Usûle Dair Kur'an Okumaları

Kâinat Şahitliğinde Kur’an Okuma Denemeleri: Duha Suresi-2

Kâinat Şahitliğinde Kur’an Okuma Denemeleri: Duha Suresi-2 | Ha-Mim

 مَا وَدَّعَكَ رَبُّكَ وَمَا قَلٰىؕ ﴿٣﴾

93:3. “Rabbin seni bırakmadı ve sana darılmadı.”

Bu ayet, öncelikli olarak Peygamber’e (SAV) hitap ediyor olmakla birlikte bize hitap ediyormuş gibi okumalıyız. Çünkü Kur’an, tüm zamanlara ve tüm insanlara hitap eder.

Ne zaman Rabbimizin bizi bıraktığını zannederiz?

Hayatımızdan lezzet alamayıp bir tatminsizlik hissi yaşadığımızda böyle düşünürüz. Kendimizden memnun olmayıp her şeye karşı olumsuz bir tavır içinde olabiliriz. Bu durumda bile yaratılış kötü değildir. Belki ibret almaya vesile olması bakımından daha iyidir. İçinde bulunulan durumlara bağlı olarak her zaman mutlu olmak hem zordur ve hem de böyle bir beklentide olmak bu eğitim dünyasında yaratılış maksadı ile çelişir. Bir yaratık olarak her şeyin bize verildiğini anlamak için her daim muhtaçlığımızı hatırlamalıyız. 

İki hususa dikkat etmeliyiz: 

  1. Geçmiş, geçmişte kaldı. Şimdi artık yaratılanlardan neyin yanlış neyin doğru olduğunu anlama imkânı verildi. Geçmişten ders almalıyız.
  2. Gelecek, henüz gelmedi. Aldığımız derse göre gelecekte yapacağımız tercihlerimizde hangi yolu takip edeceğimize karar verip ona göre kendimizi hazırlamalıyız.

Yaratıcı bakımından, geçmiş ile geleceğin yaratılması arasında bir fark yoktur. İnsan için olanda yani yaratılanda hayır vardır. Çok hatalar yapmış olsa bile, yaratma insan için merhametin göstergesidir. Yaratma devam ettiği için insan, hatalarından dönme fırsatı yakalayabilir. Duyguların ve hayatın yaratılması insanın menfaatinedir çünkü insan böylelikle öğrenerek eğitimden geçer. Bir hata yaptığında insanın genellikle, hemen af dileyip üzülmesi gerektiği söylenir. Önemli olan yaratılana karşı takınılan tavırdır. Diyelim ki, birinin elinde bir silah var ve onunla bir başkasını vurdu. İnsan, bu yaptığından lezzet almadığı için üzgündür. Hatta haksız yere gerçekleşen bir öldürme olayını gören tüm insanlar bu tercihin yapılmasının yanlışlığında ittifak ederler. Yaratılan her şey insan için iyidir. Bu, öldürmenin de iyi olduğu anlamına gelmez. Sebepsiz yere birini öldürmeyi seçtikten sonra, o olayın yaratılması iyidir, çünkü insana yaptığını tecrübe etmesi ve bundan ders alarak af dilemesi fırsatı veriyor. Birini öldürmek, o fiili yapan insan için kötüdür ama o olayın “yaratılması” iyidir. Öldürme fiilinin gerçekleşmesi mucizevidir. İnsanın sevdiği bir durumun yaratılmasıyla aynıdır. İkisi de sonsuz kudret ve merhametle yaratılır. İnsan hür iradesiyle kâinat şartlarında dilediğini yapmakta özgürdür. Öldürme hatasını işleyen için bu fiil geçmişte kaldı. Nasılsa yaratılış güzeldir, tekrar tekrar aynı hatayı yapıp af dileyeyim demek olayı saptırmaktır. Yapılan hata, ahiret şartlarında hesabı görülmek üzere kayda geçti. İnsan bundan ders alarak gelecekte aynı hatayı yapmaktan kaçınmak için dikkat kesilmelidir. 

Musa ve Hızır (AS) kıssasındaki gelecekten haber veren olayları nasıl yorumlamalıyız?

