Varlığı yalnızca maddeye indirgeyen bir çağda, kafalarin yalnızca maddeten terakki ile meşgul olduğu bir devirde, insan da yalnızca maddeden ibaret görülmeye başlandı. İnsanın maddi ihtiyacı ön plana çıktı ve bütün sözümona “hamiyet”ler bedenin veya özelde midenin ihtiyacına karşılık vermeye indirgendi. Evet, insanın maddesinin ihtiyacı inkar edilemez, nasıl ki, bu dünyanın mülk yönü ihmal edilemez. Ama mülk yönü, maddi yönü, melekût yönünün anlaşılmasına yardım etmek için vardır. Yoksa yalnızca mülk yönünün ihtiyacı ile ilgilenen bir dünya görüşü, insanlığı, bütün hamiyetini ”maddeten terakkiye” tahsis etmeye mecbur bıraktı.
Bu sonuç da bizi, teknoloji kölesi yaptı. İnsanın, insanî ihtiyaçlarını düşünmek ve bu ihtiyaçlara cevap vermek için gönderilen Peygamber mesleğini tamamen rafa kaldırıldı. Dinsizleri, hümanistleri başta olmak üzere, insanlar yardım kurumları ile kendilerine göre maddeten daha, kendi ifadeleriyle “şanssız” olanlara yardım için kampanyalar başlattılar. Bu arada istismarcı gruplar da bu yardım kampanyalarını, ya silah satışlarına yardıma dönüştürdüler veya sermaye kâr düzeyini garanti altına almak için, üretim fazlalarını, “yardım” aracı olarak kullanıp, piyasa fiyat ayarlamalarına yardımcı olarak kullandılar. Bu arada “misyoner” faaliyetlerine de vesile edilmedi değil. Üretim fazlası, daha öncleri denize dökülürken, şimdilerde, ”yardım” adı altında, insan vicdanının daha rahatça nefes almasına vesile olacak bir uygulama alanı bulmanın ferahini yaşımaya başladılar: “Az gelişmiş ülkelere yardım eli”ni uzatıyordu sahte medeniyet mensupları.
Bu tür kampanyaların arkasında kıs kıs gülen birileri vardı: Silah üreticileri ve silah satıcıları. Dünyada herkes, nerede bir savaş oluyor, mülteciler oluşuyor, “Hurra, yardıma koşun, burada ‘yaralı kuşlar’ var! ” çığlıklarıyla savaşın acısını dindirip, silah üreticilerinin perde arkasından gülücükler göndermesine, ekmeklerine yağ sürmelerine yardım ediyorlardı. Kimse, “Bu savaşlar niye oluyor? Bu savaşlarda kullanılan silahları kim üretiyor, kim satıyor?” diye sormayı bile düşünemez duruma geldi, sahte “hamiyet” gösterileriyle vicdanlarını susturup, nefislerini tatmin etme gayretleriyle meşgul olurlarken.
Yalnız bir kaç milyon aç çocuğun televizyon ekranlarında dramatize edilmiş gösterileriyle meşgul olup, “Kimse yok mu?” bu zavallıların ihtiyacına cevap verecek derken, aslında silah sanayiini desteklediklerinin, aşırı üretim ile piyasa dengesi bozulmuş ülkelerin ekonomik hesaplarına aracılık yaptıklarının farkında bile değillerdi. İnsanı maddeden ibaret gören bir dünya görüşünün akımına kapılıp gidiyorlar ve insanların da perde arkasını görmelerine engel oluyorlardı.
Yani başında, yaratılışının maksadını bilemediği için stresten, depresyondan hayatının yalnızca maddi yönünü değil, ebede bakan insaniyetini tamamen kaybetmiş, yaralı değil, yarı ölü insanların ihtiyacına, “Kimse yok mu?” diye çağrıdan bulunan Peygamber mesleği artık unutulmuş, ibadethanelere gömülmüştü. Din bir manastır ve “kutsal günler,” “kandiller” ve “kandil simitlerine” indirgenmiş, ağıtlarla geçiştirilir hale gelmişti.
İnsanın, canlı varlık oluşu yönüyle ihtiyacı bir ise, insan oluşu yönüyle ihtiyacı binler belki milyonlar idi. İnsanlar bu dünyaya, insanî duygularını eğiterek Yaratıcılarını, Rabblerini tanımak için gönderilmişlerdi. Yardımlarına koşmak, rehberlik yapmak için de Peygamberler, elçiler, nebiler gönderilmiş, rehberlik kaynağı olacak kitaplar gönderilmiş, insanlara niçin bu dünyada bulundukları izah edilmişti. Eğer bu rehberlik tanınmazsa, ne kadar karın doyurursanız doyurun, silah üreticilerinin doymak bilmez hırslarını, kâr marjini artırmak için çabalayanların, fiyat dengelerini tutturabilmek için plan üzerine plan yapan ekonomistlerin planlarını hiçbir zaman engeleyemeyeceksiniz, onların hedeflerine ulaşmak için hiçbir zaman “alet-i la yeş’ur” (kendisinin ne yaptığından haberi olmayan bir alet) olmaktan kurtulamayacaksınız!
