Abdullah Berâ –
Bakara, 2:286
“Allah hiç kimseye taşıyabileceğinden daha fazlasını yüklemez: kişinin yaptığı her iyilik kendi lehinedir, her kötülük de kendi aleyhine.” “Ey Rabbimiz! Unutur veya bilmeden hata yaparsak bizi sorgulama!” “Ey Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır yükler yükleme!* Ey Rabbimiz! Güç yetiremeyeceğimiz yükleri bize taşıtma!” “Ve günahlarımızı affet, bizi bağışla ve rahmetini yağdır üstümüze! Sen Yüce Mevlâmızsın, hakikati inkar eden topluma karşı bize yardım et!”
*Hem Hz. Musa’nın kanunlarının İsrailoğulları’na yüklediği ibadetlerin ağırlığına hem de Hz. İsa’nın kendi takipçilerine tavsiye ettiği terk-i dünyaya atıf. (Muhammed Esed Meali)
Yukarıdaki ayette “Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır yükler yükleme” ifadesinin zahirdeki hali ile anlaşılması biraz problemli geldi bana. Muhammed Esed’in düştüğü dipnot da hakeza. Adalet-i İlahiye, herkese kapasitesi ve içinde bulunduğu durum ölçüsünde yük yükler. Yani önceki insanlara daha fazla yük yüklenmiş değil de, her insanın içinde bulunduğu eğitim / marifetullah seviyesine göre daha ileri seviyede bir soru geliyor o insanın eğitiminin / marifetullahının daha ileri taşınması için.
Aşağıdaki hadisi bu anlamda yorumlayabiliriz.
Mus`ab İbnu Sa`d Babası (ra)`ndan naklediyor. Der ki: “Ey Allah’ın Resulü!” dedim, “insanlardan kimler en çok belaya uğrar?” “Peygamberler, sonra büyüklükte onlara ve bunlara yakın olanlar. Kişi diyaneti nisbetinde belası da şiddetli olur. Şayet dininde zayıflık varsa, Allah onu da diyaneti nisbetinde imtihan eder. Bela kulun peşini bırakmaz. Ta, o kul, hatasız olarak yeryüzünde yürüyünceye kadar.” (Kütüb-ü Sitte, No:4699)
Malum musibetlerle insan aczini, fakrını vs. anlayarak marifetullahta mesafe katediyor. İşte insan mesafe katetikçe daha zor sorular (daha büyük musibetler) geliyor ki, bu tanıma daha ileri boyutlarda gerçekleşsin. Aynen insanın susuzluğu arttıkça suyun lezzetini daha ileri boyutlarda hissetmesi gibi.
Benzer şekilde “Güç yetiremeyeceğimiz yükleri bize taşıtma” duası yanlış yorumlandığı takdirde malumun ilanı olur ki Kuranın hikmetine aykırı olur. Cenab-ı Hak tabii ki güç yetiremeyeceği yükü yüklemez insana.
Ayetteki ifadeler şöyle anlaşılabilir diye düşünüyorum:
Ayette bahsi geçen “bizden öncekiler”, cüzi iradeleri sonucunda tercih ettikleri yanlış bakış açılarıyla, olayları yanlış yorumlamalarıyla, egolarının, nefislerinin elinden kurtulmamayı tercih ederek, Cenab-ı Hakkın merhameti ile kendisini tanıtmak için gönderdiği musibetleri kendileri hakkında dayanılamayacak bir yük haline soktular. Yani ayetteki dua şu şekilde düşünülebilir: Kendini tanıtmak için yüklediğin yükü (yani eğitimi), bizden öncekilerin kendileri için ağır hale getirdikleri gibi yapmayalım biz. Böyle bir tavıra girmeyelim. Öyle bir hayat yaşayalım ve iman/marifetullah eğitimine girelim ki, bize yüklediğin yükün bizim eğitimiz için olduğunu, ağır olmadığını, başımıza tesadüfen gelen bir şey olmadığını, tamamen bizim ihtiyaçlarımıza/seviyemize göre ve bize özel dizayn edilmiş ve tam olarak Sen’in merhametinden geldiğini anlayalım, hissedelim.
Peki neden ayetteki duada “yükü kendimiz hakkında ağırlaştırmayalım” ifadesi yerine “bize ağır yük yükleme” deniyor? Çünkü yaratan Allah! Aynen cehennemle ilgili ayetlerde olduğu gibi… İnsan cüz’i iradesi ile cehenneme girmeyi kendisi tercih etmesine rağmen, azap Cenab-ı Hakkın azabı olarak gösterilir, çünkü yaratan odur.
