Kur'an Okumaları Kainat ve İnsan Usûle Dair

Hz Yunus (as) Kıssasında Kendimi Buldum – 2. Bölüm

Hz Yunus (as) Kıssasında Kendimi Buldum - 2. Bölüm | Ha-Mim

Önceki dersimizde Hz Yunus (as) kıssasına başlamıştık. Saffat Suresi 139.-140.-141. âyetlerini müzakere edip, ümitsizlik ve suçluluk duygusundan bahsetmiştik.

Şimdi Saffat Suresi 142. âyetle devam ediyoruz:

فَٱلْتَقَمَهُ ٱلْحُوتُ وَهُوَ مُلِيمٌۭ

37:142 “Böylece Yunus melâmet içindeyken (kendini suçlayıp dururken) balık onu yuttu.”

Hz Yunus (as) kendini suçluyordu. Peki neden? Başka âyetlerden anlıyoruz ki Yunus (as) Allah’ın ona verdiği tebliğ görevinde kendini başarısız hissediyordu. İnsanlar onu dinlemiyordu, ilettiği mesajı benimsemiyorlardı. Buradan anlıyoruz ki Yunus (as) kendini belki de bir konuda hatalı ve bu yüzden başarılı olamamış biliyordu. Bu yüzden kendine güvenini ve vazifesini yapabileceğine olan inancını kaybetmişti. Bunlar bizim yorumlarımızdır, başka müfessirlerin bu konuda başka görüşleri de vardır. Bir kısmı bu fikre katılır, bir kısmı bu âyetleri başka bir perspektiften anlamaya çalışır. Bu Allah kelâmının gramatik yapısına uyduğu ve bu kıssadan faydalanma fırsatı sunulduğu müddetçe herkes bu âyetleri yorumlamakta ve hayatına uygulamakta özgürdür ve sonucundan da kendisi sorumludur.

Rabbimiz neden bu kıssalarda bize psikolojik analizler gösteriyor? Böylece herkes Kur’an’da anlatılan böylesi kıssalarda kendini bulabilir. Önceki derste, Tevrat tefsirleri/yorumları ve İsrailiyat kaynaklarından edinilen bilgiler konusunda çok dikkatli olduğumuzu belirtmiştik. Bu bilgiler doğru olabilir, olmayabilir, herhangi bir sebepten dolayı değişmiş olabilir, bu dersimizin konusu değil. Biz her zaman Kur’an’la bize verilen mesajla ilgileniyoruz ve Kur’an’ın bize şimdi ve burada ne dediğine bakıyoruz. 

Kur’an diyor ki, Yunus (as) denize atıldı, deniz çok çalkantılı ve gemi ise aşırı yüklüydü. Bu durumda gemidekiler: “Bir kısmımızı denize atalım, böylece gemi hafiflesin,” dediler. Kura çektiler ve Yunus (as) kaybetti. Denize atıldı. 

Çalkantılı deniz, karanlık, ve büyük bir balık onu yutuyor, çünkü kınanan, kabahatli bir durumdaydı, bir hatası vardı. Burada dikkate değer bir nokta var: Mulîm, kınanan, suçlanan diye tercüme ediliyor. Yani kabahatli birinden söz ediyoruz.

Mulîm, kınanan/suçlanan diye çevriliyor, fakat bu, Allah’ın ona öfke duyduğu, kendisinin bir  balık tarafından yutulmasının bir ceza olduğu anlamına gelmiyor. Geçen hafta, Rabbimiz bizi cezalandırdığında bile bunun O’nun bize gazabı anlamına gelmediğinden bahsetmiştik. Evet, hoşlandığımız bir durum değil, bizim perspektifimizden bir ceza gibi görünüyor. Fakat Allah’ın her işinin, yarattığı mahluklarının iyiliği için olduğunu anlamamız gerek. 

Niçin bu şekilde yorumluyoruz? Halbuki Kur’an’da açıkça tehditler var, azap ve cezadan bahsediliyor. Bu durumda biz, Allah’ı merhametli göstermek için çaba mı sarf ediyoruz? Hayır, Kur’an’ı okurken göz önünde bulundurmamız gereken prensipler vardır. Bunlardan birine kısaca değinelim: Yaratıcımız bize, bizim hayat şartlarımız içinde hitap ediyor. Mesela, acı içindeysem, kendi bakış açımla bu durumu bir ceza gibi algılayabilirim. Çocuğunun davranışlarına bazı kısıtlamalar getiren bir anne örneğine bakalım. Bazen anne, eliyle çocuğunu geri çekerek onu bazı hareketlerden alıkoyabilir. Bazen çocuk, bundan daha şiddetli bir uyarıya ihtiyaç duyabilir. Bu durumda çocuğun perspektifinden annesi öfkeli ve kendisini cezalandıran bir konumda görünebilir. Anne, çocuğu bir suçla itham ettiğinde çocuk “Annem bana kızıyor, gazaplanıyor,” diye hissedebilir ve kendi çocukça kapasitesine göre doğru söylüyor. Fakat annesi çocuğunu şefkatinden dolayı şiddetle uyarıyor. 