Bu kıssayı okuyan için örnek alınacak kişi, Musa (AS) dır. Yüksek bir varlık düzeyinde bulunan Hızır (AS) değildir. Hızır, insan değildir. Allah’ın ilmini temsil eder. Olaylar esnasında Hızır (AS) üzerinden Allah’ın takdiri (Kader) tecelli etti. Bu olaylar karşısındaki insani tavır ise Musa (AS)‘ın tavrıdır. İnsanlara elçi olarak gönderilen odur, bu nedenle insan için öğretici olan onun tavrıdır. Genellikle, Hızır (AS)’ı yücelttiğimiz için bu kıssayı yanlış anlıyoruz. Bu kıssa ile Allah, “Siz benim yapacaklarımı yani ilmimi, neyi niçin takdir ettiğimi (Kader) bilemezsiniz kendi işinize bakın ve yapmanız gerekeni yapın” mesajını veriyor. İnsan olarak örnek alacağımız Musa (AS)’dır. Hızır’ın yaptıklarına karşı çıkması gayet insani bir tavırdır. Bu kıssada Allah, geleceği bilemeyeceğimizi ve kendi sorumluluklarımızı yerine getirmemiz gerektiğini öğretmektedir. Maalesef bu kıssa, bir üstünlük yarışı biçiminde anlaşılarak Hızır’ı Musa’dan daha faziletli bir şahsiyet olarak görmek biçiminde yorumlanıyor. Bu yüzeysel bir yaklaşımdır. Kendimiz için ders çıkarmalıyız bu kıssadan. Hızır olabilir miyiz? Hayır. Tecrübe etmediğimiz bir varlık biçimini yorumlayamayız. Yaratılan bir olayda Yaratıcının ilmini, kastını bilebilir miyiz? Hayır. Musa, bir peygamberdir ve Kur’an bize peygamberleri takip etmemiz gerektiğini söylüyor. Biz ancak bir insan örneğini kendimize rehber edinebiliriz. Bu nedenle Allah’ın bize yaptığı rehberlik Konuşması olan Vahyin içeriğinin bir örnek uygulamasını sunmak üzere insan cinsinden peygamberler görevlendirilir. Allah’ın bu kıssada insana verdiği mesaj: Musa (AS)’ın tavrı insanidir, siz de böyle davranabilirsiniz. Fakat, yarattığım her şeyde sizin bilmediğiniz çok farklı yönler ve incelikler vardır bunun farkında olarak yaratılanlar hakkında hüküm verin. Sevmediğimiz bir yaratılışla karşılaştığımızda bu yaratmanın Sonsuz bir İlim ve Rahmet Sahibi tarafından gerçekleştirildiğini bilmemiz için Hızır örneği veriliyor. Böylesi sonsuz incelikler ve sırların Yaratıcımızın İlminde olduğunu bildiriyor.

Mesela, bir yere gitmek için kara, hava, deniz veya demiryolu seçeneklerinden uygun olanı tercih ederiz. Kâinat şartlarında yaratılış düzenine uyarak yapılan bu seçimde etkili olan hususlardan ikisi maliyet ve zamandır. Bu seçimi yaparken maliyeti düşük olduğu için fazla zaman alan bir ulaşım şeklini tercih edebiliriz. Fakat benim statüm yüksek, o yüzden Allah’a emredercesine “özel bir araba ve şoför istiyorum” demek insani bir tercih olmaz. Bir yolculuk esnasında bir kaza olup olmayacağını bilemeyiz o yüzden kazadan yolcu olarak biz sorumlu olmayız. Ama Hızır dedikleri biri bunu kesin olarak bilir. Kim bu Hızır? Allah’ın ilminin temsilcisi. Allah her şeyi bilir, insan ise O’nun müsaade ettiği kadarını bilir. Ayetel Kürside geçen “ve la yuhitune bi şey’in min ilmihi illa bimaşae” (2:255) ifadesi, “O’nun müsaade ettiğinin dışında, hiç kimse Onun ilminden bir şey kavrayamaz” anlamındadır. Allah’ın bilmemize izin verdiğinin ötesinden sorumlu değiliz. Örneğin, 200 sene önce kimse telefon nedir bilmezdi çünkü bilinmesine henüz izin verilmemişti. İnsanlar icat ettiklerini zanneder oysa bu ayet gerekli çalışmalar (fiili dualar) yapıldığı için şimdi bilinmesine izin verildiğini söyler. Hızır, Allah’ın ilminin temsilcisidir. Musa, bu dünya şartlarında şahit olduklarından sorumludur. Kur’an, insana Hızır’a uyma veya Allah’ın bilgisini bilme sorumluluğu yüklemez. Bu kâinat şartlarındaki yaratılışlar üzerinden Allah’ı tanımaya teşvik eder. Musa (AS), bu kâinat şartlarındaki yaratılışlara şahitlik ederek Yaratıcısını tanımak ve tanıtmaktan sorumludur. Dolayısıyla, insandan beklenen de budur.