Ayetteki “güç yetiremeyeceğimiz yükleri bize taşıtma” kısmı da bu şekilde anlaşılabilir. Bu dua, bize verilen emanetleri veriliş amacına uygun kullanma duası. Bu şekilde bir terbiyeye girip, yaratıcısının sonsuz merhametini, ilmini, hikmetini, kudretini gören ve üst seviyede anlayan bir insan için yükler yani başına gelen olaylar güç yetirilemez olmaktan çıkar.
Zaten ayetin başında bu açık olarak ifade ediliyor: “Allah hiç kimseye taşıyabileceğinden daha fazlasını yüklemez”. İnsan, yükü kendisi taşınamayacak hale sokar kendi tercihi ile. “Kişinin yaptığı her iyilik kendi lehinedir, her kötülük de kendi aleyhine”.
Mehmet Ali – Ben, Kur’anın değişik yerlerinde geçen “bizden öncekiler” ifadesinin “bizden önceki kavimler” olarak yorumlanmasını çok mantıklı bulmuyorum. Bir, bizden öncekileri bırakalım da biz kendimize bakalım. Tarihte kimin neyi nasıl yaptığı ile uğraşmanın pek hakikatle bir ilgisi yok gibi düşünmüşümdür hep. İki, şahitlik gerekiyorsa eğer, şu anda benim görebileceğim birşey olması lazım. Tarihe gitmek gerekiyorsa eğer, bence bu çok şahitliğin sınırına girmiyor. Tarihte kim neyi, ne için yaptı diye herkes bilemez ki.
O yüzden, bu “bizden öncekiler” kavramı, benim, şimdi ve burada ile alakalı bir hal olmalı; benim ilk elden tecrübe edebileceğim. Bu bir.
İkincisi, güç yetiremeyecegimiz yük ne demek? Yükten kasıt nedir ve biz ona hangi sebeple güç yetiremiyoruz? Güç yetirebileceğimiz yük var mı ayrıca?
Üç, ben bu ayette Allah’ın kendi katından söylediğini kendi dünyamda kendi açımdan nasıl tasdik edeceğim?
Dört, bundan bana ne? Ubudiyyetime ne katacak bu? Ubudiyyet eğitimime nasıl bir yön verecek? “Bana yük yükleme” demek pek eğitim yönü olmayan bir anlayış. Ubudiyyetimi yaşayabilmem için İböyle değil de şöyle yapıyor olmam lazım gibi bir prensip olmalı bunun içinde.
Beş, tevhid bunun neresinde? Tevhide bakan yönü olması lazım. Ve tevhidi tasdik edici ya da ettirici bir bağlamda anlamak gerekiyor bunu. Yani ben bir yaratılmış kul olarak tevhidi şu şekilde tecrübe edersem benim kulluğumun terbiye edilmesi (Ayette geçen Rab kelimelerine dikkat etmek lazım) açısından şöyle bir kolaylık yaşayacağım ve de yaşamalıyım gibi bir anlam olmalı diye düşünüyorum.
Bunları düşünürken, Risalelerde geçen, “geminin üzerinde kendi yükünü taşıyan adam” aklıma geldi. Orada diyordu ya, “boşuna yük çekme, bırak, gemidesin diye”. Yani ben, sanki sahipsizmişim gibi (tevhid anlayışının tersine) “şu işleri de ben yapıyorum ya da yapacağım” diye kendime iş çıkartıyorum; hem ben eziliyorum, hem de gemi sahibine güvenmediğim için kendime acı çektiriyorum.
O halde, buradaki yükten kasıt, “ağır yük yükleme de, hafif yük yükle” anlamında değil de, ama yukarıdaki benzetmede olduğu gibi, bu dünyada hiç bir şeyi ben omuzuma almamalıyım, kendi adıma sahiplenerek onlara bakmamalıyım diye anlamam gerekiyor — bence.
“Bizden öncekiler” dediği de önceki kavimlerden daha çok, benim, bir Rab var diye tanıyıp eğitimine girmemiş hallerim olsa gerek. Rab diyebiliyorsam eğer, yani ben şu amaçla burada eğitiliyorum diye anlasam veya anladıktan sonra, hiç birşeyi yük olarak düşünmem. Sadece “şu olay bana şöyle bir mana taşımak için gönderildi, dur bakayım onun üzerindekini okuyayım, gerisini de dünyanın faniliğine atayım gitsin” derim ve rahat ederim.
