Ders Notları

Duygularımızın Tatmini ve Terbiyesi Açısından Fizikî Alemin Yetersizliği ve Yaratıcının “Kelâm” ile Konuşmasına Olan İhtiyacımızın Zarurîliği

Duygularımızın Tatmini ve Terbiyesi Açısından Fizikî Alemin Yetersizliği ve Yaratıcının “Kelâm” ile Konuşmasına Olan İhtiyacımızın Zarurîliği | Ha-Mim

Örgün eğitim kurumlarında ve küçük çaplı özel okumalarımda öğrendiklerimle Ha-mim derslerinde tecrübe etmeye çalıştıklarımı göz önünde bulundurduğumda, “din” deyince iman, “iman” deyince tasdik, “tasdik” deyince, kalbin itminanı, “kalb”in itminanı deyince de “aklın iknası” geçiyor zihnimden. Eğer aklen ikna olmuyorsam kalbimle yahut duygularımla tasdik edemiyor, tasdik edemeyince iman olmuyor, iman olmayınca da “o şey” kendi dünyamda, -inkar etmesem bile-, din yahut dine ait bir husus olma vasfı taşımıyor.

Aklın iknası ve kalbin onaylamasından başlayıp iman ve dine giden bu silsilenin ne kadar kıymetli ve ne kadar sağlıklı olduğunu, hafta sonu yapılan müzakereli bir derste, önemli bir iman konusu örneği üzerinden bir kez daha görme imkanı buldum. Okunan metinle bağlantılı olarak (Ayetü’l-kübra, vahiy-ilham ilişkisi) gündeme gelen bahis şu idi: “Yaratıcı, içinde yaşadığımız bu fizikî alemi eşsiz bir tezyinat, sanat ve güzellik içinde yaratarak hilkatiyle ‘hâlen’ ve ‘fiilen’ konuştuğu gibi, insana ‘konuşma’ özelliği veren O Yaratıcının, aynı zamanda, insanların akıl ve anlayışlarına göre konuşması (tenezzülât-ı ilahiye), konuşmalara konuşmasıyla müdahale etmesi de ‘Rububiyet’inin tezahürüdür. Nitekim yüzlerce peygamberden tevatürle gelen nakiller, mukaddes kitaplar da vahyin hakikatini gösteriyor…”.

Mealen ve kabaca verdiğim metin, devam eden paragraflarda vahyi beş temel esas üzerinden aklı ikna edecek şekilde temellendiriyor. Bana gelince, ben, evrenin fiilî olarak Yaratıcının bir tür konuşması olduğunu kolayca anlayabildiğimi düşünüyorum. İnsana konuşma yani meramını “lafza dökerek” ifade etme kabiliyeti verenin “O” olduğunu da aynı kolaylıkla tasdik ediyorum (konuşma kabiliyetini kendim kazanmadım, annemin eseri olmadığı da meydanda). Peki, O Mutlak Yaratıcının “kavlî/kelamî” olarak da konuşması gerektiğini nasıl temellendirebilirim? Başka bir ifadeyle, Onun kainatı mükemmel şekilde yaratması, kainatın da sergilediği özelliklerle Yaratıcıyı adeta aşikar şekilde tanıtması karşısında, Onun “kavlî/kelamî konuşmasına” ihtiyacım var mı?

İşte dersin bir bölümünde, bu soruyla ilgili olarak beni ikna edici çok güzel müzakereler ortaya konuldu. Önce genel bir tespit paylaşıldı, şu tür ifadelerle: “Biz Müslüman bir çevreden geliyoruz. ‘Kur’an bizim kitabımız, Kur’an güzel şeyler söylüyor, bazılarını ben anlayamasam bile ‘ulema anlar’ deyip geçiyoruz. Yani biz, Kur’anı ciddi şekilde tetkik edip de, sonunda ‘Evet, Kur’an tam sorularıma cevap veriyor, ihtiyaçlarımı karşılıyor’, sonucuna ulaştıracak bir çalışma alışkanlığı içinde pek bulunmuyoruz. Bizimki -inkar değil ama- genel kabulden ibaret. İşte Risaleler bu noktadaki eksikliğimizi tamamlıyor, genel kabullerimizi tutarlı açıklamalarla ‘tahkiki iman’ özelliğine kavuşturuyor…”.

