Kalb cerrahi Prof. Said, odasında en son araştırmalarının sonuçlarını değerlendirdiği bir makaleyi tamamlamak üzereydi: “Kalbin yapısı ve fonksiyonları hakkında yapılan araştırmaların henüz başlangıç safhasında olduklarını…” yazıyordu. Genç bir kız kapısının önünde belirdi:
– “Doktor olmak istiyorum da, şöyle bir Tip Fakültesini görmek için geldim.”
– Çok güzel, niçin olmasın? Olabilirsin. Ben, Prof. Said. Seni öğrencim olarak görmekten memnun olurum.”
Genç kızımız Kamile, yaşlı ninelerin ve dedelerin, doktorlardan yalvarırcasına yardım dilemelerini görmüştü hastanelerde aşı olmaya gittiği çocukluk döneminde. Doktor olmaya karar vermişti daha çok küçük yaşlarındayken:
“Mutlaka bu insanlara yardımcı olmalıyım. Para falan hiç gözümde yok.” Soranlara, “Doktor olacağım, hastaları bedava muayene edeceğim.” diye de söz veriyordu. (Şimdi kendisi doktordu, fakat biliyorsunuz hayat şartlarını… Muayenehane masrafları, ev ihtiyaçları, eşinin talepleri vs bu sözünü tutmaya imkan vermiyordu. O da katıldı bu vadinde duramayanlar kervanına.)
Tıp eğitimine başlamıştı. İki yıl okul öncesi, beş yıl ilköğretim, 7 yıl orta ve lise, toplam on dört yıllık eğitimine rağmen şimdi katıldığı her bir dersi sanki hiç eğitim almamış birisi gibi dinliyordu. Yabancısı olduğu birçok terimlerle karşılaşıyor, sanki yeni bir dil öğreniyordu. Yıllar geçti, üç yıl doldu. Yavaş yavaş hastane tecrübesine başladığında da, sanki hiç tip eğitimi almamış gibi hissediyordu kendini. Ders kitaplarında okudukları ve öğrendiğini zannettiği konuların pratikte çok daha karmaşık olduğunu ve öğrendiklerinin yetmezliğini anlıyordu, ama vaz geçmiyordu hedefinden. Söz vermişti bir kere, doktor olacaktı, muhtaçlara yardım edecekti.
Tıp eğitimini, hastane tecrübeleriyle desteklemek gerektiğine inanmıştı ve tahammül ediyordu bazen yirmi dört saat uykusuz geçen gece nöbetlerine.
Eğitim süresi 20 yılı tamamlamıştı ki, diploma almaya hak kazandı Kamile kızımız. Sevinçliydi, gururluydu başarısından ve fakat…
İhtisas yapmadan yapabileceği çok şey yoktu. Ne kalb cerrahi olabilir, ne beyin uzmanı ve ne de dahiliye mütehassısı. Karar verdi mutlaka ihtisas sınavlarına hazırlanmaya. Komaya girercesine çalışıyordu yirmi yıllık eğitimini boş yere harcamamak için. Aylarca geçen belki bir yılı dolduran deliler gibi çalışmasının meyvesini almıştı ve bir hastanede ihtisas yapmak üzere kabul edilmişti. Dört yıl sonra kendisini “Dahiliye Mütehassısı Dr Kamile” diye çevresine takdim ederken, 24 yıllık eğitim geçmişinin izlerini taşıyan bir kişiliğe de ulaşmıştı. Yaş otuzlarına yaklaşmış, gençlik geçmiş, ortayaşlılığa doğru adım adım ilerliyordu.
Biliyordu ki, bütün tıp terimlerini tam kavraması gerekir, Latinceye bayağı aşina olması gerekir. Latince gereklidir, ama tıp ilmi tamamen başka bir eğitim ister. 24 yıllık eğitiminin sonunda farkediyordu ki, bu ilmin sonu yok. Daha işin başında bile değil. Genel hatlarıyla birşeylerin farkında ve fakat detaylara gelince daha da ilerlemek gerekiyordu. Tıp eğitimine başladığı ilk yıllarında çok şeyler öğrendiğini, ve neredeyse artık “doktor” olduğunu zanneden Kamile hanım şimdi, pek de fazla birşey bilmediğini anlıyordu. Daha çok vardı öğrenilmesi gereken. Gerçi toplumda itibar görüyordu ama, “Bu mesleğin galiba sonu yok,” demeye başladı kendi kendine.
