Ders Notları

Varlığımız Kimin Elinde? Ya Da ‘Ehadiyet Eğitimine’ Kendimizden Başlamak

Varlığımız Kimin Elinde? Ya Da ‘Ehadiyet Eğitimine’ Kendimizden Başlamak | Ha-Mim

Ha-mim’in geçtiğimiz hafta sonu (26. 03. 2022) yapılan online Risale dersinde (https://www.youtube.com/watch?v=uqZbu-57DOE), yeni bir bahse, İkinci Şua’ya başlandı. Benim zorunlu sebeplerle canlı olarak katılamayıp kayıtlardan takip edebildiğim derste, ilgili bahsin ilk paragrafları okunup müzakere ediliyor. Müellifin, “Bu risale benim nazarımda çok mühimdir. Çünkü içinde çok mühim ve ince olan esrâr-ı imaniye inkişaf ediyor. Bu risaleyi anlayarak okuyan adam, imanını kurtarır inşallah” notunu düştüğü Risale “Allahü ehad”e dairdir” başlığı ile veriliyor. Derste paylaşılan kıymetli müzakereleri ilgili kayıtlara havale edip burada, aşağıya alıntıladığım paragrafa dair gündeme getirilen müzakerelerden birisini -küçük tasarruflarla- aktarmak istiyorum.

“İşte Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm yemin ettiği vakit, en çok istimal ve tekrarla her zaman ferman ettiği şu “vellezî nefsü Muhammedin biyedih” kasemidir. Ve bu kasem gösteriyor ki, şecere-i kâinatın en geniş dairesi ve en müntehâsı ve nihâyâtı ve teferruatı dahi Zât-ı Vâhid-i Ehad’in kudretiyle ve iradesiyledir. Çünkü, mahlûkatın en müntehap ve en müstesnası olan Muhammed aleyhissalâtü vesselâmın nefsi kendi kendine malik olmazsa ve ef’âlinde serbest bulunmazsa ve harekâtı başka bir ihtiyara bağlı ise, elbette hiçbir şey, hiçbir şe’n, hiçbir hal, hiçbir keyfiyet, cüz’î olsun küllî olsun, o muhît iktidarın, o şamil ihtiyarın daire-i tasarrufunun haricinde olamaz.”

Görüldüğü gibi metin, hadis kaynaklarında bazen -bu metinde olduğu gibi- “Muhammed’in nefsi/varlığı kudret elinde olan Allah’a yemin olsun”, bazen ismini zikretmeksizin “Nefsim/varlığım kudret elinde olan Allaha yemin olsun” mealindeki bu yeminin ihtiva ettiği hakikatlere dikkat çekiyor. Bir müzakereci şunları söylüyor: “Parça bize, Resulullah’ın böyle yemin ettiğini ifade ediyor. Bunu duyunca insan önce ‘o böyle yemin edermiş, ne olmuş, bunun tevhid inancıyla ne alakası var?’ diyesi geliyor. Sonra metin, ‘Ve bu kasem gösteriyor ki şecere-i kainatın en geniş dairesi ve en müntehası ve nihayâtı ve teferruaâtı (Hz. Muhmmed) Zât-ı Vâhid-i Ehad’in kudretiyle ve iradesiyledir’ yani yaratılmıştır, ibaresini okuyunca, ‘dur bakalım, Hz. Muhammed’le ilgili olarak ifade edilen bu sıfatlar aynı zamanda insanı tasvir ediyor, bizi tasvir ediyor, beni tasvir ediyor’ diyoruz. Zira Hz. Muhammed’i (asm) tasvir eden bu ibareyi insanın tanımı olarak da okuyabiliriz. Gerçekten insan bir bakıma yaratılış ağacının en geniş dairesi, müntehası ve nihayâtı yani meyvesi değil midir? Demek ki metin aynı zamanda benden bahsediyor. Beni tevhidi anlamaya sevk ediyor. Nasıl sevk ediyor? Diyor ki, ‘Mahlukatın en müntehab ve en müstesnası olan Muhammed (asm)’ın nefsi kendi kendine malik olmazsa ve ef’alinde serbest bulunmazsa ve harekâtı başka bir ihtiyara bağlı ise elbette hiçbir şey, hiçbir şe’n, hiçbir hal, hiçbir keyfiyet, cüz’î olsun, küllî olsun, o muhit iktidarın, o şâmil ihtiyarın daire-i tasarrufunun haricinde olamaz.’ Demek ki ben kendi nefsimi, kendi gerçekliğimi bilirsem, işte o zaman ehadiyeti anlarım, yani Allah’ın eşsizliğini, tekliğini, mutlaklığını!”

Demek ki metin aynı zamanda benden bahsediyor. Beni tevhidi anlamaya sevk ediyor. Nasıl sevk ediyor? Diyor ki, ‘Mahlukatın en müntehab ve en müstesnası olan Muhammed (asm)’ın nefsi kendi kendine malik olmazsa ve ef’alinde serbest bulunmazsa ve harekâtı başka bir ihtiyara bağlı ise elbette hiçbir şey, hiçbir şe’n, hiçbir hal, hiçbir keyfiyet, cüz’î olsun, küllî olsun, o muhit iktidarın, o şâmil ihtiyarın daire-i tasarrufunun haricinde olamaz.’ Demek ki ben kendi nefsimi, kendi gerçekliğimi bilirsem, işte o zaman ehadiyeti anlarım, yani Allah’ın eşsizliğini, tekliğini, mutlaklığını!