Eğer kainatı yaratan, işkenceden zevk alan birisi değilse, -ki kainat Onun sonsuz rahmet, mağfiret ve kerem sahibi olduğunu gözler önüne seriyor-, çelişkili gibi görülen bu sorulara, insan olarak benim sahip olduğum daha doğrusu Onun bana verdiği konuşma ve anlama seviyesine uygun şekilde açıklamalarda bulunması lazım. Benim düzeyime inmesi lazım. Bana rehberlik yapması lazım. Beni aydınlatması lazım. Yaptığı ‘rehberlik konuşması’nın bu soruların cevabını içermesi lazım. Niçin beni bu şekildeki bir yaratılışa tabi kıldığını açıklaması lazım. Duygularımdaki çelişkileri gidermesi lazım. Duygularımı nasıl kullanacağım konusunda yol göstermesi lazım. Bana verdiği ve kullanımında özgür bıraktığı ve devamlı birbirinin zıddı iki seçenek karşısında karar verme niteliğindeki iradeyi nasıl kullanacağıma dair kılavuzlukta bulunması lazım. Benim duygularımı terbiye etmesi lazım.

Bundan sonra ana soruya dönülerek, “Kainatın sürekli şekilde yaratılarak Yaratıcısını bildirmesi, Onun özelliklerini gözler önüne sermesi yetmez mi? Bir de Onun ilaveten ‘lafızlara dökülmüş’ şekilde kelamı ile konuşması gerekiyor mu?” sorusu tekrarlandı. Bir müzakereci -mealen- şunları söyledi: “Ben, kainatla gelen bilgilerle kendi his dünyam arasında büyük bir çelişki görüyorum. Kainatla gelen bilgiler bana kainatın bir Yaratıcısı olduğunu, Onun ilim, kudret, irade, hikmet… sahibi olduğunu gösteriyor. Gözlem ve tecrübelerim sonucunda bunu anlayıp onaylayabiliyorum. Diğer taraftan ben acıkıyorum, susuyorum, yaşamak için pek çok şeye ihtiyaç duyuyorum ve bunları kainattan karşılıyorum; karnımı doyuruyorum, suyu içiyorum, öteki ihtiyaçlarımı temin ediyorum, buna da hayatımla şahit oluyorum. Ama bunlar benim bedenî ihtiyaçlarım. Bir de benim duygularım var. Yaratılışımda bulduğum yani kainatı ve beni yaratanın bana verdiği duygular. Mesela ben yaşlanmak istemiyorum, fakat yaşlanıyorum. Sevdiğim şeyleri kaybetmek istemiyorum ama kaybediyorum. Ölüp toprağın altına girmek istemiyorum ama her insanın öyle olduğunu görüyor, günün birinde benim de öyle olacağımı biliyorum. O zaman sormadan edemiyorum: Bu muazzam Kudrete sahip olan, yeni yeni bebekler yaratırken beni niye yaşlandırıyor ki? Ne istiyor benden? Neden yaşlandırıyor beni? Hem bana ‘yaşlanmak istememe’ duygusu vermiş hem de beni yaşlandırıyor. Hem bana ‘ölmek istememe’ duygusu vermiş hem de ölümü veriyor. Hem ‘sevdiklerimle sürekli beraber olma’ duygusu vermiş, hem de sevdiklerimi birer bire elimden alıyor. Neden? İnsan burada kendisini bir çıkmazda buluyor. Ben şahsen kendimi böyle bir çıkmazda buluyorum…”.