Ela ye’lemu men halak” (67:13), yani “Yaratan, yarattığını bilmez mi?” mealindeki ayet insana, Allah’ın her şeyi bildiğini kendisinin ise izin verilen kadarını bileceğini ihtar eder. Dolayısıyla insan, kendisinin bilmesine izin verilen kadarından mesuldür. Musa‘yı (AS) göz ardı edip Hızır’a (AS) hayran olmamız gerekmez. Musa (AS), masum bir insanı öldüremezsin diyor. Biz de masum bir insanı öldüremeyiz. Gelecekte çok farklı şeyler olsa bile biz şimdiden sorumluyuz. Peygamber, zaman ve mekân sınırlarında mükemmel olan insandır. Öyleyse insan olarak onun izinde olmamız gerekir. Hızır ise zaman ve mekân sınırlarının ötesini temsil ettiği için insan olarak onu örnek alamayız. Hızır, melek veya Allah’ın ilminden sorumlu değiliz. İçinde bulunduğumuz şartlarda en uygun olanı seçerek üstümüze düşeni yaparız. Seçimimiz sonrasında olacakları bilmekten sorumlu değiliz. Biz seçim yaparız, Allah yaratır. Yaratıcının farkında olmak bunu gerektirir. Geçmiş olaylar ise yaratıldı ve geride kaldı ama bizim bu yaratılışlarda neyi tercih ettiğimiz önemlidir. İrademizi ne yönde kullandığımıza bakmalıyız. Örneğin, bir yere deniz yoluyla gitmeye karar verdik ve yolculuk esnasında fırtına çıktı. Canımızı zor kurtardık. Fırtınayı yaratan biz değiliz. Onun yaratılmasından sorumlu değiliz. Fırtına olmasını biz istemedik. Her şeyi yaratan Allah olduğu için O her şeyin en hayırlısını bilir demeliyiz. Fırtınada da bizi yalnız bırakmadı. Olması gerekeni yarattı. “Eğer gemiye binmeseydim fırtına olmazdı” demekten kaçınmalıyız. Çünkü ne olacağını bilemeyiz. Ama mevcut imkânlardan faydalanarak en uygun zamanda yola çıkmayı seçmek konusunda ders almalıyız. Yaratılışı eleştiremeyiz çünkü yaratılış mükemmeldir. Cüzi irade dahilinde kendi seçimimiz ve planlamalarımızı daha dikkatli yapmak için bu yaratılışlardan ibret almalıyız. Yetersiz hazırlık yapmanın sonucunda yaşanan rahatsızlıklara bir daha düşmemek için çok daha kapsamlı düşünerek hareket etmeliyiz.

