19 Ocak 2020 tarihli Lemaat dersinde, “Cemaatin mâye-i hayatı tesânüttür” başlıklı “Cemaatte vâhid-i sahih olmazsa eğer, cem’ ve zammı büyütmez. Küsur darbı gibidir, çoğalmakla küçültür, ziyadesi noksandır” şeklindeki kısa metin okunup müzakere edildi. Bazı müzakereleri özetliyorum (her paragraf bir müzakereye işaret ediyor):
*Metnin başında Arapça bir cümle var, meali şu: “İçinde, ‘tesanüt’ olan cemaat, durgun şeyleri harekete geçiren vasıtadır; içinde, ‘hasetleşme’ olan cemaat, hareketli şeyleri durgun hale getiren vasıtadır”.
*Metin “vâhid-i sahih” yani gerçek birleştiricinin öneminde dikkat çekiyor; bunun olmaması halinde cemaatteki sayısal çoğalmanın görünüşte artma olmasına rağmen gerçekte, tıpkı matematikte kesirli sayıların çarptıkça küçülmesi gibi (örneğin üçün üçle çarpılmasında sonuç dokuz olurken, bir bölü üçün, bir bölü üçle çarpılmasında ise sonuç bir bölü dokuz yani dokuzda birdir) azalıp küçüldüğünü belirtiyor.
*Metin, “cemaat” kavramını, başına “dinî, İslamî, manevi” gibi her hangi bir kayıt getirmeksizin zikretmekle beraber, bakıldığında, buradaki cemaatin “dinî cemaat” olduğu fikri ağır basıyor.
*Nursi, burada cemaatin sayısal olarak büyümesinden ziyade, etrafında bir araya gelinen “amaç”ın önemine işaret ediyor. Eğer cemaat üyeleri o amaca hizmet etmekten ziyade cemaati korumaya, büyütmeye odaklanıyorsa buna “cemaat” denilemez. Zira cemaat “bir amaç etrafında bir araya gelen insanlar” demektir. Yani önemli olan cemaatin artması değil, “amaç”ın merkezde tutulması ve amaç için çaba sarf edilmesidir.
*Metindeki vurguyu tersten okuyup tanım çıkartacak olursak eğer, içerisinde hareket ve amaç etrafında iştah, iştiyak ve teşrik-i mesai olmayan ‘insan gruplarına’ cemaat denmemesi gerekiyor. O halde, birlikte oldukları halde, herhangi bir canlanma, heyecanlanma ve neşv-ü nemanın bulunmaması halinde ise o topluluk için, aynı gaye etrafında birlikte olamamışlar hala, diyebiliriz.
*Cemaat kavramının tanımında “ortak gaye”ye vurgu yapmak gerekiyor. Cemaati yığından ayıran tam da budur: İnsanların ortak bir gaye etrafında bir ayara gelmeleri. Eğer gaye birliği yoksa bu tür kalabalıklara “cemaat” denilmez.
*Metnin başlığı cemaati cemaat yapan bir kavramı gündeme getiriyor: “Tesanüt”. Eğer bir cemaati oluşturan bireyler ortak amacın gerçekleşmesi için birbirlerine destek oluyorsa, birbirlerine omuz veriyorsa, birbirleriyle dayanışma içinde bulunuyorlarsa, evet bu kitle, cemaat vasfı kazanmıştır. Eğer cemaat bireyleri, -metnin başındaki Arapça ibarede geçtiği üzere- “tehâsüd” içinde olur, birbirlerini çekemezlerse o yapıya cemaat denilemez.
*Müellifin “tesanüt” kavramıyla ilgili olarak başka bir eserinde şöyle bir cümlesi var: “Tenasüp tesanütün esasıdır”. Aynı yerde diğer bir ifadesi de şöyle: “Temasül tezadın sebebidir”. Bu cümlelerden şunu anlıyorum: Cemaatte tesanütün yani dayanışmanın gerçekleşmesi için “tenasüb” yani gruptaki bireylerin birbirleriyle uyum içinde olması gerekiyor. Her halde bu uyumun temeli de cemaatteki “ortak gaye”yi daima göz önünde bulundurmak olsa gerektir. Eğer cemaate “temasül” yani benzeşme yani aynı kalıba girmeye çabalama söz konusu olursa bu da tezada yol açıyor.
*Metinde, cemaat için “ortak gaye etrafında tesanüt” vurgusu özellikle aile hayatında daha somut olarak gözleniyor. Bir ailede eğer çiftler “dünya ve ahiret birlikteliği gayesine” matuf hareket etmezse geçimsizlikler, sıkıntılar, sorunlar peş peşe geliyor… Evlilik açısından meseleye buradan bakınca, “dindarlarla evlenin” tavsiyesinin nasıl anlaşılması gerektiğine işaret çıkartmak mümkün: “Sizinle aynı gayeye yürümek isteyenlerle evlenin”. Zira toplumda “dindar” olarak bilinip de aynı gayeye yürümeye çalışmayan evliliklerin nasıl sonuçlandığını birçok acı örneği ile görebiliyoruz!
