İnsanlar bir kişiyi dinlerken o kişi hakkında sahip oldukları bilgi veya kanaat, o kişinin söylediklerinin değerini dinleyenin gözünde değiştirir. Mesela, bir kişi benim hastalığım hakkında bana bir konuşma yapıyor. Ben o kişinin doktor olmadığı, tıp bilgisi dalında hiçbir şey bilmediği kanatiyle o kişiyi dinliyorum. O kişiyi dinlerken, o kişinin söylediği sözü, “Tıp hakkında hiçbir bilgisi olmadığı halde, kafadan atarak konuşuyor. Söylediği kelimelerin içeriğinde tıp biliminin hiçbir hakikati yoktur,” diye dinlerim. Bu kişinin bana yaptığı konuşmayı, tıp bilim dalına göre değerlendirmem. Bir yalancı veya cahil bir kişi diye dinlerim.
Bana konuşan kişi gerçekten bir doktor olsa dahi benim gözümde o kişinin söylediklerin değeri, o kişinin sözlerinin içeriğine göre değil, benim o kişiye atfettiğim pozisyona göre değişir.
Kur’an‘ı okuyan bir kişi, eğer Kur’an’ı “Allah’ın Sözü” (Kelamullah,) yani, benim Yaratıcımın bana yapmış olduğu yol gösterici konuşmasıdır, diye dinlemezsem, o takdirde, yalancı bir kişinin Allah adına uydurduğu bir sözü dinliyormuş gibi Kur’an’ı okur. Yani, Yaratıcının yaptığı bir konuşma değil, bir kişi, Allah adına konuşuyormuş gibi yapıyor, diye dinler. Onun gözünde aslında kendisi gibi bir yaratık insan konuşuyordur. Böyle bir insan ne geçmişi gerçeğiyle bilebilir ve ne de geleceği bilebilir. Ne beni gerçekten tanıyıp bana rehberlik konuşması yapabilir ve ne de kainatın Yaratıcısı hakkında kesin bilgi verebilir. Çünkü kainatın Yaratıcısı bu varlık alemi cinsinden değildir ki bilebilsin. Dolayısıyla Kur’an’ı, ”sahte kimliğe sahip yalancı bir kişi”nin spekülasyonları diye okumak zorundadır. Kur’an’da nakledilen bilgilerin hepsini, Muhammed isimli bir kişinin toplumu etkilemek için uydurduğu bir tür “edebiyat eseri” olarak okur.
Bu takdirde Kur’an şu şartlarda okunuyordur:
– Kim konuşuyor? Yalancı bir insan (iyi niyetli olarak yalan söylemesi durumun vahametini azaltmaz.) Çünkü kainati ve insani yaratan Allah’mis gibi konuşacak kadar sahtekar.
Böyle bir insanın yaptığı konuşmada geçen her türlü tasvir, tarif, teklif bir spekülasyon olarak algılanacak ve kapasite itibariyle kainatın ve insanın Yaratıcısının yaptığı bir rehberlik konuşmasında bulunması gereken hiçbir özellik bu konuşmada aranmayacak. Yani bu konuşma böyle bir özelliğe sahip midir? diye sorgulanamayacak. Çünkü, Allah adına yalan söyleyen bir kişinin konuşması beklentisiyle okunuyor.
Peki, aynı konuşmayı, “Kainatın Yaratıcısının Konuşmasıdır” diye peşinen kabul ederek okumak insanı şartlandırmaz mı?
İşte bu noktada, “iman, tahkik demektir,” hükmünün ne kadar gerçek olduğu ortaya çıkıyor. “Ben Kur’an’a Allah kelamıdır, diye inanıyor ve ona göre okuyorum,” deyip de, hiç tahkik yapmayanlar için geçerlidir bu peşin hükümle Kur’an okuması yapmak.
Kur’an’ın Allah kelamı olduğunu tahkik etmek şarttır. Ancak o tahkik sonucunda eğer olumlu bir kanaate ulaşmış isek, Kur’an’ın “Ben Allah Kelamıyım,” teklifini tasdik ederiz. Buna “Kitaplara iman” denir. Yani, bir kişi, “Ben Allah’a inandım, gerçekten bu kainatın bir Yaratıcısı olmalı ve bu Yaratıcı kainat cinsinden (yani yaratık cinsinden) olamaz,” sonucuna ulaşmış ise, bu kişi Allah’ın varlığına inanıyor, demektir. Kur’an’ın da “Kelamullah” olduğuna inanması için Kur’an’ın “Kainatın Yaratıcısının Kelamı” olduğunu ”tasdik” etmiş olması gerekir. Bunun için de kainatın yaratıcısının konuşması olduğunundan emin olmak için bir ”tahkik” aşamasından geçilmesi gerekir.
