Usûle Dair

Sabır ve Dünya Hayatı

Sabır ve Dünya Hayatı | Ha-Mim

Dini istilahtaki sabır nedir? Zorluklar karşısında dişini sıkmak olmamalı sadece. Zira bu, sabrın dünyevi ve seküler tanımı olabilir. Ancak, iman merkezli sabrın ne demeye geldiğini çözmek ve ona göre yaşamak durumundayız — eğer biz kendimize mü’min diyor isek.

İmana dayanan sabrı bir misal çerçevesinde anlamaya çalışalım. Monopoly (Borsa) oyununu bilirsiniz belki. Oyunun içinde, farz-ı muhal bir temsili dünya vardır. Bu kurgunun içinde herkes kendini bir piyon ile temsil  eder; o temsili karakter ile bu dünyada bazı şeyler yapmak üzere yerini alır. Oyun, adı üzerinde, belirli bir amaca ulaşmak üzere kurulmuş bir mizansendir, gerçek değildir. Herkese oyuncak para dağıtılır en başta mesela.

Oyun esnasında insanlar, bu gerçek olmayan paralar ile gerçek olmayan evler alırlar ve gerçek olmayan arsalar üzerine bu evleri kurarlar. Başka oyuncular bu evlerin olduğu arsaya gelirlerse, sanki o evleri kiralamış gibi yaparlar ve sanki kira bedelini ödüyormuş gibi o oyuncak paralardan o arsada ev alan oyuncuya verirler ve o kişi de, mahsuscuktan/yalancıktan zengin oluyormuş gibi sevinir. Oyuncak paraları arttığı için kendini zengin ilan eder vs..

Şimdi bu oyunun içindeki bir kişi, kendini oyuna kaptırsa ve dese ki, “Ben hakikaten zengin oldum; hakikaten benim arsalarım ve evlerim ve mal varlığım var”. Bu kişiye gerçek hayattaki insanlar ne der? Siz tahmin edin artık.

O oyun, diyelim ki, bir çocuk ekonominin nasıl işlediğini anlasın diye temsilen kurgulanmış bir eğitim alanıdır. Asıl mesele, oyuncak paraları çoğaltıp zengin olmak değil (çünkü oyuncak para ile zengin olunmaz), ama mesela, paranın nasıl kullanılacağının örneklerini vermektir diyebiliriz. Çocuk, bunu, örnek olarak almaz da, oyunun sonunda elde etmiş olduğu temsili mal varlığına bakarak gerçek dünyada zengin olduğunu zanneder ise, hata etmiş olur.

Aynen onun gibi, bu içinde yaşadığımız dünya, bu anlamda bir oyundur, bir mizansendir, bir kurgudur, bir eğitim alanıdır. Amaç, marifetullahtır, yani Yaratıcıyı tanımaktır. Elimize verilen dünyevi anlamda zenginlik, para, mal, mülk, oyuncak paradır; mahsuscuktan/yalancıktan, temsil olsun diye, elimize muvakkaten tutuşturulmuş emanetlerdir. Ta ki, onları kullanarak, bu dünyadaki asıl amacımız olan Yaratıcımızı tanıma işlemini gerçekleştirebilelim.

Dünyadaki mal varlığı, zenginlik falan değildir. Biz, oyuna kendimizi fazla kaptırdığımız için, paramız arttıkça sevinip zengin olduğumuzu falan zannediyoruz — aynen Monopoly oyunundaki oyuncak paralarla zengin olduğunu düşünen çocuk gibi. Monopoly’de para kazansanız da zengin değilsiniz; para kaybetseniz de fakir değilsiniz. Hepsi, birer kurgudan, birer hikmetten ibarettir. Yapmamız gereken tek şey, bu işlemlerin üzerindeki manayı okumaktan ibarettir.

Bu gerçeğe parmak bastığını düşündüğüm ayetler şunlar:

29:64 وَمَا هَذِهِ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلَّا لَهْوٌ وَلَعِبٌ وَإِنَّ الدَّارَ الْآخِرَةَ لَهِيَ الْحَيَوَانُ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ

Bu dünya hayatı sadece bir oyun ve oyalanmadan ibarettir. Ahiret yurduna gelince, işte asıl hayat odur. Keşke bilmiş olsalardı.

57:20 اعْلَمُوا أَنَّمَا الْحَيَاةُ الدُّنْيَا لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَزِينَةٌ وَتَفَاخُرٌ بَيْنَكُمْ وَتَكَاثُرٌ فِي الْأَمْوَالِ وَالْأَوْلَادِ

Biliniz ki dünya hayatı bir oyun, bir eğlence, bir süs ve kendi aranızda övünme, mal ve evlat çoğaltma yarışından ibarettir.

104:1 وَيْلٌ لِّكُلِّ هُمَزَةٍ لُّمَزَةٍ

Mal toplayıp onu tekrar tekrar sayanların vay haline.

Bu hakikatin farkına varan hakikat büyüklerinin sözleri de şöyle:

“Kabirdekilerin pişman olduğu şeyler için dünyadakiler birbirini yiyor.” İmâm Gazâlî

“Dünya hayatı bir rüyadan ibarettir. Dünyada servet sahibi olmak, rüyada define bulmaya benzer.” Mevlânâ

” İ’lem eyyühe’l-aziz! Aklı başında olan insan, ne dünya umurundan kazandığına mesrur ve ne de kaybettiği şeye mahzun olmaz.” Said Nursi

Dolayısı ile, sabr-ı cemil, bu dünyanın gerçeğinin farkına varmak ve onu Yaratıcısı adına okumaktan geçer.