Annenin perspektifine bakarsak, anne öfkeleniyor –insan olarak biz öfkeleniriz– fakat Yaratıcımız bize, ceza gibi algılayabileceğimiz şekilde muamele ediyor diye görsek de, bu bizim iyiliğimiz içindir. Beni yaratan bana zarar vermek ister mi? Benim kötülüğümü isteseydi beni niçin var etsin ki? Ve hayatımın gayesine uygun yaşayabilmem için benden doğru yolu tutmamı istediğini niçin belirtsin ki? “Sana rehberlik edeceğim, doğru yolu göstereceğim,” diyor. Rehberlik etmek çoğu zaman teşvik ve cesaretlendirmeyi içerir, fakat bazen birtakım kısıtlamaları ve şiddetli bir tutumu da gerektirir. Çocuk örneğine dönersek böyle bir durumda çocuk acı duyar. Tıpkı ameliyat sonrası ağrı duyan biri gibi. Bir hasta, ameliyat sürecinde ve sonrasında bir müddet acı duysa da ameliyat olduğuna memnun olur. Çünkü bunun kendi iyiliği için olduğunu bilir ve hatta ödeme de yapar. 

Günlük hayatımızda bu süreçleri bu kadar açıkça göremeyebiliriz. Bir ameliyatın bizim iyiliğimiz için olduğunu hemen anlamayabiliriz. Aceleyle “Bana acı veriyorsun, canımı yakıyorsun! Bana öfkelisin, hastalığım yüzünden beni cezalandırıyorsun,” diyebiliriz. 

Hayır, sen hastasın bu doğru, fakat ameliyatı yapan cerrah seni cezalandırmıyor. Canın yansa da bu bir cezalandırma değil, cerrah sana yardım ediyor. Bu durumda anlıyorum ki Rabbim iradesi ile beni tedavi ederken acı duysam da, bu benim iyiliğim için. 

Hz Yunus (as) karanlık bir gecede fırtınalı denize atılıyor. Kimse ona yardım edemiyor. Bütün bunların üstüne büyük bir balık onu yutuyor. Şimdi Yunus (as) bir kat karanlığın daha içine girdi. Buradan şunu anlıyoruz: Hayatımızda bir başarısızlığımız yüzünden, bir hatamız yüzünden ümitsizliğe kapılırsak, ben bu cezayı hak ettim diye düşünüp bir kat karanlığın daha içine giriyoruz. Başarısız olduğumuzda, istediğimiz bir şeye ulaşamadığımızda, hayattaki beklentilerimiz gerçekleşmediğinde ümitsizliğe düşüyoruz. Kendimize güvenimizi kaybediyoruz ve suçluluk duygusu beslemeye başlıyoruz. “Ben suçluyum,” “Ben iyi biri değilim,” “Ben başaramam, hedeflerime hiç ulaşamam.” Böyle hissetmek, insanın şu anki sorumluluklarından kaçmasına yol açar. İnsan, “Bu işi neden yapayım ki? Zaten hep başarısız oluyorum,” der. Suçluluk, ümitsizliğe götürüyor; ümitsizlik ise insanın teşebbüs duygusunu kırıyor. Günlük hayattaki sorumluluklarımdan kaçmaya başlıyorum. İşte bu noktada içimde manevi bir hastalık başlıyor. Dikkat etmeliyiz, başarısız olmak umduklarımıza asla kavuşamayacağımız anlamına gelmez. Bir daha, bir daha denemek gerek. Mutlaka bir çıkış yolu vardır. Fakat hiçbir zaman sorumluluklarımızdan kaçmamalıyız. İnsan olarak bu hataya düşüyoruz. “Çok denedim, olmadı. Olmuyor. O işe başvurdum, bu işe başvurdum, kimse beni ciddiye almıyor. Özgeçmişimi boşuna gönderiyorum. Bıraktım artık. Geçmiş olsun.” Sahadan çekiliyorum. Yeni bir başvuruda bulunmayı gereksiz görüyorum. Ümitsizliğe düşünce sorumluluklarımdan kendimi çekiyorum. Tıpkı bu kıssada, Yunus (as)’ın bu aşamada temsil ettiği gibi.