Niye mi anlatıyorum Dr Kamile’nin eğitim serüvenini? Kur’an’a öğrenci olmanın ne demek olduğunu anlamak için.
Evet, Kur’an, anlaşılması kolay, açık-seçik ifadeleri içeren Yaratıcımızın bir Konuşmasıdır. Herkes anlayabilir.
Bakınız kendisi de öyle söylüyor:
وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِن مُّدَّكِرٍ
“Andolsun ki biz Kur’âni düşünmek için kolaylaşdırmışızdır. O halde bir düşünen var mı?” Kamer (54): 17
تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ الْمُبِينِ
“İşte bunlar sana o açık seçik kitabın âyetleridir.” Yusuf (12): 1
Evet, herkes Kur’an’a muhatap olabilir. Yani, herkes Tıp Fakültesine öğrenci olabilir. Tıp fakültesine kayıtlı olmak “doktor” olmak değildir, değil mi? Bu ikisi arasındaki fark gözden kaçabiliyor. On dört yıllık bir hazırlığı Tip Fakültesine öğrenci olabilmek için çok görmeyen bir kişi, Kur’an’a öğrenci olmak için daha da fazla bir hazırlıktan geçmesi gerektiğini neden kabul etmesin? Hem de Kur’an, Tıp Eğitimi değil, bütün bilim dallarının eğitimi olduğunu söylüyorsa, daha da dikkatli olmamız gerekmez mi?
Kamile kızımıza, Prof. Said, “Sen öğrenci olamazsın,” dese yanlış yapardı. “Tıp Fakültesine girince işin başında olduğunu bileceksin,” demesine gerek var mı? Neden Kur’an’a gelince aynı hassasiyeti taşımadığımızı soralım kendimize.
Tıp kitaplarını nasıl sıra ile okuyoruz, en son sınıfta okunan kitabı birinci sınıfta okutmamak ne kadar anlamlı, değil mi? Birinci sınıf öğrencilerini yavaş yavaş ısındırmak için kolayından başlanır, anlayacakları kitapları okuturlar. Bu demek değildir ki, en son sınıfta okunacak kitaplar anlaşılmaz. Onlar da anlaşılır ama sınıfına gelince.
Kur’an tümüyle “açık seçik” bir kitaptır. Fakat 24 yıllık bir eğitimden sonradır ki, o “açık seçik” olan, “düşünmek için kolaylaştırılmış” olan kitabı daha da iyi anlamaya başlarız. “Bizi, Kur’an’ı anlamazsınız diye teşvik yerine ümitsizliğe sevkediyorsunuz,” denir mi?
Evet, Kur’an’ı herkes anlayabilir. Kur’an insanın anlayacağı şekilde, onun düzeyinde konuşur. Nasıl ki, tıp ilminin takip ettiği bir eğitim programı vardır. Öğrenciyi bir düzeyden alıp belli aşamalardan geçirip doktor olarak yetiştirmek ister. Kur’an’ın da belli bir amacı vardır: Bilinçli olarak yaratılmış insanların bu dünyaya niçin gönderildiklerini anlamalarına yardımcı olacak bir Rehberlik, bir Eğitim Kitabıdır O. Bu maksatla kendisine has kavramlar geliştirir. Tıpta da öyle değil midir? Tabbî kavramlar, kendi kelime anlamlarının dışında Tib bilim dalına has anlamları yok mudur? Her Latince bilen doktor mudur? Kur’an Arapçadır, deyip, Arapçayı öğrendim, şimdi artık Kur’an’ı anlayabilir demek, ne kadar basit bir yaklaşımdır.