Kasırga, yaratılış bakımından mükemmeldir. Ama bu, Allah’tan kasırgayı yaratmasını dilemek anlamına gelmez. Hiçbir olayın yaratılış tarafıyla, bizi ilgilendiren tarafını karıştırmamalıyız. Hislerimizi yaratan Allah’tır ve onlar kasırgayı sevmeyecek biçimde yaratılmış. Evimizin, eşyamızın ve malımızın zarar görmesini istemeyiz. Bu duygu, bize bundan hoşlanmamamız gerektiğini söyleyen Yaratıcımız tarafından verilmiştir. Yapmamız gereken şey, yaratılıştaki düzene uymak ve “Allah’ım bize kasırga verme” demektir. Diyelim ki, Allah’tan bizim için kasırga yaratmamasını diledik fakat dün kasırga oldu. Kasırga, Allah’ın bizi sevmemesinden dolayı yaratılmadı. Biri hastalandığında veya başına kötü bir şey geldiğinde “sen bir günah işledin o yüzden Allah sana bu felaketi verdi” diyerek hemen suçlayabiliyoruz. Oysa hakikat bu mu? Biz bilemeyiz. Allah ne yaratırsa o iyidir. Eğer kasırga dün olmuşsa, şimdi kasırganın yaratılmasının iyi olduğu sonucuna nasıl varabiliriz ki? Kâinatta her ne yaratılıyorsa bizim için birer eğitim vesilesidir. Kasırga olduğunda, gerçekten hiçbir şeyi kontrol edemediğimize şahit oluyoruz. Kasırga tehlikesinden bir sığınağa girme ihtiyacımız olduğunu anlıyoruz. O an kendimizi koruyamıyoruz ve bu yüzden zayıf ve muhtaç olduğumuzu idrak ederek samimi biçimde Yaratana sığınıyoruz. Bir düşünelim, sevmediğimiz şeyler olmasaydı zayıf ve muhtaç olduğumuzu ve Allah’a sığınmamız gerektiğini nasıl anlardık?

Kâinat Şahitliğinde Kur’an Okuma Denemeleri: Duha Suresi-2 | Ha-Mim

وَاَيُّوبَ اِذْ نَادٰى رَبَّهُٓ اَنّٖي مَسَّنِيَ الضُّرُّ وَاَنْتَ اَرْحَمُ الرَّاحِمٖينَۚ ﴿٨٣﴾

Eyyub’u da hatırla. Hani o Rabbine, ‘Şüphesiz ki ben derde uğradım, sen ise merhametlilerin en merhametlisisin’ diye niyaz etmişti. (Enbiya, 83)

Allah, her şeyi merhametiyle yaratır. Bazı şeyleri sevmeyecek biçimde yaratılmışız. Onların olmasını istemeyiz. Felaket gibi olayları sevmeme duygusunu bize veren O’dur. Bu duygumuzu kullanarak O’ndan felaketi vermemesini isteriz. Fırtınanın yaratılışı mükemmeldir ama bize verdiği dehşet ve zarardan dolayı onu istemeyiz. Dikkatli olmak lazım. Fırtınayı kötülemek başkadır, onu istememek başkadır. Yaratılış kötülenemez. Kendimizi bu yönde terbiye etmeliyiz. Geçmiş ve gelecek ayrımını yapmamız gerekir. Geçmişte olan oldu ve yaratıldı, gelecek ise henüz gelmedi ve gelecekte felaketin olmaması için dua etmeliyiz. Örneğin, dün fırtına yaratıldıysa bize kim olduğumuzu ve ne kadar aciz olduğumuzu hatırlatması bakımından iyidir ve terbiyeye vesile olmuştur. Ama yarın için “Lütfen Allah’ım fırtına olmasın” diye dua edebiliriz. Olanda hayır vardır, yaratma gerçekleşmişse iyidir. Tanım gereği, Yaratan kötülük yapmayı istemesi için hiçbir gerekçemiz yoktur ve yapmaz. İstihare, Allah’tan hayırlısını istemek manasına gelir. Kasırgayı sevmediğimiz için Allah’tan onu yaratmamasını dileriz. Kasırga yerine bizim için daha hayırlı görünen güneşli ve açık bir hava yaratmasını dileriz. Allah’tan hayırlısını isteme hakkımız vardır. Geçmişte yaratılan ise yaratıldı ve hayırlı olan, o idi. Gelecek için en hayırlısını dileriz. Gelecekte hayırlı olanın olmasını dilemek duygusu hala bizde mevcuttur. Demek ki Yaratıcımız bizi bırakmadı, terk etmedi. Bunun farkına varmalıyız.