Zaten ayetin başında bu açık olarak ifade ediliyor: “Allah hiç kimseye taşıyabileceğinden daha fazlasını yüklemez”
Bunu da (Allah şöyle yapmaz diyerek onun katından konuşmak yerine) yukarıdaki okuma usulüne göre şöyle anlamak lazım herhalde: Eğer ben olur da kendimi ağır yüklerin altında buluyorsam, kendimi yanlış kullandım, fıtratıma uygun olmayan bir hal içine soktum kendimi; o yüzden ağır geliyor bu yük. O halde olaylara yaklaşımımda öyle bir tavır içine girmem gerekiyor ki, o rahatlığı hissedeyim. Onu hissedince, bunun anlamı şu olacak benim için, hah, evet, Allah’ın beni yarattığı şekilde bunu kullandım, çünkü bak rahatladım.
Mesela, yeni bir arabaya bindik, nasıl kullanılacağını bilmiyoruz pek; diyelim el frenini indirmeyi unutmuşuz; araba gitmiyor, zorlanıyor. Arabanın kullanım kılavuzunda da yazıyor ki, bu arabayı yapanlar, onu çok rahat gidecek şekilde yaptılar. E öyleyse, ben onlar katından/açısından olaya bakamayacağım için, bu taraftan, kendi açımdan olaya yaklaşarak, arabanın rahat gidecek şekilde nasıl kullanılacağını keşfetmem lazım. El frenini olması gereken yere getirdiğim zaman arabanın kolaylıkla gitmeye başladığını gördüğüm anda, o kullanım kılavuzundaki sözü kendi katımdan ve kendi müşahedemle tasdik etmiş oluyorum.
Dolayısı ile, “Allah şu şekilde yük yüklemez deyip bırakmak yerine”, kendim, bu dünyada yaşarken, hiç yük altında ezilmeyecek bir halete girmem lazım ki, bu ayetin içindeki ifadeyi kendi katımdan tasdik edeyim. Ayeti tersinden okuyup şöyle bir tarif çıkarmak mümkün görünüyor o zaman: Kendimi yük altında ezilmiş hissettiğim bütün anlar, Allah’ın beni bu fıtratta yaratmasına aykırı olarak hareket ettiğim anlardır. Değiştirmem lazım. Bir Rabbi (terbiye edicisi) olan kul olduğumu hatırlamam gerekiyor.
Bakın, böyle olunca, birebir benim şehadetini yapacağım bir olay haline geliyor, tevhid ile doğrudan alakalı bir hale geliyor, bana ubudiyyet dersi veriyor ila ahir. Şimdi bu ayet bana konuşuyor diye tasdik edip, onun eğitimine sokarım kendimi. Değilse, öteki türlü, tarihteki insanların halleri ile uğraşmak gibi bana lazım olmayan yerlere gidiyorum.
Tabii bu dünyada yük çekiyor olduğumuz birçok hal var ve bunlardan kendimizi her zaman kurtaramıyoruz. Bu ayeti bu yüzden her gün yatsı namazından sonra okumak gerekiyor herhalde… Anlaşılması basit ama yapılması çok pratik / egzersiz isteyen bir olay bu.
Ali –
Bela kulun peşini bırakmaz.
Evet, “bela” Türkçedeki “bela” manasında değildir. Terakkiye sebep olacak “soru” manasındadır. Cevap vermek için çalıştıkça bir şeyler öğreniyorsunuz, terakki ediyorsunuz.
Yani ayet şu şekilde düşünülebilir: Yüklediğin yükün bizden öncekiler tarafından ağır hale getirildiği gibi yapmayalım biz.
Mehmet Ali kardeşimizin açıklaması bu noktayı aydınlatıyor. Bizim kendi tecrübelerimiz dahilinde “şimdi-burada” ben, hem kendimde ve hem de etrafımda gözlemlediğim olaylarda yükü ağır hale getirmiş tecrübeleri müşahede eden birisiyim. Yükün altında kalmamanın yollarını 23. Söz‘deki “gemide yükünü omuzunda taşıyan kişi” örneğinde güzel anlıyoruz. Yani, Yaratıcıya dua ediyoruz ki, “bize, bu dünyada Sana itimat ederek yaşamanın yollarını öğret, iman ile yaşamayı öğret”.