“Hayatta her şey üst üste geliyor, geçmişte başarısız oldum, şimdi de bir şey yapmayacağım. Benden adam olmaz, bir şeyi beceremiyorum.” Odama kapanıp yorganı kafama çekiyorum, ağlayıp, titreyip, gelecek ümidimi kaybediyorum…

Buna stres deniyor. Daha şiddetlisine ise depresyon. Öyle bir hal ki insan odasından çıkmak istemiyor. Perdeleri açıp, pencereyi açıp içeri temiz havanın girmesine izin veremiyor. Güneşin parladığını görmüyor. Dışarı çıkıp dünyanın ne kadar güzel yaratıldığını göremiyor. Halbuki bu güzel dünya onun için, güneş onun için parlıyor. Ama bu haldeki insan, “Hiç,” diyor, “Bir işe yaradığım yok.”

Ne kadar üzücü, dehşetli, acı içinde bir ruh hali. 

Bu aşamada Yunus (as)’ın durumu bu hali temsil ediyor. Ümitsizlik, karanlık, çalkantı, kaybolmuşluk… Tutunacak bir şey görünmüyor… Bütün bunların üzerine depresyon başlıyor. Yani balık da insanı yutuyor. Azıcık öteye gidemiyorsun, balığın karnında sıkışmışsın. Şimdi ne yapacaksın? Bu en dehşetli, üzücü durumda, Allah bir kurtuluş yolu gösteriyor:

وَذَا النُّونِ إِذْ ذَهَبَ مُغَاضِبًا فَظَنَّ أَنْ لَنْ نَقْدِرَ عَلَيْهِ فَنَادَىٰ فِي الظُّلُمَاتِ أَنْ لَا إِلَٰهَ إِلَّا أَنْتَ سُبْحَانَكَ إِنِّي كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ  

21:87 Zennûn’u da hatırla, hani o kızgınlıkla çekip gitmişti de kendisine güç yetiremeyeceğimizi sanmıştı. Karanlıklar içinden seslendi: “Senden başka ilah yoktur. Seni tenzih ederim. Şüphesiz ben zalimlerden oldum.”

Hz Yunus (as), burada Zennûn diye geçiyor, kızgınlıkla bulunduğu yeri bırakıp gidiyor. “Kendisine güç yetiremeyeceğimizi sanmıştı.” Bu âyet ne anlama geliyor? Ümitsizlik öyle bir seviyeye geliyor ki, “Benden geçmiş artık” diye kendime güvenimi kaybetmekle kalmıyorum, Rabbimin bana güç yetirebileceğini de unutuyorum. İçinde bulunduğum dehşetli psikolojik karmaşayı O’nun kudret, merhamet, şefkat, kerem dairesine de atfetmeye başlıyorum.  Sanki O bana yardım edemezmiş gibi, “Ben bitmişim,” diye inanıyorum.

Hz Yunus (as) üzüntüsünün içinde kendini sorguluyor. O, Rabbini tanıyan biriydi. Şimdi ben onun örneğini, kendimi tam bir ümitsizlik ve depresyonda bulduğum halime uygulamalıyım. 

Rabbimiz, “Düşün, gözden geçir” diyor.

Ben kimim? Bana varlık veren, beni var eden kim? Balığı yaratan kim? Denizi yaratan, karanlığı yaratan, fırtınayı, gemiyi yaratan kim? Senin Allah’ın mesajını iletmeye çalıştığın insanları yaratan kim? Bütün bunları yaratan, düzenleyen, planlayan kim? Ben miyim yoksa bu kainatın Yaratıcısı mı? 

Yunus (as) burada kendi bakışını gözden geçiriyor. “Şimdi ben ne yapıyorum? Benim anlayışım, şu an bulunduğum yer doğru değil. Dikkat etmeliyim.” 

Kendi aczinin, Mutlak Yaratıcının kudret dairesine atfedilemeyeceğini fark edince, “La ilahe illa ente,” diyor. “Senden başka ilah yoktur.”

“Allah”, bütün mahlukları yaratan, bütün evreni şu an yaratan, her şeyi yapabilir, gücü her şeye yeter olandır. Mutlak Yaratıcı hiçbir şeyden aciz değildir, yaratılmış gibi olan bir varlık kainatın yaratıcısı olamaz.

