Bundan bir kaç zaman önce uzak doğu sporlarının yapıldığı bir merkeze gitmiştim. Tanıtım sunumunu yapan hoca bir örnek vermek istedi. ‘Öğretmeye çalıştığımız şey, güçlü olmak değil gücün nasıl kullanılacağıdır’ deyip beni yanına çağırdı gönüllü olarak. Hem cüssece ondan iri olduğum hem de bir bayanın karşısında durduğum için ‘Güç önemli değil dese de,ben ondan daha güçlüyüm’ düşüncesinin verdiği rehavetle dediklerini yapmaya koyuldum. Ellerini tutturdu bana sıkı sıkı. ‘Sakın bırakma’ dedi, ‘Ben ne yaparsam yapayım.’
Bırakmayacağımdan emindim; o da kendinden emin gözüküyordu. Kaba kuvvete karşı tekniğin nasıl galip gelebileceğini pek kestiremiyordum. Ama bütün gücümle onu zapdetmek üzere kasılmıştı vücudum. Sahnedeki sihirbazlar gibi ‘Bir.. iki… üç.’ deyip bir çırpıda elimden kurtulduğunu farketmem bile üç beş saniyemi aldı. Dediği oldu ve teknik, güce galip geldi. Cılız bir bayana karşı, çok güvendiğim pazularımın yetersiz kaldığını inşallah etraftan pek gören olmamıştır diye dua etmekten başka yapacak birşey yoktu.
Teknik; yani bir işin püf noktası veya sırrı. Bunu hep çok önemli bulmuşumdur. Yukarıda örneğini aktardığım uzak doğu sporlarında olduğu gibi, aynı zamanda düşünce ve bilgi edinme alanında da bu anlamda bir teknikten, bir sırdan bahsetmek mümkün. Hatta buna ‘zihinsel karate’ deyimini de takanlar var. Kasdedilen, örnekte olduğu gibi , basit hareketlerle çok iş hallediverme yeteneği. Kas gücünü geliştirmekten ziyade onu en ideal kullanmanın şifresi.
Kitap okurken, sunulan bilgi yığınları içersinde, en kısa ve en etkin anlam bağlarını görmeye çalışmam bu yüzden. Bir anlamda, pratiğe dökülmüş bilgeliğin ipuçlarını ararım. Günümüzde bilgi çok ama bilgelik biraz uğraş istiyor. Kuru bilgi yığınlarından sıyrılıp işe yarar bir bilgeliğe ulaşmak da herhalde en etkin anlam ağlarını keşfetmekten geçiyor. Büyük resmi görmek tabirinden kasıt bu olsa gerek.
Bazı kitaplar, büyük resmi göstermede daha maharetli.. Bazıları o kadar değil. Nedenleri ve niçinleri üzerinde durmak bu yazının konusu değil. Ama özetle, yüzeysel tatbikatları konuşmak yerine meselelerin altında yatan teorik tabanı keşfedebilen yazarların eserlerinde, bizi işe yarar bilgeliğe götürecek içeriğin daha fazla olduğu kanaatindeyim. Okuduğunuzda, beyninizde bir lamba yaktıran, size ‘Hah, tam da bu’ dedirten, ‘Bunu ben neden düşünmemişim ki?’ diye basitliğinden hayrete düşüren, size adeta zihinsel bir sınıf atlatan eserlerden bahsediyorum. İyi kitap tarifini de böylece vermiş mi olduk acaba?
Bu başlık altında, bu tür kitaplardan bahsetmek istiyorum. Bir sıralamaya koyup en iyisinden başlamak zor ve pratik değil. O yüzden, okuduğumda kayda değer diye düşündüğüm kitapları paylaşacağım. Bunların çoğu İngilizce olduğu için, yapacağım alıntılar o dilde olabilir. Ancak yazının çoğu Türkçe olacak.
İlk kitabın başlığı şu: Switch: How to Change Things When Change is Hard (Düğme/Değişim: Değişmenin Zor Olduğu Durumlarda Değişim Nasıl Gerçekleştirilir)
İçerik itibariyle belki hemen herkesi ilgilendirme potansiyelinde. Çocuğuna söz geçirme derdinde olan ana babadan tutun da büyük şirketlerin yöneticilerine varana kadar geniş bir yelpazeye hitap edebilir kitapta anlatılanlar. Nasıl yapılır? kitabı formatında yazıldığı için kullanılan dil basıt ve anlaşılır; takibi kolay. Espirili bir söylem ve bir çok örnek üzerinden pratik yaptıran anlatım, kitabı hem zevkle okutturuyor, hem de verilmek istenen mesajın uzun süre akılda kalmasına vesile oluyor.
