İ’lem eyyühe’l-aziz! Cenab-ı Hakka malûm ve mâruf ünvanıyla bakacak olursan, meçhul ve menkûr olur. Çünkü, bu malûmiyet, örfî bir ülfet, taklidî bir sema’dır. Hakikati ilâm edecek bir ifade de değildir. Maahaza, o ünvanla fehme gelen mânâ, sıfât-ı mutlakayı beraberce alıp zihne ilka edemez. Ancak, Zât-ı Akdesi mülâhaza için bir nevi ünvandır. Amma Cenab-ı Hakka mevcud-u meçhul ünvanıyla bakılırsa, mârufiyet şuâları bir derece tebarüz eder. Ve kâinatta tecellî eden sıfât-ı mutlaka-i muhîta ile, bu mevsufun o ünvandan tulû etmesi ağır gelmez. Mesnevi-i Nuriye*
Cenab-ı Hak kimdir dediğim zaman, mahiyetini bilmediğim ya da bilemeyeceğim diyerek kainatın yaratıcısını tanımaya başladığımda, varolduğundan eminim diyebiliyorsam benim için ”maruf” olur. Şimdi yaratıcıyı tanıyorum ve O’na inanıyorum. Mutlak ve sonsuz olmasından dolayı mahiyetini bilemiyorum dediğim anda onu tanıyor olmam anlamına geliyor.
Kainata bakıyorum renk harmonisini sağlamada çok başarılı. Diğer renklerle ilişkisini görmede hep aynı başarıyı görüyorum ve sanatçının özelliklerini tanımaya başlıyorum.Resmi yapan sanatçıyı tanıyorum.
Her bir yaratıkta yoktan var edilme özelliği var. Çünkü bu varlık kendi kendini var edemez.Eşyaya bakıyorum, gözlemliyorum fakat kendi kendini var eden bir şey göremiyorum. Düşünüyorum bu dünyanın varlığı kendinden değilde, varlığı kendine verilen midir? Tecrübemle diyorum ki kendi varlığım verilirse var olur. Verilmezse olmaz. Örneğin masamızın üzerinde ki bilgisayar bizim tarafımızdan konulmasa idi burada olmayacaktı.Aynı zamanda insan kainatı incelediğinde o eşyada vücut verenin özelliklerinin yansımasını görür. Bu özelliklerin tamamı bütün kainat çapında var ve yenilenerek devam ediyor. Bu düzen değişmesine rağmen her yeni şekle soulan alem yeni bir düzen ile şekle sokuluyor. Bir kuş yumurtada iken düzen var çıktıktan sonra düzen, büyüyünce düzen devam ediyor.
Demek ki düzenli yaratma özelliği mutlak ve muhit olmalı.
Sıfat-ı mutlaka-i muhita neye ait ise onun mevcudu meçhul ünvanından sonsuzluğun anlaşılması ağır gelmez. Ben şu kainatı öyle izah ediyorum ki her yerde muhit ve sonsuza giden özellikleri devamlı görebiliyorum. Burdan anlıyorum ki kainata bakmak aslında görmek değil. Bakmak başka görmek daha başka. Önce kainata bakmalı ve görmeliyim.
Mesela evimizde ki kapı bir menteşe ile açılıp kapanıyor. Bakıyorum bütün kapılar menteşeli. Bu kapıyı böyle yapan, bu kapıyı kullanacakları memnun etmek istiyor. Yani müşteri memnuniyetini esas alıyor. Anlıyorum işini ne kadar mükemmel yaparsa ben o kadar memnun olacağım. Aynı şekilde kainata baktığımda yaratıcıda abdinin memnuniyetini esas alıyor.
Tekrar kainattaki özelliklere bakıyorum ve eşyanın özelliklerinin ne kadar kapsamlı bir vizyona sahip olduğunu görüyorum. Örneğin ağaçların dalları rüzgarda kırılmayacak şekilde ve sağa sola ya da rüzgar ne yönden gelirse o yöne doğru hareket edecek şekilde yaratılmıştır.
“Gökyüzünde kanat çırpan kuşları görmüyor musun?(67:19)” ayetine baktığımda bir kuşu var eden kainatı biliyor ve onu yaratması için gerekli olan bilgi kainatı ihata eden bir ilimden meydana geliyor olmalı. Bakıyorum sınırlı bir kainat var. Fakat sınırlı bir kainattan sınırsız bir Yaratıcının nasıl olacağını anlamamız gerekir. Sonsuz değişen kainatta, sonsuz ahengi biliyor ve ona göre hükmediyor.
Öyle ise ilk önce
Kainata bakacağız,
Özellikleri göreceğiz,
Sonsuz kaynaktan geldiğini göreceğiz,
Var edilmiş bir şey var edicisini ihata edemez diyeceğiz.