Bu durumda Yunus (as) karanlıklar içinden sesleniyor. Karanlık içinde karanlıktan, yani tam bir depresyon halinden. Şöyle başlıyor: “La ilahe–”

Bu çok güzel bir geçiş. Demek ki insan kendini tamamen tükenmiş hissettiğinde hâlâ şunu fark edebilir: Kendi gücü yetmiyor, evet, kendi kendini bu durumdan kurtaramıyor. Balık da ona yardım edemiyor, karanlık, fırtınalı deniz… bunlar da onu kurtaramıyor. Hiçbiri kendiliğinden bir şey yapamıyor. Biz yaratılmış mahluklar kendi başımıza bir şey yapamıyoruz. Fakat bizi yaratan, dünyayı yaratan, evreni yaratan, denizi yaratan, karanlığı ve fırtınayı yaratan her şeyi yapabilir. Yaratılmış varlıkların hiçbirinde ilahlık özelliği yok. Hiçbir şey yaratamazlar. Ben ve benim içine düştüğüm şu tamamen ümitsizlik kaynağı olan her şeyin bir var edicisi olmalı. O, bütün evreni yaratan olmalı. Biz hep beraber bu evreni Yaratanın eserleriyiz. O her şeyi yaratabilir olmalı.

Benim elimden bir şey gelmiyor, kendimi kurtaramıyorum, bu kesinlikle doğru. Fakat O yapabilir ve kurtarabilir, bu da kesinlikle doğru. Çünkü bütün bunlara varlık veren onları dilediği gibi düzenleyen olmalı. Şimdi dertlerimi kendi içimde çözmeye çalışarak aczimle boğuşmak yerine, her şeye gücü yeten Yaratıcımıza yüzümü çeviriyorum. “–illa ente.”  

Hiçbir yaratılmış varlık beni kurtaramaz. Senden başka ilah yoktur ey Rabbim!

Kur’an’da sık gördüğümüz bir ifade: “O’ndan başka ilah yoktur.”

Burada “Senden başka ilah yoktur.” diyoruz.

“Bu evrende, bu varlıklarda ilahlık özelliği taşıyan bir şey yoktur. 

Senden başka ilah yoktur.”

“Sen” diyerek doğrudan O’na hitap ediyoruz. Rabbimizle iletişim kuruyoruz. O’nunla konuşuyoruz. “Sen benim Rabbimsin, ben senin abdinim. Bu kadar yakınız. Sen benim Sahibimsin.”

Yaratıcımıza hitap ederek O’nunla konuşabilmek çok önemli. “Sen” diyebilmek. “Ey Rabbim! Bu dünyada hiçbir şey Senin gibi değil. Bu varlıkların kendi gücü yok, ilmi yok, iradesi yok. Hepsi Sen’den Ey Rabbim!”

Ne kadar yakın ve sıcak, dostane bir bağ.

Rabbimiz, bize ümitsizlik içindeyken, Kendisiyle konuşmayı öğretiyor. Ümitsizliğim hangi derecede olursa olsun karşımda Rabbimi bulmalıyım. Beni yaratan, bu durumu yaratan O’dur. 

“La ilahe illa ente Subhaneke” 

“Subhaneke” Seni tenzih ederim…

Sen kusursuzsun, anlamına geliyor. Senin her işin mükemmeldir. Senin yarattığın her şey, benim kurtuluşum için bana en uygun muameledir. Bu Senin takdirindir. Bu zor durumumda anlıyorum ki ben tamamen acizim. Kendi başıma hiçbir şeye güç yetiremiyorum. Bunu fark etmekle anlıyorum ki bu ümitsizlikten, depresyondan, stresten kendi kendimi kurtaramıyorum. Fakat Sen beni kurtarabilirsin. “La ilahe illa ente subhaneke” 

Sen kusursuz olansın, senin gücünün, ilminin, merhametinin, şefkatinin sınırı yoktur. Her şeyi kapsamıştır. Benim en ince parçama kadar her şey senin gözetimin altında. Bütün varlığımı yaratan Sensin, duygularım dahil. 

Bu itiraf, bu teslim, kendi başına bir hiç olduğuna, hiçbir şeye güç yetiremeyeceğine, sorunlarını çözemeyeceğine dair bu teslim… Şimdi anlıyoruz ki, bu ızdıraplı deneyimin maksadı böyle bir sonuca tam bir bilinçlilikle ulaşmamıza imkan vermek içinmiş.