[NOT: Herkesin tahkik ve sonunda tasdik etme derecesi farklı olacağı bellidir. Fakat usul olarak, kişinin önce tahkik ve ondan sonra tasdik aşamasından geçmeyi kendi düzeyinde benimsemesi ve uygulaması gerekir. Her Matematik öğrenen kişi, matematik öğrencisidir. Fakat, bazı kişiler ilkokul düzeyinde Matematik öğrenir, bazıları lise düzeyinde. Önemli olan Matematik öğrenmek için niyet edip okula kaydolmak ve Matematik öğrencisi olmaktır. Kimin daha başarılı olduğu, herkesin bulunduğu sınıftaki başarısına bağlıdır ve onu da Öğretmenleri bilir.]Peki, Kur’an’ın Allah kelamı olduğunu nasıl ”tahkik” edeceğiz?
Tahkikin birinci şartı: Kur’an madem, “Ben Allah Kelamıyım” diyor, o halde, Kur’an, Allah kelamı diye okunacak. Yani, yukarda verilen doktor örneğinde, eğer bir kişi, “Ben doktorum, bu hastalığın mütehassısıyım,” diyerek bana (hasta olan kişiye) konuşuyorsa, hasta olan kişinin peşinen, “Sen doktor falan değilsin, yalancı, sahtekar bir kişisin,” diye dinlemesi yerine, “Peki, ne tavsiye ediyorsun?” diye dinlemesi, ondan sonra da tavsiyelerini uygulayıp, sonucunu bizzat “tahkik” etmesi gerekir, ki bu kişinin “doktor” olduğu iddiasının gerçekliğini “tasdik” etsin.
İşte bu son paragrafta yapılan teklifi yapmanın adına “iman tahkik mesleği” denir.
Böyle bir tahkikin yapılması için de Kur’an’ın, “Kainatın ve dolayısıyla insanın Yaratıcısının Kelamı” olarak okunması şarttır. Nursi‘nin 40 çeşit Kur’an tanımının birincisinin:
“Kur’an, şu kitab-ı kebir-i kainatın bir tercüme-i ezelisidir,” cümlesiyle ifade edilmesinin önemi burada yatar. Yapılan tarifin bizzat kendi içinde, Kur’an’ın nasıl bir usul ile okunması gerektiği anlatılmaktadır.
Kur’an’ın Allah Kelamı olduğuna imanın nasıl gerçekleştirileceğinin usulünü bildiren bu tarif bizi, “Amentu” deki “Ve kutubihi” esasının tasdikine götürecektir.
Nursi’nin şu cümlesi yalnızca Kur’an’ı “art” niyetle okuyanları değil, Kur’an’ı “iyi” niyetle okuyanları de ilgilendirdiğini anlamamız gerekir:
“Zira, farz-ı muhal olarak, Kur’ân kelâmullah olmazsa, Arştan zemine düşer gibi sükut eder, ortada kalmaz. Mecma-i hakaik iken, menba-i hurafat olur.”
Evet, her iki okuyucu da aynı lafzi okuyor. Fakat bir üçüncü yol vardır, ki bu yol hepimiz için takip edilmesi şart olan bir yoldur:
Birinci yol: Kur’an’ı, Allah kelamı değil diye okumak, onu bir sahtekarın sözü olarak okumaktır. Bu yol, peşin hükümlü olmaktan dolayı okunulan kitap bir insan sözü olduğuna göre değerlendirilecektir. Ve bir insan sözü hiçbir zaman, Yaratıcının Sözü gibi olmayacağından, daima okuyucu, “tahminlerle konuşuyor, spekülasyonda bulunuyor,” diye dinleyecektir.
İkinci yol: Kur’an’ı, Allah Kelamı diye okumak. Fakat okuduğunun gerçekten bu kainatın Yaratıcısının sözü olduğunu kainatı şahitliğine müracaat etmeden okumak. Bu peşin hüküm, tahkike giden yolu kapattığı için okuyucusunu “tasdik”e ulaştırmaz.