Kitabın yazarları iki kardeş: http://www.heathbrothers.com/
Chip, Stanford Üniversitesinde işletme profesörü. Dan ise Duke Üniversitesinde sosyal girişimcilik üzerine çalışmalar yapan bir akademi üyesi. Üç ana başlık altında 11 alt konusu olan kitap 250 sayfa ve 2010’da basılmış. 47 hafta boyunca da New York Times’ın en iyi satan kitaplar listesinde kalmış.
Bir çok defa denediğim ama başaramadığım bazı değişimleri neden beceremediğimi anlama çabası içersinde olduğum bir ara meraklanıp almıştım bu kitabı. İyi ki almışım dediğim kitaplardan biri oldu daha sonra.
İnsan, istediği halde, neden değişemez ya da değiştiremez bazı şeyleri? İstemenin yeterli olmadığını herhalde hemen hepimiz tecrübe etmişizdir. Değişmeyi istemek hatta çok istekli olmak çoğunlukla o değişimi gerçekleştirmek için kafi gelmeyebiliyor. İstemenin ötesinde daha derinden ikna olmak bile garantilemiyor değişimi. Sigaranın sağlığa zararlarından ikna olmamış ve onu bırakmak istemeyen hiç kimse olmaz herhalde; ama yine de bu ikna ve isteğe karşı o alışkanlık bırakılamıyor kolay kolay. Sadece kimyasal maddelerin bağımlığının da ötesinde insanın karar verme mekanizması ile ilgili bir tarafı var bunların. Ama ne?
İşte bu sorunun cevabı bu kitapta verilmiş. Bütün bu olup biteni analiz ve sentez etmek, bu işin temel nedenlerine inmek ve de sonunda onların nasıl çözümleneceğinin yol haritasını göstermek şeklinde özetlenebilir kitabın yapmaya çalıştığı şey.
Kalp ve akıl kavramları arasındaki ilişkinin insanın karar verme mekanizmasındaki rolünü inceleyen bu kitaptan dikkatimi çeken bir alıntıyı buraya aktarayım: “The problem is this: Often the heart and mind disagree. Fervently.” (Problem şu: Genellikle kalp ve akıl çatışır. Hem de hararetle.) Çok doğru. Peki bu meselenin halli nedir diye sormadan edemiyor insan.
Halli şu: insanda olan bu özelliklerin nasıl çalıştığını ve birbiri ile nasıl ilişki içersinde olduğunu çözümlemek. Bunu yaparken bir benzetmeden faydalanmış kitabın yazarları: fil ve onun binicisi. Kuvvetli bir hayvanın temsilcisi olan fil, kontrolü zor his dünyamızı sembolize ediyor. Binici de, rasyonel düşünme yeteneğimiz olan aklımızı. Bunlar arasında bir sürtüşme olunca kimin kazanacağı malum. Binicinin file karşı koyması imkansız. O yüzden, zayıflama diyeti yapanların çoğu çok sevdikleri çikolatanın karşısında akıllarıyla ikna oldukları beden sağlıklarını düşünemez oluyorlar. Zira mantıklı düşünce yetimiz, hararetli his dünyamız karşısında cılız bir rakipten öteye geçemiyor. Fil bir yöne gitmek istediğinde onun fikrini değiştirmek insan üstü bir güç istiyor. Sonuçta hepimiz insan olduğumuz için de bu kavgayı kazanan hep fil oluyor.
Peki, filin gücü karşısında onun her dediğini yapmaya mahkum muyuz? Hayır. İşte bu noktada girişte bahsettiğim uzak doğu sporları örneğini hatırlamak lazım. Fili, kas gücü ile altetmek mümkün değil ama bazı püf noktalarını bilirsek eğer, koskoca fili bir cılız insanın yönlendirmesi mümkün olabilir.
Bu noktalardan birisi, zaman zaman birbirine muhalefet eden bu iki gücün farkında olmak; ve de, hangi dürtülerle hareket ettiklerini iyi kavramak. Dolayısı ile, bir değişim söz konusu olduğunda bunu salt akıl ile anlamak ve arkasındaki mantığı geçerli bulmak yetmiyor. Yapılması gereken, hisleri de değişime katkıda bulunmaya ikna etmek.