Müzakerecinin kendi hissi tecrübelerinden yola çıkarak dillendirdiği, benim akıl ve duygularımın da “doğru” diyerek iştirak ettiği müzakere şöyle devam etti: “Her şey yolunda gittiğinde, ‘Allah’a şükür’ demek kolay da, birtakım ciddi sıkıntılarla karşılaşıldığında durum değişiyor. Söz gelimi, tedavisi olmayan bir hastalığa maruz kalmış bir kimsenin acı içinde kıvrandığını görünce, ‘Bu zavallı adama niye işkence çektiriliyor’, demiyor muyuz? İşte çelişki burada. Bu çelişki acaba, ‘Beni yaratanın kudretinin yetmezliğinden mi geliyor yoksa başka bir iş mi var işin içinde’ diye düşünmek gerekiyor. Bakıyorum, mesela, bir kişi böbrek sancısından kıvranıyor yahut başka birisi ‘midem deliniyor’ diye inliyor veya bir diğerinin ciğerlerinde sorun var, nefes almakta zorlanıyor. Peki, Yaratıcı sağlam böbrek veya sağlam mide yahut sağlam akciğer vermekten aciz mi? Hayır! Zira görüyorum ki sağlam böbrek, mide, akciğer gibi organlara sahip milyonlarca insan var. Demek Onun eksikliğinden kaynaklanmıyor bu! Peki, neyin nesidir? Niye bunlar var? İnsanın -deyim yerindeyse- çıldırası geliyor…”.

Müzakerenin devam eden bölümü ana konuyu benim açından gayet berrak olarak şöyle aydınlattı: “İşte bu konuda Yaratıcımın bana yardım etmesi kaçınılmazdır. Zira kainat bir bakıma ‘kapalı kutu’, duygularımız da adeta ‘kapağı olmayan kutu’dur. Duygularımız sonsuza açılıyor. İsteklerimiz sonsuz. Kainata sığamıyoruz. Peki bu kapalı kutuda, kapalı kutuya sığmayan duygularımız niçin böyle bir durumda? Eğer kainatı yaratan, işkenceden zevk alan birisi değilse, -ki kainat Onun sonsuz rahmet, mağfiret ve kerem sahibi olduğunu gözler önüne seriyor-, çelişkili gibi görünen bu sorulara, insan olarak benim sahip olduğum daha doğrusu Onun bana verdiği konuşma ve anlama seviyesine uygun şekilde açıklamalarda bulunması lazım. Benim düzeyime inmesi lazım. Bana rehberlik yapması lazım. Beni aydınlatması lazım. Yaptığı ‘rehberlik konuşması’nın bu soruların cevabını içermesi lazım. Niçin beni bu şekildeki bir yaratılışa tabi kıldığını açıklaması lazım. Duygularımdaki çelişkileri gidermesi lazım. Duygularımı nasıl kullanacağım konusunda yol göstermesi lazım. Bana verdiği ve kullanımında özgür bıraktığı ve devamlı birbirinin zıddı iki seçenek karşısında karar verme niteliğindeki iradeyi nasıl kullanacağıma dair kılavuzlukta bulunması lazım. Benim duygularımı terbiye etmesi lazım. ‘Şunu şöyle anlarsan veya yorumlarsan kendini anlamsızlıklar içinde bulursun,’ ‘Şunu şöyle yaparsan işkence çekersin’, yahut ‘şöyle yaparsan huzurlu olursun’ demesi lazım. Ayrıca bunları gönderdiği bir eğitmenin (peygamber) uygulama örnekliği ile somutlaştırması lazım…”.