Fakat O senin için her şeyi yaratabilir. Sadece aczini itiraf et yeter. Ne yapabiliyorsan ancak O’nun sana verdiği güçle yapabildiğini anlamalısın. 

“Sen Subhan’sın.” Kusursuzsun, hiçbir kusur Sana arız olamaz. Gücünün sınırı yok, her şeye Kadirsin. 

“Subhaneke inni kuntu minezzalimin”

“Ben hata ettim.”

Neden böyle diyorum? Günah çıkartmak için mi? Hayır, dikkat etmemiz gereken bir nokta var: İnsan olarak hata etmem beklenen bir şeydir. Başarısız olmam, yanlışlar yapmam normaldir, bunda bir problem yok. Fakat burada “Ben hata ettim,” derken şunu kastediyoruz: Ben bu konumu, bu ilişkiyi, kendi gerçekliğimi fark etmemekle hata ettim, asıl sorunum burada.

“La ilahe illa ente Subhaneke” ile ifade edileni fark etmedim.

İnsanlara Allah’ın mesajını iletmekten ümitsizliğe düştüm. Onların dinleyip dinlememesi benim vazifem değildi. Sonucu yaratmak Sana aitti, fakat ben neticeye kendi başıma erişeceğimi zannettim. Burada bahsettiğimiz itiraf böyle oluyor. “Ben hata ettim,” şeklinde değil. Evet hata ettin, fakat böyle söylemek sana bir çözüm getirmiyor. Buradaki hatanın özünde, başarıya ulaşmaktan ya da çabalarımızın başarısız neticesinden bizim sorumlu olduğumuza inanmak yatıyor. Bu konuda hepimiz çok dikkatli olmalıyız. Biz gayreti göstereceğiz, neticeyi bizim için yaratan Rabbimizdir. Sonucun nasıl olması gerektiğini O bilir. Burada bana düşen sadece bu toprağa tohum ekmek; onu filizlendiren, büyüten, bitki haline getiren ben değilim. Kul olarak bizim yapabildiğimiz tohum ekmekten ibaret. Bu örnekte bunu açıkça görebiliyoruz, fakat kişisel hayatımızda, sosyal hayatımızda kul olarak kendi konumumuzu, çiftçilerin ekinlerle ilişkisi kadar açıkça göremeyebiliriz. (Burada imanlı, kainatı doğru okuyan çiftçilerden söz ediyoruz, aksi halde bazı çiftçiler bir ekinin nasıl geliştiği ile ilgili türlü şeyler anlatabilir, bunları büyüten sudur, güneştir gibi.  Bu onların tercihidir, fakat gerçekliğin farkında olan insanlar, evrenin, Yaratıcısının kontrolünde olduğunu bilirler.) 

Hz Yunus (as) Kıssasında Kendimi Buldum - 2. Bölüm | Ha-Mim

Bu ekini büyütecek olan, evreni Yaratandır diyebiliyorum, peki başvurduğum bir işle ilgili neticeyi yaratacak olan bu evreni Yaratandır diyebiliyor muyum? Peki ya üniversiteye başvurduğumda ya da bir girişimde bulunduğumda? Bu ilişkiyi çok açık bir şekilde göremediğimiz zamanlar oluyor. Özgeçmişimi gönderip elimden geldiğince mülakata hazırlanmalıyım, fakat sonuç benim elimde değil. Sonuç, her zaman benim için hangi sonucun daha iyi olduğunu bilen Rabbimin takdirine bağlı. Bunu hiç unutmamalıyız. Her zaman bizim için hayırlı olan sonucu veriyor. O’nu kendi düşmanımız zannetmemeliyiz.

İstediğimiz sonuca hemen ulaşamayabiliriz, fakat şunu anlamalıyız ki Allah bizim için hangi sonucu takdir ederse, uzun vadede bizim için en hayırlısı budur. Bizi her zaman koruyan Rabbimizden, her ihtiyacımızı karşılayan Sahibimizden bahsediyoruz. Teşbihte hata olmasın, hangi anne baba çocuğuna zarar vermek ister? Kendi duygularımızın nasıl yaratıldığına bakarsak, çocuğumu terbiye ederken ona kızdığımda bile –bir insan olarak öfkelenebiliyorum– onun iyiliği için kızıyorum, kendi iyiliğim için değil. Onun daha iyi bir konumda olmasını istiyorum. Tabii ben bakışı sınırlı bir insan olarak evladım için neyin daha iyi olduğunu bilemeyebilirim. Kendi bakışıma göre hayal kırıklıklarına uğrayabilirim. Fakat ilmi her şeyi kuşatan Mutlak Yaratıcım, yanılır olamaz. Onun takdir ettikleri, bizim için en iyi, en hayırlı sonuç oluyor. O’na güvenebiliriz. Yarattığı her şey bizim için en iyisi, en güzelidir. 