Tam bu noktada bir doktorun kilo vermekle ilgili bir tavsiyesini hatırladım. Hekim olarak insan vücudunun nasıl kilo vermesini en ince detaylarına kadar anlatma kabiliyeti olan bu insandan bu kuru bilgileri dinlemek kimseyi ikna etmiyor – doğru olduğunu içten içe bilsek bile. Evet, akıl anlıyor ama iştahın önünü kesmek çok zor. İştah, hislere bakıyor, akla değil. Aklı değil ama devasa fili harekete geçiren de ancak şöyle bir argüman olabilir: ‘Kızının düğününde bulunmak istemez misin? Obez insanların kalp ve şeker problemleri olduğundan ömürleri kısadır. 15 kilo vermen halinde erken ölüm ihtimalini yüzde 85 azaltman mümkün.’
Şimdi şu iki ifadeden hangisinin değişimi sağlama potansiyelenin daha fazla olduğunu bir düşünün: ‘Sağlıklı olabilmek için kilo vermeniz gerek.’ Bu birincisi. Diğeri de, ‘Kızınızın düğününde bulunacak kadar yaşamak istemez misiniz?’
İnsanı kalbinden vuran bu cümleden sonra insanın yapamayacağı pek bir şey olmaz. Fil bir yere gitmeye karar verirse eğer, o yolda karşısına çıkan engelleri nasıl ezip geçeceğini tahmin etmek zor değil. Aynı engelleri aklın aşması ise çoğu zaman mümkün değildir. ‘Bunu yapmam lazım biliyorum ama bir türlü olmuyor’ türü şikayetlerin temelinde böyle bir gerçek yatıyormuş meğer.
Bunun tersten başka bir uzantısı da var. Şöyle ki: fil, birşeyden ürkmüş ise onu o yolda yürütmek mümkün değil. Hatta, biniciyi de ezip geçerek tamamiyle mantıksız işleri yapması bazen neredeyse kaçınılmaz olabiliyor. Antr parantez, bu mesele bir başka kitabın konusu: Sway: The Irresistible Pull of Irrational Behavior (Meyil: İrrasyonel Davranışların Dayanılmaz Çekimi) Belki onu bir başka yazıda ele alırız. Kapa parantez.
Değişimin olabilmesi için hem akıl ve hem de hislere muhatap olmak lazım sonucu çıkıyor buradan da. (Kalp ile akletmek kavramını tanıtan vahyin bahsettiği bu zannederim.)
Son bir nokta var değişim formülünü tamamlayacak. O da, heyecanlanmış filin üzerindeki ikna edilmiş binicinin gideceği yolun açıkça belirlenmesi; iyi bir yol haritası. Gidilecek yol belirli değilse eğer, kısır bir döngüye girmek işten bile değil. Dönüp dolaşıp aynı noktaya gelen ve bu fasit dairenin dışına çıkamayan filin öfkesini üzerine çekmek isteyen olur mu aramızda? Sanmıyorum. Hayattaki çıkmazların ve yılgınlıkların ve de akabinde gelen başarısızlıkların kaç tanesi önümüzde belirlenmiş bir yol haritası olmadığından kaynaklanmış olabilir diye oturup düşünmek gerekiyor sanırım.
Bunun en iyi örneğini çocuk terbiyesinde çokça kullanılan bir azar cümlesinde görmek mümkün: ‘Uslu dur.’ Bir çocuğa söylenebilecek en muğlak cümlelerden birisi bu olsa gerek. Ne demek uslu dur? Usludan kasıt nedir? Senin için uslunun tanımı ne? Ne kadar süreyle uslu duracağım? Sonsuza kadar mı? vs… Yol haritası yok. Fil de isteğinin tam aksi bir yöne zorlanıyor. Başarısızlığın formülü bu.
Onun yerine ‘Ben yemeği hazırlayana kadar mutfakta koşturma’ dense ve ‘Senin en sevdiğin yemeği yapıyorum; 10 dakikada bitecek.’ diye eklense, bırakın uslu durmaya ikna etmek belki de o çocuğa zorla yaramazlık yaptırmak bile mümkün olmayabilir. Çünkü üzerine bindiği fil, yemeğin iştihası ile hem heyecana gelir, hem de neyi, nasıl ve ne süreyle yapacağını bildiğinden önünde rahatlıkla takip edebileceği bir yol haritası verilmiş olur. Bir.. iki… üç. Pufff. Ne sihirdir, ne keramet; el çabukluğu marifet. Entellektüel karate veya pragmatik bilgelik. Kafalarınızın üzerinde ampuller yanmaya başladı mı?
‘Kaldıracımı koyacak yer gösterin, dünyayı yerinden oynatayım’ diyen Arşimed’in bir bildiği varmış demek. Eskilerin Edep YaHu demesini Usul YaHu diye çevirmemde haklı mıymışım sizce?
Mehmet Ali Akgün