*Cemaatte vurgulanması gereken husus “ittifak” değildir. Yani “gelin ittifak içinde olalım” demenin anlamı yoktur. Önemli olan “ortak noktayı” belirlemek ve ortak noktanın gerçekleşmesi için çaba sarf etmektir. Ortak gayenin gerçekleşmesi için çaba sarf etmek “ittifak” sonucunu zaten doğuracaktır.
*Nursi’nin, başka yerde zikrettiği “tenasübün tesanüdün esası olduğu, temasülün ise zıtlığa sebebiyet verdiği” şeklindeki yaklaşımı, başka bir açıdan çok dikkat çekicidir! Nursi bu yaklaşım üzerinden olağan üstü bir “tecdid” davetinde bulunuyor, bütün Müslümanlara! Özeti şu: Çağımızda “uluhiyeti inkar” gibi korkunç bir afet var. Bu afetin giderilmesi için uluhiyeti kabul eden Hıristiyanlarla da işbirliği yapmak gerekiyor. Burada eğer “tenasüp” değil de “temasül” merkezli bir tutum sergilenir, “sizin uluhiyet anlayışınız şöyle, bizim uluhiyet anlayışımız böyle” denirse, bu zıtlaşmaya yol açar. Müslümanlarla Hıristiyanlar birbirleriyle tartışmaya devam ederken de “uluhiyeti inkar” fikri her tarafı istila etmeye, genç beyinleri ifsat etmeye devam eder!
*Cemaat yapılanmalarında “temasül” yani benzeşme kesinlikle negatif bir tutumdur. Her insanın mizacı, eğitimi, yaklaşımı fiilî bir gerçeklik olarak kabul edilip ibrenin bütünüyle “ortak gaye”ye dönmesi gerekiyor. Eğitimden örnek vermek gerekirse, ilkokul öğrencisi de, lisans üstü programlara devam eden de öğrencidir. Ortak gaye “eğitim”dir. Herkes lisans üstü öğrenci gibi olsun denilmez; aksi halde eğitim parçalanır. Sonuç olarak bireylerin tek tipleştirmesi asla uygun değildir. Hatta bir anlamda cinayettir. Ortak gayeye yoğunlaşma söz konusu olduktan sonra, mesela insanların saç şeklinin yahut kıyafetinin şöyle veya böyle olmasının önemi yoktur. Resul-i Ekrem (savs) insanları tek tipleştirmeye çalışmadı. Herkesi kendi mizacı, eğilimi, kapasitesi çerçevesinde yönlendirdi.
*Gerçekten “tek tipleştirici anlayışlar” toplumları ayırıyor. Fıtrî gerçekliğe aykırı çünkü bu. Yaratılışta farklılıklar var. Bu farklılıkların dikkate alınması gerekiyor. Nitekim bugün dünyada da “çoğulculuk” rağbet görmüş durumda. Söz gelimi farklı inançlar, farklı anlayışlar, farklı yaşam tarzları bir realite. Kaldı ki yaratılıştaki farklılık, Risale dilinde “ehadiyet cilvesi” olarak açıklanır.
*Metnin başındaki Arapça ibareyi de göz önünde bulundurduğumuzda bir cemaatin sıhhatli olduğunun alameti sayı çokluğu değil “hareket” olduğu anlaşılıyor. Burada kilit kavram “hareket”. Eğer bir cemaatte hareket varsa ve o hareket durgun şeylere bile hız veriyorsa, o cemaat sağlam bir cemaat; tam aksine eğer hareket yoksa hastalıklı bir yapı söz konusu demektir.
*Günümüzde cemaatler kurumsallaşmıştır. Kurumsal yapılarda ise hakikat bir bakıma dondurulmuştur. Yani hakikat arayışı bitmiş, sınırlar belirgin hale gelmiş, insanlar aksiyona yönlendirilmiştir. Hakikatin dondurulmasına ideoloji denilir. Cemaatleşme ile kurumsallaşma tanım gereği buluşamaz. Kurumsallaşma yine tanım gereği iki kavramı empoze eder: a) standardizasyon, b) rapor verme. Standartlaşma bireydeki iradeye ket vurur, rapor verme de alt-üst ilişkisini besler, güçlendirir. Diğer taraftan kurumsallaşmada insan yoktur, artık tüzel kişilik vardır. Kurumsallaşmada kavramlar da değişir. Mesela, bu metinde geçen “tesanüt” veya “tehasüd” başka normlar olarak tanımlanır.
*Sözü tekrar, “tenasübün, tesanüdün esası olduğu” yolundaki tespite getireceğim. Nursi bu bağlamda “uluhiyeti inkar” fikrine karşı dindar Hırsitiyanlarla işbirliği yapılması gerektiğini söylerken kullandığı bir ifade var: “Müslüman İseviler”. Çokları farkında olmasa da dünyada inkarcılık almış başını giderken, Nursi’nin bu konuda Müslümanlarla işbirliğine giren Hıristiyanları nitelemek üzere kullandığı bu ifade, tek kelime ile beni çarpıyor!
Konuya katkı amacı ile, uzun zamandır yaptığım Risale okumalarından geliştirdiğim bir cümleyi ifade ile tetkiklerinize sunmak istiyorum:
“Marifetin şuaında, imtizaç-ı efkar ile oluşacak şahsı manevi halinde, himmetlerin gaye-i hayalde temerküz ettirilmesinin önemi”
unutulmamalıdır.