Yolda gidiyoruz. Önümüze bir ağaç düştü ve bize rahatsızlık verdi. Ağacın üzerinden zorlukla aşıp yolumuza devam ederken göstereceğimiz sabır, o ağacın düşmesine kızıp ama sanki ona “rağmen” ben yola devam etmede sebat göstereceğim anlamında değildir. Böyle sabır olmaz.

Gerçek sabır, o ağacın yola düşerek bana vermiş olduğu eziyeti okumaktan veya anlamlandırmaktan  geçer. Bu dünya dârü’l-hikmettir, herşey bir hikmete binaen yaratılır. Bizim görevimiz, bu sırlı hikmetleri çözüp, onları okumaktan ibarettir. Hem ağaca içimizden kızıp ama hem de ben sabrediyorum denilmez. Sabır bu değildir.

“Bu ağacın buraya düşmesinin hikmeti nedir? Benim yaratılış gayeme katkısı nedir?” diye oturup düşünmem gerekiyor. Benim yaratılış gayem ise, abd/kul olduğumu bilerek bu dünyada yaşamaktır. Ne ki bana abd olduğumu hatırlattı; o şey, benim için hayır olur.

O gaye/hikmet, o ağacı yoluma düşüren Yaratıcı tarafından konulmuştur ve bir amaca hizmet etsin diye konulmuştur. Bana zorluk olsun diye önüme ağaç düşürülmez. Binaenaleyh, önüme düşen ağacın, benim hissiyatımda yaratmış olduğu akisleri çözmeden, çözümlemeden, “Ben ağacın bana vermiş olduğu zarara sabrediyorum” diyemeyiz. Asıl mesele, Monopoly oyununda olduğu gibi, olup bitenlerin hepsini, mizansenin amacına göre anlayıp yorumlamaktan ibarettir.

Sabır kahramanı Hz. Eyyub’un kıssası bize bu dersi vermek için vardır. Hastalığı verene karşı ondan şikayet etmek yerine Onu merhametlilerin merhametlisi olarak tanımlamıştır. 21:83  Mesele, hastalığa sabretmek değildir. Mesele, onu sana verenin bir hikmete binaen sana verdiğini anlamaktır. Onu sana veren Rahman ve Rahim Yaratıcıdır. Bu dünyada geçici olarak bulunduğunu bildirmek gibi amaçlar için sana hastalık verir. Bunu bildin ise eğer, amaç gerçekleşir. İşte bu gerçeği anlamak için o hastalığı yorumlarsan eğer, hastalık görevini yaptığı için senden alınır. Çünkü üzerindeki manayı okudun demektir; orada o hastalığın işi biter.

Biz, musibetlerin manasını okumadığımız için ve canımız sıkıldığı halde, “Allah’ım, ne yapayım çekmek durumundayım” dediğimizden dolayı, başımız musibetlerden kurtulmuyor. Üzerindeki hikmeti/anlamı okunmayan musibetlerin görevi bitmediği için, onlar hayatımızda hep karşımıza çıkıyorlar. Ne zamanki Hz. Eyyup bunun farkına vardı, Allah’a dedi ki, “Sen merhametlilerin en merhametlisisin”, o zaman hastalık ondan alınıverdi.

Şimdi asıl zorluk şu: Bakalım hangimiz, bir dahaki sefere elimize geçen paraya bakıp, bu oyuncak paradır; bununla zenginlik olmaz diyebilecek?!

Bakara Suresi 153. ayetteki “Allah, sabredenlerle beraberdir” ifadesini tersten okuyup bir tanım/tarif çıkartmak mümkün görünüyor. Allah’ın bizim yanımızda olduğunu hissettiğimiz (kendimize hissettirebildiğimiz) anlar, bizim gerçek anlamda sabır ettiğimiz anlardır. Yani sabırdan kasıt budur.

Sabredince Allah yanımızda olacak değil; Allah’ın bizimle beraber olduğunu görebildiğimiz anlardır bizim sabır anlarımız. Bir anı öyle yaşadım ki ben, o anda meselenin manay-ı harfine odaklanabildim, Allah’ı orada gördüm, Allah benim yanımdadır; bu ana sabır anı deniyor.

Yazar hakkında

Mehmet Ali Akgün

Dini, insanın kendi gerçeği olarak tanımlamayı doğru buluyorum; dolayısıyla din ve getirmiş olduğu her türlü tanım, hayatın üzerine ekstradan konulan aksesuarlar değil, aksine, olmazsa olmaz kavramlardır demek çok insani bir tavır ve bana çok tatmin edici geliyor. Hal böyle iken, İslamiyet'i de insanın kendi gerçeğini teslim etmesi olarak tarif etmek mümkün. Böylece dinin neden fıtrat dini olduğu ortaya çıkıyor. Bu bağlamda yapılan "dini" sohbetlerden hoşlanan birisi olarak katıldığım ortamlarda dikkatimi çeken bazı noktaları bu sitede ilgilenenlerin dikkatine sunmaya çalışacağım. İnşallah yararlı olur.

Yorum yazın

1 Yorum