Ben kendi üzerime düşeni yapıp tohumları doğru mevsimde ekmezsem, tohumların büyüdüğünü göremem. Neden? Bu muamele bizim iyiliğimiz için. Rabbimiz bize, “Yarattığım düzene göre tohumları ekmek için en doğru mevsimi araştırıp öğren.” der. Üzerime düşeni yapıp doğru mevsimi bulmam gerek. Bu mevsimde ekerim, bir sonrakinde ekerim, derken evrenin Yaratıcısının iradesine göre yarattığı düzene uyarak en doğrusunun hangisi olduğunu öğrenirim. Yani Yaratıcımızın iradesine nasıl uymamız gerekiyorsa öyle uymayı öğrenmemiz gerek. Düzenin Yaratıcısını tanıdığımın bilinciyle düzene uyarsam, Onun iradesine kendi irademi teslim ettiğim için Ona ibadet ediyor olduğumu anlarım.  İstediğimiz sonuçları alamadığımızda, işimizi daha doğru bir şekilde yapmamız gerektiğini anlıyoruz. Bu bir terbiye sürecidir. Rabbimiz bizi terbiye ediyor; öfke, lânet, kızgınlık diye göremeyiz.

Başarısız olunca her ne kadar kendimizi suçlu hissedip kınasak da, Rabbimiz, “Bu abdime, yarattığım bu insana doğrusunun nasıl olduğunu öğretmek için terbiye edeceğim, böylece hatasını düzeltmesine imkan vereceğim, kendi gerçeğinin farkına varması için yardım edeceğim, o halde başarısızlıkla yanlışını tanıyabilecek, bakışını düzeltebilecek,” diyor.

Böylece Hz Yunus’u denize attı ve büyük bir balığın onu yutmasını sağladı. Onu denize insanlar atmıştı, fakat bu Allah’ın takdiri ve yaratmasıydı. Yunus (as)’ın iyiliği içindi, yani bu âyete muhatap olan bizler de anlamalıyız ki geçirdiğimiz zor zamanlar bizim iyiliğimiz için takdir ediliyor. Böyle anlarda tamamen aciz kalıyoruz, bizzat tecrübe edip anlıyoruz ki: “Benim elimden hiçbir şey gelmiyor. Hiçbir şeye gücüm yetmiyor. La ilahe. Kendimi bu durumdan kurtaramıyorum. Fakat denizin Sahibi, balığın Sahibi, karanlık gecenin Sahibi, çalkantının, fırtınanın, geminin Sahibi…”

Evreni yaratan, bana, “Kendine gel,” diyor. Bu âyetlerle bana söylenen, “Bütün bunların Rabbinin, Sahibinin gücü yeter. Balığı da senin için bir gemi gibi musahhar eden, emir altına alan O’dur. Seni bu durumdan O kurtarabilir.” 

Hz Yunus (as), “Bu çok güzel,” dedi. “Seni tenzih ederim. Sen kusursuzsun. İstediğin her şeyi yapabilirsin, her şeye gücün yeter. İtiraf ediyorum ben hata ettim.”

Bazı müfessirler, Hz Yunus (as)’ın hatasının, kavmini terk edip peygamberlik görevinden kaçmak olduğunu söylüyor. Ben bu fikre katılamıyorum çünkü bu iddia, Allah’ın Rab oluşuna uymuyor. Rab, ihtiyaçlarımı karşılayandır, Rab beni terbiye edendir, yardım edendir, her şeyi benim iyiliğim için düzenleyendir. Beni cezalandıran değil, bana doğru yolu, hatalardan çıkış yolunu gösterendir. 

Allah’ın bir peygamber olarak atadığı bir kişi için ancak kavminin kendisine verilen mesaja tabi olmamakta ısrar etmesi üzerine kendisinin peygamberlik görevinde başarısızlığını düşünerek ümitsizliğe kapılması söz konusu olabilir. 

“Ben hata ettim,” şu anlama geliyor: “Benim hatam, insanlara Allah’ın mesajını iletmek için çaba sarf ederken, bu görevden kaçmak değildi. La ilahe illa ente Subhaneke ile ifade edilen hakikati fark etmemekti. Yani ümitsizliğe kapılırken, La ilahe illa ente’yi düşünmedim. Başkalarına güç yetirebilecek bir şey, bir ilah yoktur Senden başka. Her şey Sen’in elindedir. Sen kusursuzsun, her şeyi yapabilirsin. Sana güvenmeliydim, fakat güvenmedim.” 