Bir de benim duygularım var. Yaratılışımda bulduğum yani kainatı ve beni yaratanın bana verdiği duygular. Mesela ben yaşlanmak istemiyorum, fakat yaşlanıyorum. Sevdiğim şeyleri kaybetmek istemiyorum ama kaybediyorum. Ölüp toprağın altına girmek istemiyorum ama her insanın öyle olduğunu görüyor, günün birinde benim de öyle olacağımı biliyorum. O zaman sormadan edemiyorum: Bu muazzam Kudrete sahip olan, yeni yeni bebekler yaratırken beni niye yaşlandırıyor ki? Ne istiyor benden? Neden yaşlandırıyor beni? Hem bana ‘yaşlanmak istememe’ duygusu vermiş hem de beni yaşlandırıyor. Hem bana ‘ölmek istememe’ duygusu vermiş hem de ölümü veriyor. Hem ‘sevdiklerimle sürekli beraber olma’ duygusu vermiş, hem de sevdiklerimi birer bire elimden alıyor. Neden? İnsan burada kendisini bir çıkmazda buluyor. Ben şahsen kendimi böyle bir çıkmazda buluyorum…”.

Müzakere, hayatın her alanında eğitimin çok önemli olduğu, en basit gibi görünen işlerde bile eğitim almanın zaruriliği, dolayısıyla duygularımızı eğitme konusunda da “ben bilirim, ben yaparım” demenin anlamsız olup insanın mutlaka ilahî rehberliğe tabi olarak kendisini eğitmesi gerektiği… üzerinden akıp gitti. Sonuçta ben, duygularımızın tatmini ve terbiyesi açısından kainattan gelen yahut kainatla gelen bilgilerin yetersizliğini, hatta bir bakıma duygularımızla (hastalıklar, musibetler ve ölümler gibi) kainatta gördüklerimiz arasında çelişkiler bulunduğunu, bu yüzden kainatı Yaratanın fiilî konuşmasından başka “kavlî” yani lafızlara büründürülmüş konuşması ile bu çelişkileri gidermesinin kaçınılmazlığını daha iyi anladım ve daha ikna edici buldum. 

Konunun çok uzantıları olduğu aşikardı. Fakat benim kendi açımdan özellikle istifade ettiğim husus, Yaratıcının kavlî/kelamî konuşması olması gerektiğinin ‘duygularımız’dan hareketle mantıkî bir seyir içinde temellendirilmesi oldu. Hatta bu temellendirme o kadar hakikatli idi ki, müzakerecinin şu sözü bana çok dikkat çekici geldi: “Kainatta gördüğümüz acı, sıkıntı gibi olumsuzluklarla ilgili olarak bizi çıkmazda bırakan duygularımız karşısında, bizi bu duygularla var eden Yaratıcının mutlaka açıklamaları olması gerekir. Bu açıklamalarını, beni konuşmalardan anlayan özellikte yarattığına göre, bu özelliğime konuşarak cevaplarını ve yönlendirmelerini bildirmesi gerekir. Eğer bir kimse, kendisini Onun konuşması olarak anan bir kitapta bunların açıklamasını bulmuyorsa, mutlaka böyle bir konuşma metni olması gerekir deyip arayışına devam etmelidir”. 

Müzakerecinin bu notu çerçevesinde, ilgili bazı ayetleri düşündüğümde, Kur’an’ın aynı zamanda, bu konularda da çok açık, çok tatmin edici mesajlar verdiğini gördüm. Böylece “Mushaf”ın ve Mushafta yazılı olanların böyle bir ilahî konuşmanın metni olduğuna dair imanının pekiştiğini hissettim. 

Beni böylesi bereketli bir müzakerede bulundurduğu için Rabbime şükrederken, aktif yahut pasif katılım sağlayan bütün müzakerecilere de teşekkür ettim.

Yazar hakkında

İlyas Üzüm

Dünyalıyım. Güneş Sistemi sokağında oturuyorum. Yaşadığım Samanyolu galaksisi şehrini bile gezemedim. Yolda mıyım, emin değilim ama "yolda olmak, yolcu olmak" istiyorum; zaman ve varlığın sonsuz yolculuğunda.

Yorum yazın