Hiçbir şey bizim duygularımızdan bağımsız biçimde yaratılmaz, mutlaka etkileşime geçilebilecek biçimde yaratılır. Aksi halde yaratılanı değerlendiremeyiz. Varlıklar bizim duygu ve düşüncelerimizle iletişim kuracak biçimde yaratılır. Kasırgayı sevmeme duygusu, kasırgayı sevmeyecek biçimde yaratılmış olduğumuzu anlamak içindir. Kasırga yaratılınca, onu sevmeme özelliğimiz olduğunu anlarız. Yaratılmazsa, bu duyguyu kullanmadığımız için farkına bile varamayabiliriz. Bu vesileyle, kasırgayı sevmediğimi anladım lütfen onu bir daha yaratma diye dua ederiz. Felaketin kötü olduğu düşüncesiyle açmazlara girmemek için Allah’tan onu yaratmamasını dilemeliyiz. Yaratılan her şey bizi terbiye etmek için birer fırsattır. Terbiye uzun zaman alır, Resulullah (SAV) önderliğindeki Müslümanların Kur’an eğitiminden geçmesi bile 23 sene sürdü. Bu gayet normaldir. Hangi yöne gittiğimiz önemlidir. Yolun sonunu getirmek veya getirmemek değil. Geçmişte yaratılan her neyse ondan ibret alarak geleceğe hazırlanmalıyız. Diyelim ki dün bir hata yaptık, bu hatayı asla yarın da yapmamalıyız. Böylece öğreniyoruz. Kimse mükemmel değildir. Yani her daim kusurlarımız olabilir.

Yanlış bir şey yaptığımızda Yaratıcımızın bundan hoşnut olmadığını insaniyetimize yerleştirilmiş vicdanın sıkıntı duymasından anlarız. Yaptığımıza takılıp kalmadan olumlu bir tutum içinde olmalı ve bu hatayı yük olarak taşımaktan kaçınmalıyız. İşlediğimiz hatadan hemen sonra onu temizleyecek iyi işler yapmaya çalışmalıyız. Duha suresinin bu üçüncü ayeti çok rahatlatıcı ve yatıştırıcıdır. Yaratan tarafından gözetildiğimizin farkında olduğumuz sürece, hata yapsak da Allah’ın Rahmetinden ümidimizi asla kesmemeliyiz. Rabbimize karşı her zaman olumlu ve umutlu bir tutum içinde olmalıyız. Ama diyelim ki dün korkunç bir şey yaptık. Yaptığımızın korkunç bir şey olduğunu, kendi hatamız olduğunu ve Allah’ın yaptığımızdan hoşnut olmadığını kabul ettiğimizde yapmamız gereken şey af dilemektir. “Allah, tevbe edenleri sever” (2:222). Yaptığımızın hata olduğunu fark edersek, pişmanlık duyar ve tevbe ederiz. Fakat “yarın kötü bir şey yapacağım ve tevbe edeceğim, Allah beni affeder” diyemeyiz. Tevbe, gelecek için değil geçmiş içindir. Dün yaratılan kötü bir şey, insana bu yaptığının kötü olduğunu öğretmek içindi. Öyleyse bir dahaki sefere aynı hatayı yapmamak için sebat etmeli. Yaratılış güzeldir ve Allah tevbe edenleri sever. Tevbe etmemek Allah’ın ikazını ve eğitimini dikkate almamak demektir. Tevbe etmeyenin kendisi kaybeder, Yaratıcının tevbeye ihtiyacı yoktur. Muhtaç olan yaratma özelliğine sahip olamaz.