Bütün bu aşamalardan geçmeyi kabul etmek mantıklı değil midir? Kur’an diline aşina olup, onun dili ile konuşur ve düşünür duruma gelmemiz gerekir herşeyden önce. Ama eğitim bununla biter mi? Anatomy dersi almış ve kemiklerin Latince isimlerini öğrenmiş bir kişiye “doktor “ der misiniz? Hayır, ama doktor olma yolundadır. Güzeldir. Tib ilmini anlamak için hazırlık yaptığını takdir etmek gerekir. Bu birinci aşamadır.
Sonra bu terimleri ilgili oldukları derslerde kullanmaya geçmek, eğitimin ikinci aşamasıdır. Her bir dersi hazmettikten sonra, ki bu da bir dört yılı alacaktır, yavaş yavaş hastane tecrübesiyle beraber bir insanı bütün olarak ele almayı ve hastalıkları da bu bütünlük içinde değerlendirmeyi öğrenmeniz gerekir. Bunun için de gece nöbetlerine razı olmalısınız. Bir ayetin, Kur’an’ın tümü içinde ne anlama gelebileceğini kavramak için gece nöbeti tutar gibi uykularınızı kaçırmalısınız.
Evet, bu üçüncü aşama, ihtisaslaşmanın başlangıcıdır. Bu da bir dört yılınızı alır. Normaldir. İnsanız, sınırlıyız, “teallümle tekemmül” edebilecek kabiliyette yaratılmışız. Eğitim olmadan kemale ermek mümkün değildir. Eğitim ise, basamakları atlayarak gerçekleşmez. Ben Latince biliyorum, veya kemiklerin Latince isimlerini biliyorum artık diye hemen kendimizi doktor olduk zannederek hastalıkların teşhisine koyulursanız, sizi hastaneden kovarlar. Oraya bir daha giremezsiniz.
Tıp öğrencisi olmaya gelince, “Neden Tıp İlmini böyle yirmi dört yıl uzatıp zorlaştırıyorsunuz, bir senede pratik gösteriverin nasıl ameliyat yapıldığını, bitsin bu iş?” Diye feryat etmiyoruz da, Kur’an’a öğrenci olmaya gelince, “Canım, Kur’an açık saçık değil mi, anlaşılması kolay değil mi, neden zorlaştırıyorsunuz?” diye feryat ediyoruz?
Kimsenin elinde bir yetki yok ki, bir başka kişinin Kur’an’a öğrenci olmasına engel olsun. Biz kendi yararımıza bu aşamalara dikkat etmemiz gerekir. Eğer bu aşamaları acele ederek atlarsak, Kur’an’a muhatap olamadığımız gibi:
“Yarım doktor candan, yarım hoca dinden eder,” sırrına mazhar oluruz. Zarar eden biz oluruz.
Kur’an eğitimi ciddiyet ister, sebat ister, sabır ister. Gerçekten Kur’an’a niçin öğrenci olmak istediğimizi ciddi bir şekilde düşünmek gerekir.
Bir muayenehane açıp, zavallı hastaların en zor gününde onların muhtaç hallerinin sırtından profesyonellik adı altında para kazanmak da bir seçenektir. Dinî bir takım ibareleri öğrenip, Arapça bir kaç parça ezberleyip, piyasaya din adamı sıfatıyla çıkıp, insanların cehaletinden istifade edip, kendimize toplumda itibarı olan bir “Hoca” olmak da bir seçimdir.
Haddini bilip, insanın en aciz olduğu hastalık halinde onlara yardımcı olmak için Tıp eğitiminden aldığı bilgiyi kullanmak ne kadar da insanî ve takdire layık bir davranıştır. (Dikkat, meslek demiyorum. Meslek, profesyonelliği; profesyonellik ise makam, mevki ve para kazanmayı meşrulaştırıyor.)
Bizzat kendi sorunlarına cevap bulmak için, Yaratıcısının Rehberlik eğitimine tabi olan, bizzat kendisi için bulabildiği manevi ilaçları, muhtaç olanlarla, makam, mevki, menfaat gözetmeden faydalanamak da Peygamber mesleğini takip etmek kadar kutsal bir görevdir.
Ne mutlu bu göreve sabırla talip olan Kur’an öğrencilerine!