İşte hatamız burada. Hayat boyu düştüğümüz hatamız budur. Zannediyoruz ki bu işe ben gireceğim, çocuklarımı ben terbiye edeceğim, eşimin kişiliğini istediğim yönde ben şekillendireceğim. Eşim de aynı şeyi benim için düşünüyor ve çarpışmalar, çatışmalar yaşıyoruz. Çocuklar da anne babalarını kendi istedikleri yönde şekillendirmeye çalışıyorlar. Her birimiz, hayatımızı kendi isteklerimize göre şekillendirmeye çalışıyoruz. “Benim burada konumum nedir?” diye düşünmüyoruz. Bize düşeni yapıp, sonucu Yaratıcımıza bırakmalıyız.

Bu tohumu ekmek için en doğru mevsim hangisidir öğrenip, usulüne göre ekip, suyunu verip bakımını yapmaktan başka bir şey benden beklenmiyor. İstesem de bu tohumun büyüyüp bitki olmasında bir katkım olamaz. İtiraf etmeliyim ki bu bitkiyi Allah yaratıyor. İşte bu bilinçle evrenin düzenine uyarsam, düzene uyarken Allah’a sonucu yaratması için müracaat ettiğimin ve dolayısıyla Ona ibadet ettiğimin farkına varırım.

Bu durumda Allah’ın mesajını insanlara iletmek için bana düşeni elimden gelen en iyi şekilde yapmalıyım. Rabbimin yaratma düzenine elimden gelen en iyi şekilde uymalıyım. İnsan psikolojisini, insanlara nasıl davranmak gerektiğini göz önünde bulundurmalıyım. Bana düşeni yapıp neticeyi Allah’a bırakmalıyım. Yunus (as)’ın hatası buradaymış. Onun örneğinde ben kendimi bulmalıyım. Yaratıcım bana şöyle diyor: “Ali/ Mustafa/   dikkat et. Büyük balığın karnına girmeden önce anlamalısın ki yaratan sen değilsin. Sonucu yaratacak olan da sen değilsin. Sonuç yaratılmadığında ümitsizliğe düşmemelisin.” 

Sonucu yaratacak olan Allah’tır. O’na güvenmeli ve siperimizi asla terk etmemeliyiz. Nefsimiz/egoist yönümüz bize şunları telkin edebilir: “Bu işi ben halledeceğim, bu kariyeri ben ilerleteceğim, kazanan ben olacağım…”

Fakat başarısız olunca, o gece bizim için bir kabusa dönüyor. “Neden yapamadım?” 

Aslında bu başarısızlık bize Rabbimizin bir lütfudur. Bize şöyle diyor: 

“Dikkat et, kendi konumunu unutma. Bilmiyorsan kendi konumunun ne olduğunu öğrenmelisin. Seni bana ibadet etmen için yarattım, kendine ibadet etmen için değil. Kendini kaybetme. Kendini tamamen kaybetmeden sana bir fırsat daha vereceğim. Kendi konumuna uygun davranmadığın müddetçe başarılı olmana imkan vermeyeceğim.”

Ben sadece üzerime düşeni yaparken, Rabbimden neticeyi benim için yaratmasını niyaz ediyorum. O’ndan rica ediyorum: “Lütfen bana iyi bir iş ihsan et, iyi bir okulda iyi bir pozisyon ver, ailem içinde bana şerefli bir yer ihsan et, toplumda bana şerefli bir yer ihsan et, başka insanlara muhtaç etme, izzetimi koru, bu izzet ve şerefi Sana arz edeceğim ve hepsinin Sen’den olduğunu bileceğim.”

Şimdi Yunus (as) hatasını itiraf edip istiğfar ettikten sonra neler olduğuna bakalım. 

فَاسْتَجَبْنَا لَهُ وَنَجَّيْنَاهُ مِنَ الْغَمِّ ۚ وَكَذَٰلِكَ نُنْجِي الْمُؤْمِنِينَ 

21:88 Biz de ona karşılık verip onu gamdan kurtardık. İşte biz inananları böyle kurtarırız.

Şimdi sen gerçeği, hakikati fark ettin, anladın. Tövbe ettin, döndün, hatanı itiraf ettin. Bu durumda sana karşılık veririz. 