“Ben kendimi nasıl görüyorum? ‘Canım beni de, her şeyi de Allah yarattı’ deyip genel bir ifade ile iktifa mı ediyorum yoksa kendimi her açıdan adam akıllı sorgulayıp benim şu özelliğimi, şu işimi, şu halimi… Allah yaratıyor’ noktasına çıkabiliyor muyum? Metinde ehadiyete ulaşmak için Resulullah’ın yeminin işaret ettiği hakikat üzerinden bu mesaj veriliyor. Diğer bir ifade ile, ‘beni Allah yarattı’ demekle iş bitmiyor. Benim neyimi yarattı diye sorgulamak ve düşünmek gerekiyor. Düşünüp sorgulayınca anlıyorum ki beni yaratan O, benim nefsimi yaratan O, benim özelliklerimi yaratan O, benim duygularını yaratan O, benim fiillerimi yaratan O, benim hallerimi yaratan O, benim tercihlerimi yaratan O, benim tercih etme özelliğimi yaratan O… Zira benim varlık kaynağım ben değilim, bunu fark ediyorum. Mesela hareket ediyorum, bunun gerçekleşmesi için hem bedenimde hem dış çevrede sayısız şartlara ihtiyaç var. Bunların kaynağı ben değilim, bunları düzenleyen ben değilim, bunları sağlayan ben değilim, bunların varlık kaynağı birbirleriyle anlaşmaları mümkün olmayan madde de olamaz… Nitekim adım atamayan, elini oynatamayan, parmağını kaldıramayan bazı insanlar yok mu?”

“Evet ben istediğim için hareket ediyorum ama bunu yaratan ben değilim. Ben ‘dilenciyiyim’, ben ‘isteyiciyim’. Küçük bir hareket için fiziki bakımdan şunlara şunlara ihtiyaç var. Bunları kim sağlıyor? Ben hazır olanı kullanan bir kimseyim, verileni kullanıyorum. Ama vermenin yahut sahip olmanın kaynağı ben değilim, gördüğüm şeyler de değil. İhtiyar eden, seçen benim ama seçme özelliğimin kaynağı da ben değilim, gördüğüm şu diğer varlıklar da değil. Bana seçme özelliğini O vermiş, ben Onun verdiği bu özelliği kullanıyorum. Seçimime, tercihime, yorumuma göre de O yaratıyor. Elbette sorumluluk bana ait. Bu ayrı bir konu. Sonuç olarak anlıyorum ki ben dünyaya bebek olarak gönderiliyorum. İhtiyacım olan her şeyi hazır buluyorum. Bunların yaratılmasında, hazırlanmasında hiçbir rolüm yok. Hepsi bana verilmiş olan şeyler…”

“Tekrar ana konuya dönersek, demek ki tevhide ulaşmak için önce kendimizden başlayacağız. Kendimize bakacağız. Kendimizdeki hiçbir şeyin bu kainatta varlık kaynağı olmadığını anlayacağız. Mutlak bir Yaratıcının olması gerektiğine intikal edeceğiz. Sonra da ulaştığımız bu sonucu kainata, kainattaki varlık, olay ve fiillere yansıtacağız. Böyle bir süreç izlemezsek inandığımız söylesek bile, ‘kainatı yaratıp, şu anda kainata ilgisi olmayan bir uluhiyet anlayışına’ sahip oluruz. Yaptığımız işleri kendimize mal ederiz. Yaşadığımız halleri kendimize mal ederiz. Varlıklarda bulunan özellikleri varlıkların kendine ait olarak görürüz. Kainattaki işleri varlıkların kendi hüneri ve kendi eseri imiş gibi kabul etmiş oluruz. Oysa bunların hiçbirisinin aslı olmadığı meydanda.”

Müzakerelerde gerek önceki paragraf gerekse bu paragraf ve bundan sonraki paragraflarla ilgili olarak özgün tefekkürler dile getiriliyor. Bu yemin ve bu müzakere vesilesiyle benim en çok dikkatimi çeken husus, ehadiyet eğitimine kendimizden başlamaya dönük vurgu oldu. İnsan kendi varlığını, işlerini, hallerini ve tercihlerini dış dünyadan ve başkalarından daha iyi bilir. Dünyaya gelişimiz -evet çok aşikar- bir İrade ve Kudret eliyle gerçekleşiyor ama çoğu defa imanımızın bu anlayış düzeyinde kalması gibi bir gafletin içinde olabiliyoruz. Oysa düşündüğümüzde anlıyoruz ki nefes almamızdan nefes vermemize, yeme-içmemizden oturup kalkmamıza, coşkumuzdan hüznümüze varıncaya kadar her fiil, her tutum, her iş ve her halimiz Onun vasıtasıyla, Onun irade ve kudretiyle gerçekleşiyor. Allah razı olsun.

Yazar hakkında

İlyas Üzüm

Dünyalıyım. Güneş Sistemi sokağında oturuyorum. Yaşadığım Samanyolu galaksisi şehrini bile gezemedim. Yolda mıyım, emin değilim ama "yolda olmak, yolcu olmak" istiyorum; zaman ve varlığın sonsuz yolculuğunda.

Yorum yazın