İnsanın sorumluluğu yapabildikleri ölçüsündedir, kapasitesini aşan durumlardan mesul değildir. Allah’ın asla insanı bırakmaması demek, insanın kendisine verilmiş insani özellikleri hür iradesiyle kullanarak Yaratıcısına sığındığı müddetçe ruhen bir karşılık bulacağı manasındadır. İnsan ruhu, Rabbinin her an kendisini yaratmaya devam etmesiyle Onunla birlikte olmasına ve her daim O’ndan af dileyerek emniyet ve huzur bulmaya meyillidir. İnsan kendisine hep kızan ve korkutan değil, merhamet ve mağfiretiyle terbiye eden Yaratıcısına derin bir saygı ve sevgiyle yönelmeyi sever. Allah da her fırsatta tevbe ederek kendini düzeltmeye çalışanları sever. Peygamber (SAV), samimiyetle tevbe edip af dileyenlerin geçmiş hatalarının da affedileceğini ve sanki geçmişte hata yapmamış gibi olacaklarını söyler. Bu duygular insana Allah tarafından verilmiştir. Önemli olan tevbe etmek ve Allah’ın affediciliğine şahitlik etmektir. Allah’ın rahmetinden ancak kâfir olanlar ümidini keser. İman edenler Allah’ın rahmetinden asla ümitlerini kesmezler. İnsan samimi biçimde yapabileceğinin en iyisini yapmalı ve hataları tekrarlamaktan uzaklaşmaya çalışmalıdır. Her zaman Allah’ın rahmet ve mağfiretini ummalıdır. Allah’ı gerektiği gibi tanıyamayanlar bir hata işlediklerinde O’nun kendilerine kızgın olduğunu ve bu kızgınlığın sürdüğünü zannederler. Oysa Allah herhangi bir insanın öfkesi gibi öfke duymaz, O Halim’dir, yani acele ile karar vermez, tevbe etmemiz için fırsat verir. Rahmeti gazabından fazladır. Bu nedenle insan her daim merhamet ve mağfiret umabilir. Allah’ın rahmetinden umudunu kesmek herhangi bir günah işlemekten daha kötüdür. İnsan tevbe edip mağfiret dilediği sürece Allah’ın rahmeti onunladır. Öyleyse her daim af ve mağfiret dilemek gerekir.

İnsanın, işlediği günahlardan dolayı Allah’ın asla kendisini affetmeyeceğini düşünmesi en kötü tavırdır. Kur’an’a göre bu kâfirlerin tavrıdır.  Kur’an, Allah’ın Rahman ve Rahim olduğunu defalarca hatırlatan ayetlerle doludur. Her gün defalarca okuduğumuz “Erhamurrahimin veya Bismillahirahmanirrahim” ifadeleri de bu ayetlerdendir. Bunun daha çok farkına varmalıyız. Allah’ın rahmetinden ümit kesmek O’nun özelliklerini tanımamak veya özelliklerinden farklı biçimde tanımak demektir. Bu durum inkâra yol açar. Küfür kelimesi kökeni itibariyle hakikatin üstünü örtmek demektir. Bütün varlıkları merhamet ve sevgiyle yaratan Allah’ın bu merhamet ve sevgisini izhar eden yaratma gerçeğinin üstünü örtmek demektir. Sonsuz merhamet manasındaki Rahim ve sonsuz sevgi manasındaki Vedud sıfatlarının tecellilerini görmemektir. Yapılan bir hatadan dolayı duyulan üzüntü ve olumsuzluğu sürekli duygularda taşımaya gerek yoktur. Pişman olduktan sonra insanın kendine iyi davranması ve Rabbinin mağfiretini umarak sonraki işlerini daha dikkatli yapmaya çalışması ve aynı hatalara düşmekten çekinmesi gerekir. Sürekli bir kahır ve acı hissiyle kendine zulmetmemesi gerekir. Böyle yaparsa dünyadayken cehennemi yaşamayı seçmiş olur. Oysa her an yeniden ve daha derinden şükretmeye vesile olsun diye yaratılmaktadır. Hayat, evinin önünden akan tertemiz bir akarsu gibi yaratılıyorken, insanın bu nimete şükrederek temizlenmesi gerekir. Yerinde durup acıyla dövünerek vakit geçirmek akıl kârı değildir. Af dilemeli ve kendisine verilen bu pişmanlık ve mağfiret duygularından dolayı Rabbine şükrederek geleceğe umutla bakmalıdır. Bize verilen duygular aracılığı ile insaniyetimizi nasıl kullanacağımızı anlıyoruz. Her bir duygunun, o duyguyu yaratan Yaratıcımızı tanıma aracı olarak kullanılması için verildiğini unutmamamız gerekir. Mesela, affedilmeyi seviyorsak, bu Yaratıcımızın Affedici olduğunu anlamamız içindir.

*Islam From Within Youtube kanalında yayınlanan “Quran-Universe Parallel Reading: Chapter Duha– Part 2–09/12/18” başlıklı videonun transkriptinin çevirisidir.

Bölümler: 13 | 4 | 5 

Yazar hakkında

Yunus Erkan

Yorum yazın