[NOT: Kişiler hakkına hüküm vermiyoruz, usul olarak böyle bir okumanın insanı tahkike ulaştırmayacağını tespit ediyoruz. Kur’an’ı, Allah Kelamıdır, diye okuyanların kendilerince bir tasdiki olacak kadar, varlık alemi gözlemine dayandırdıkları kanaatleri olabilir ve olur da. Bu gözlemleri oranında tasdiklerinin olması zorunludur. Bunun için olmalıdır ki, Allah Kelamı olarak okuyanlar, okumaktan bıkmıyor, ondan faydalanmaya çalışıyor ve hayatına uygulamaktan memnun oluyor. Yani, kişisel bazda ne olup bittiğinin tahlilini yapmıyoruz. Usul olarak hangi yol izlenilirse, o yol izleyicisini nereye götürür, diye anlamaya çalışıyoruz.]Üçüncü yol: Kur’an’ı, kainatın ve dolayısıyla insanın Yaratıcısı olan Allah’ın kelamıdır diye okumak. Böyle bir tavırla okunulan Kur’an’daki haber, bu kainatın yaratıcısının, “Ben böyle yapanım, Ben böyle Özelliklere (sıfat veya esma-i İlahiye) sahibim,” diyerek yaptığı bir konuşmadır. Peki, öyleyse, bakıyım şu kainata, gerçekten bu kainatın var oluşunda bu özelliklere sahip bir Yaratıcı olması zorunlu mudur? diye bir tahkik (araştırma, inceleme) aşamasından geçtikten sonra, eğer, “Evet, kainat ve bu kainat içinde bir insan olarak ben, kainatın şahitliği altında bu söylenilen sözlerin doğru olduğuna kâni oldum,” diyebiliyorsa, o takdirde, Kur’an’ın, kainatın Yaratıcısının Konuşması olduğunu tasdik eder.
Kur’an’a temiz olanların dokunabileceğini bildiren şu ayet:
لَّا يَمَسُّهُ إِلَّا الْمُطَهَّرُونَ
Vakıa (56): 79 ”Ona, temizlenip-arinmis olanlardan baskasi dokunamaz.”
abdestli olmanın yanısıra, ona doğru bir yaklaşım ile muhatap olmayanların, onun mesajına dokunamayacağını (ulaşamayacağını) da haber veriyor.
“Ben bir doktorum,” diyen kişi eğer tıp ilminin kapsamı dahilinde konuşuyorsa, onu peşinen reddetmek “ön yargılı” olmak demektir. Tavsiye ettiği ilacı alır, dener, eğer hiçbir hakikati yok olduğunu tecrübe edersen, ondan sonra, “Bu kişi bir sahte doktormuş,” dersin. Değilse, ilaç gerçekten faydalı olduğunu tecrübe ettiysen, o zaman o kişinin doktorluk iddiasını gerçekten tasdik eder ve hatta, eğer şefkatin varsa, insanî değerlerini kullanarak diğer insanlara da tavsiye edersin. “Bu doktor, gerçekten mesleğinin uzmanıdır, faydalanın,” dersin.
Bizzat kendimiz tasdik etmeden “tebliğ” etmek, insanı gülünç duruma düşürür.
Sayın Ali Mermer Hocam;
Dün geceki oturumda Risalet üzerine konuşurken, Esma Hanım bu yazıyı okumamı tavsiye etmişti. Sabah ilk iş olarak bu yazınızı okumak istedim. Yazınızı okuduktan sonra dün geceki konuşmanızı daha iyi anlamış oldum. Anladığım kadarıyla Kur’anı anlamada kainat ayetlerinden yola çıkarak Kur’anı tasdik etmenin daha doğru olacağını söylüyorsunuz. Önerdiğiniz üç yoldan ilkini dışarıda tutarsak, diğer her iki yolun da doğru olduğunu düşünüyorum. Şöyle ki; İnsanoğlu varoluş amacını aramaya başladığında, söylediğiniz gibi sorular sormaya başlar. İlk önce yaratıcıya ilişkin soruların cevabını bulmaya çalışır. Bu cevaplara kainat ayetlerinden yola çıkarak veya kutsal kitaplar ne diyor diye ulaşmaya çalışır. Sizin önerdiğiniz üçüncü yol, insanın ilk aklına gelen ve yaratıcıya kolayca ulaştırabilecek kainat ayetlerinin gözlemlenmesidir. Allah da Ankebut 20 de “De ki: yeryüzünü dolaşın ve görün nasıl yaratıldığını……”diyerek buna yönlendirmektedir bizleri.
Saygı ve hürmetle.