِيمٌ
Yaptıkları kötülüklerle sevinen ve yapmadıkları hayırla övülmekten hoşlanan kimseleri, sakin azaptan kurtulurlar zannetme. Onlar için pek acı bir azap vardır.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:188
“Evet, sen, benim cismimde, âlemdeki tabiata benzersin. İkiniz hayri kabul etmek,şerre merci olmak için yaratılmışsınız. Yani, fâil ve masdar değilsiniz; belki münfail ve mahalsınız. Yalnız bir tesiriniz var. O da, hayr-i mutlaktan gelen hayri güzel bir surette kabul etmemenizden, serre sebep olmanızdır.”
Bu durumda yukarıda alıntı yapılan iki paragrafı beraber okuduğumuzda şu sonuç çıkıyor ortaya;
Allah “hayr-i mutlak” tır ve her şeyi en güzel formda yaratır. Ama insan ve kainattaki diğer eşya mutlak hayri kabul edebilecek kapasitede olmadığından, mutlak hayrin tecellileri kainatta gizlenmeye başlar ve görecelik dediğimiz şey açığa çıkar; hayır ve güzellik mahalin kapasitesine göre derece kesbeder. Dolayısıyla şer kainattaki eşyanın mutlak hayri kabul edebilecek kapasiteye sahip olmamasından dolayı ortaya çıkar; yani şer bir anlamda hiç var değildir, sadece mutlak hayrin ve hüsnün yokluğuna verilen bir isimdir.
Bu noktaya kadar varlık noktasında, yaratılışta şer yoktur, herşey hayırdır sonucuna ulaşmak mümkün ama buda başka bir soruyu beraberinde getiriyor.
Şöyle ki: “Eğer Allah hayr-i mutlak ise ve mahalleri yaratanda O olduğuna göre, o zaman neden mahalleri mutlak hayri kabul edebilecek kabiliyette yaratmadı?” (Not: Allah katından bir soru gibi ama insan bu, merak ediyor)
Bu soruya beni ikna eden şöyle bir cevap vermek mümkün. Tanım gereği, eğer kainattaki eşya mutlak hayra mahal olabilecek kabiliyette olsaydı, o zaman kainat mutlak hayrin kendisi olurdu. Yani bir yaratılmış alem birde yaratıcı diye bir şey olmazdı, kainatın kendisinin yaratıcı olması lazim gelirdi. Ama biz kainata bakınca mutlak hayır yerine sürekli değişen, göreceli bir alem müşahade ediyoruz.
Bunu bir örnek ile izah etmek gerekirse, sinema perdesi ile film arasındaki ilişki örnek olarak verilebilir, en azından benim anlamama yardımcı oluyor. Sinema perdesi mahdut, kayıtlı bir mahaldir ama filmin kendisi o mahdut mahalde tecelli etmesi gereken sonsuz kaynağı temsil eder. Dolayısı ile filimdeki hüsnün tamamının birden mahdut bir perdede yansıması tanım gereği mümkün değildir.
Akla gelen bir başka soruda şu ki; “eğer mahallerin kapasiteleri mahdut olmasaydı o zaman ne olurdu?”
Ancak görecelik ile, zıtların birbirine karışması ile yani hayrin ve hüsnün derecelerinin olması ile hayrin ve hüsnün ne olduğunu bilebilen insanoğlu için husun diye birşey olmazdı, mutlak hayri tanımak, bilmek varlığının farkında olmak imkansız olurdu. Farkında olunmayan, algılanamayan bir hayır ve husun mutlak şer ve çirkinliğe kalbederdi.
Buraya kadar yaratılışta şer olmadığına dair kendim için bulduğum cevap bu, “peki neden ben şer varmış gibi algılıyorum o halde?” sorusunun cevabı bir sonraki emailde aranacak.
yaratılanın benliğin de eğer şer olmasaydı (“Ben nefsimi temize çıkarmam, çünkü Rabbimin merhamet ettiği hariç, nefis aşırı derecede kötülüğü emreder. Şüphesiz Rabbim çok bağışlayandır, çok merhamet edendir” dedi.«Yusuf-53.ayet») bu ayete ne diyebiliriz? Yüce Allah akıl-irade vermiş. Ama benlik ilkesi gereği şeri emrediyorsa Yüce Allah’ın merhameti olmasaydı buna ne diye biliriz …? Bu da varlık notası değil midir?
Sorunuz için Allah razı olsun…
Yukarıda yazıdada ifade edildiği gibi şer, eşyanın kabiliyetsizliğinden dolayı hayri kabul edememesinden dolayı ortaya çıkıyor.
Sizin sorunuzda ki ayet direk insana baktığı için denkleme “ene”yi (nefs) ve cüz-i iradeyi de dahil ederek cevap aramak icab ediyor. İnsan fiillerinde şer, insanin cüz-i iradesini eneden (nefs) yana kullanmasından ortaya çıkıyor. “Nefsin kötülüğü emretmesi” Allah’ın tecelli ettirmek istediği hayra mani olmakla ortaya çıkıyor. O nedenle şerrin sorumluluğu “ene” ve cüz-i iradeye ait oluyor.
Şöyle bir örnek ile açıklamak gerekirse; Allah fakir bir kulunu bir başka zengin kulu vasıtasıyla riziklandırmak, ikramda bulunmak ve merhametini, ihsanını göstermek istiyor. Ve o zengin kişinin kalbinde ihtiyac sahibine karşı bir şefkat ve acıma hissi yaratıyor ta ki muhtaç olan durumu iyi olan şahıs vasıtasıyla riziklandırılmış olsun. Eğer o zengin şahıs kalbinde yaratılan şefkate muvafık hareket etmeyip, cüz-i iradesini kendi nefsinden yana kullanıp, cimrilik ederek yardımda bulunmazsa Allah’ın şefkati ihtiyaç sahibine ulaşmamış oluyor, muhtaç olanda tecelli etmemiş oluyor; yani vücuda gelmemiş oluyor. Şefkatin vücuda çıkmama yani yokluk hali şer oluyor. Sorumluluğuda şefkatin tecellisine mani olan şahsa ait oluyor. Vücuda gelen bir şey yok ki yaratmak noktasında sorumluluğu Allah’a verebilesin.
“Eğer benlik ilkesi gereği şerri emrediyorsa…”
“Ene”nin Allah’ın esmasına ayna olmak gibi çok hayati bir görevi var, bununla beraber bu fonksiyonu yerine getirmemek gibi cüz-i bir tercihte söz konusu, yoksa “benlik zorunlu olarak daima şerri yapar” diye anlamıyorum sizin atıfta bulunduğunuz ayeti.
Sorunuza özetle bu şekilde cevap verebiliyorum. Ama daha sonra yayınlanacak olan ikinci ve üçüncü soruların cevaplarınıda mutlaka okumanızı tavsiye ederim.
Slmn alykm
Osman beyin mail adresine ulaşmak istiyorum. Sormak istediğim bir soru var