Elindeki ürettiği silah teknolojisini yenilemek üzere, her yılda yeni bir savaş başlatmak zorunda olan, her mevsimde yeni bir mülteciler kampı açan ve Allah ile hiçbir ilgisi ve kaygısı olmayan insanlarla aynı safta bu sahte yardım kampanyalarına katılan zavallı “alet-i la yeş’ur”lar! Milyon değil, milyarca insanın aklı, kalbi, ruhu, insanî hissiyatı Nebevi habere susamış iken, hangi Rasulun çağrısına, “Kimse yok mu?” davetinde bulundun? Hangi Rasulun elindeki “Kitab”ı alip bu zavallı, materyalizmin kurbanı insanlar grubuna, ”ilaç” (Kur’an bir şifa ve Rahmet kayngıdır) dağıttın? Sana “Rabbin kim?” diye sorulacak an gelmeden, hangi Rabbe hizmet ettiğini bir düşün! Kimin ekmeğine yağ sürdüğünü bir düşün!
Kur’an raflarda tozlanırken, Rasullerin rehberlikleri yalnızca ibadethanelerdeki ritüellere indirgenirken hangi “hamiyet” sahibi, “Ben de bin lira gönderdim mülteci kampına,” diye rahat uyayabilir ki? Kendisinin ihtiyacını, kocaman mutfağındaki bir değil belki iki buzdolabını dolduran malzeme ile karşıladığını zanneden, bu yüzden de buzdolapları boş olanların yardımına koşan zavallı, kalbinin boşluğundan haberin olsaydı, onu doldurmak için çabalaman gerektiğini bir bilseydin, kalblerinin boşluğundan kıvranan milyarlarca “mülteciyi” görür ve onların yardımına koşmak için “mağaza”ya, “iş yerine” koşmak değil sabahın erken vakitlerinde, önce sana kurtuluş yolunu gösteren “Kitab”ın başına oturur ve onu birazcık da olsa mütalaa ederdin!
Kendimizi kandırmayı bırakalım artık. Kimlerin safındayız, kimlerle “hayırhahlik” yarışına girdiğimizi bir düşünelim! UNESCO mudur, KIZILHAÇ mıdır, UNHCR midir, UNICEF midir, ne meretlerse, onların safında mı yer alacağız, Rasullerin safında mı yer alacağız? Ruhu boşaltılmış insanların midesini doldurma yarışının, materyalizmin bir “veled-i gayr-i meşru”u olduğunu bir anla! Sorunların köküne in! Alet olma! Dünya Bankasının gönüllü olarak yaptığı bir hizmeti sen neye üstleniyorsun ki? O işi zaten Banka sisteminin devamını garantiye almak için yapmak zorunda olduklarını hala görmüyor musun? Dünyevîleşmiş kabuğundan çık! Biraz da kalbini, aklını, ruhunu dinle! Hep mideni dinlediğin yeter artık! İnsanların yanlızca hayvaniyetleri yönüyle ihtiyaçlarını düşünerek, onları bir hayvan muamelesine tabi kılmaktan utanmıyor musun? Anlıyoruz, materyalistler, insanı bir hayvan olarak değerlendirirler, güya sen bir de “Allah rızası” ifadesini kullanıyorsun? Bunu da nereden çıkarttın? Allah adına mı, silah üreticilerinin teknoloji geliştirerek daha çok tehlikeli ve kuvvetli silahlar üretmesi adına mı “Allah razısı” diyorsun? Zavallı insanları birbirine kırdıran “hainlerin” santranç oyunlariyle tezgahladıkları planlarına peşkeş çekerek ekmelerine yağ sürdüğünü bir anla artık!
Karar vermek sizin elinizde. Uykularımızı kaçıran, “Kazandığımız paraların hesabını nasıl vereceğiz?” sorularına kısa ve kestirmeden cevap bulmak için, işin kaçamağını tercih etmekten artık bir utan! Kitapların başına koş! Ruhları, akılları, kalbleri boş insanlar, hastanelerde anti deprasyon için sıraya girmişler, bunların derdi nedir? Neden uyuyamıyorlar, bunlara bir çare bulacak “KİMSE YOK MU?” kampanyası başlat!
Evet, biliyorum, duygu sömürücüsü kampanya aşıkları, senin beynini iyice yıkadılar. Bu yazı, sana, “Ama bak zavallılar nasıl da otobüs pencerelerine soluk bakışlarıyla ellerini uzatıyorlar” diye diye beynini yıkadılar, şefkat duygunu istismar ettiler! Zordur bu gerçi görmek senin için. Ama bir düşünesin diye çağrıda bulunmak da Rasullerin görevi.
Düsturumuz: “Vazifeni yap, vazife-i İlahiyeye karışma:”
Davet, Rasullerden (beyin yıkama aracı televizyon ekranlarından değil;) icabet, layık olanlardan!
فَذَكِّرْ إِنَّمَا أَنتَ مُذَكِّرٌ
88:21 “Artık sen, öğüt verip-hatırlat. Sen, yalnızca bir öğüt verici-bir hatırlatıcısın.
لَّسْتَ عَلَيْهِم بِمُصَيْطِرٍ
88:22 Onlara ‘zor ve baskı’ kullanacak değilsin.”