Rabbimiz bizi terbiye ediyor ve yaratanın biz olmadığımızı gösteriyor. Biz sadece bir dilekçe veriyoruz. Evrendeki düzene uyarak üzerimize düşeni yapıyoruz, sonucu bizim için yaratmasını Rabbimizden bekliyoruz. 

“Ona karşılık verdik…” Samimi bir şekilde Rabbimize dönüp hatamızı O’na itiraf ettiğimizde Rabbimiz bize cevap veriyor. Fakat kendi bulunduğumuz yere göre nasıl cevap vereceğini bilmiyoruz. Yunus (as) gibi tam teslim olmak başka, kendi halimize göre 70%, 80%, 50% teslim olmak başka birşeydir. Kendi gerçekliğimizin ne kadar farkındaysak o kadar teslim olabiliyoruz. 

Bu teslimiyeti sadece teoride anlayıp, dil ile “Teslim oldum,” demenin ötesinde bir teslimiyetten bahsediyoruz. {لَا إِلَٰهَ إِلَّا أَنْتَ سُبْحَانَكَ إِنِّي كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِين} dediğimizde, bunu gerçekten hissetmemiz gerek. Kendi hayatımızda bu cümleyle ifade edileni doğru bulup tasdik ediyor muyuz? Bilinçli bir şekilde, kastederek söylüyor muyuz? 

Bu münacatı söylemek için dil, anlamak için akıl, farkına varmak için şuur, hissetmek için duygular verilmiş. Bunları işleterek, bu anlamı içselleştirip bu münacatta bulunmalıyız. 

Hz Yunus (as) gibi bize de cevap verilir ve gamdan kurtarılırız.

Bu âyette “Onu balığın karnından kurtardık,” ya da “Onu denizden kurtardık,” demiyor. 

“Onu gamdan kurtardık,” diyor. Gam çok derin bir üzüntüdür. Kur’an’da böyle bir ifadenin kullanılması, önceki tasvirlerde gamın, depresyonun anlatıldığını gösteriyor. Bu âyetlerle benim ümitsizliğim, üzüntüm, depresyonum anlatılıyor. 

“İşte biz inananları böyle kurtarırız.” 

Allah’a inananlar, bu mesajın aşamalarından böyle geçiyor. İnanmayanların geçtiği psikolojik aşamalar daha farklıdır, fakat bu dersimizin konusu değil. Onların başarısızlıkları yalnızca ümitsizliğe değil, Yaratıcı’ya isyana yönelir.

Demek ki Rabbimizin yardımıyla gamdan, kederden, ümitsizlikten kurtulmak için böyle bir yol izlememiz gerekiyor. Çıkmazlardan kurtulmak için anahtar nokta burası: 

فَنَادَىٰ فِي الظُّلُمَاتِ أَنْ لَا إِلَٰهَ إِلَّا أَنْتَ سُبْحَانَكَ إِنِّي كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ

Karanlıklar içinden seslendi: Senden başka ilah yoktur. Seni tenzih ederim. Şüphesiz ben zalimlerden oldum.

Demek ki Allah’a inananlar, en temel hatalarını görüp tevbe edince çıkmazlarından kurtulabiliyorlar. En temel hata şu değildir: İnsanlara tebliğde bulunurken öyle bir üslubu değil de şöyle bir üslubu kullansaydım… 

En temel hata, neticenin bizim kontrolümüzde olduğunu zannetmek. Fark etmemiz gereken asıl nokta burası. Yunus (as) bize örnek teşkil ediyor. O fark etmiş ki kurtuluş gerçek Rabbin, İlahın kim olduğunu fark etmekte. 

“Senden başka ilah yoktur.” 

Allah’ın Yunus (as)’ı nasıl kurtardığını inşaAllah haftaya göreceğiz. Gamdan, kederden, çıkmazlardan kurtulmak istiyorsak bu kıssayı hatırlamalıyız. 

Unutmayalım ki bu kıssa öylesine bir hikâye değildir; Yaratıcımızın bizim halimizden bahsederek bize hitap etmesidir.

*Islam from Within Youtube kanalında yayınlanan “Part 2 – I Found Myself in the Story of Jonah – 09/09/20” başlıklı videonun transkriptinin çevirisidir.

Bölümler: 1 | 2 | 3 

Yazar hakkında

Hanne Sozen

Yorum yazın

1 Yorum

  • Peygamber kıssalarında kendimi nasıl bulacağımı anlatan, derin ve incelikli hakikatler ikram edilmiş, anlatan ve yazıya aktaranlardan Allah razı olsun. Heze min fadli Rabbi.