Kainattaki adaletli yaratılış
Mahlûkatın her nev’ine, her ferdine ve o nev’e ve o ferde mürettep olan âsâr-ı mahsusasını müntiç ve istidad-ı kemâline münasip bir vücudun verilmesidir. Zira hiçbir nev-i müteselsil, ezelî değildir. “İmkân” bırakmaz. Hem de bizzarure bazının “hudus”u, nazarın müşahedesiyle ve sairleri dahi aklın hikmet ve nazarıyla görülür.”
“Mahlûkatın her nev’ine, her ferdine ve o nev’e ve o ferde mürettep olan âsâr-ı mahsusasını müntiç ve istidad-ı kemâline münasip bir vücudun verilmesidir.
Kainatta var olan her bir tür ve o türün içerisindeki her bir ferd, varlığının tutarlı bir şekilde gerçekleşmesi için gerekli olan bütün özelliklerle donatılarak orijinal olarak yaratılmaktadır. Mesela bir kediye vazifesine göre pençeler, dişler verilmiştir. Bir kuşun uçabilmesi için kanatlar verilir ve yer çekimine karşı dengeli bir şekilde bir yerden başka bir yere rahatça uçabilmesi için kemiklerinin içi boş olarak var edilmiştir. Kuşun var oluş maksadına en uygun şekilde kemik yapısının yanı sıra gözü, gagası, tüyleri, pençeleri yaratılmıştır. Kuş nevileri, kendi aralarında anlaşabilmeleri, yuva yapabilmeleri, çoğalabilmeleri, yavrulara bakabilme özellikleriyle kasıtlı olarak donatılarak var edilmiştir. İleride ne gibi görev ifa edeceklerse o göreve yönelik özellikleriyle mükemmel bir şekilde orijinal olarak yaratılmıştır.
Kuşlara bakarak havada uçulabileceğini anlayan insanlar da uçak yapma yolunu görmüşlerdir. İlk denemelerde kanatlı bisikletler tasarlanarak kuş gibi uçuş denemeleri yapılmıştır. Günümüzde de kainatı inceleyerek buldukları yeni varoluş prensiplerini uygulamak suretiyle bugünkü ulaşım araçlarını üretmişlerdir. İnsanlar bunları, mevcud olan düzeni kullanarak yeni örnekler geliştirerek yapıyorlar. Yani insanlar, tamamen yok iken bu aletlere vücud veriyor değildir. Yaratılıştaki örneklere bakıp geliştiren insan, mevcud kanunları ve malzemeleri kullanmak suretiyle bazı işler yapıyorlar. Bu kabiliyet insana verilmiştir ama bu kabiliyet Yaratıcısıyla yarışma faaliyeti haline dönüşmemesi gerekir.
Her eşya varlık alemine getirilirken bazı aşamalardan geçirilerek yaratılır. Mesela yumurtadan yaratılan bir hayvancık, yumurta içinde belli gelişmeler dahilinde, bir sistem içerisinde var edilir. Fakat bazı insanlar, yumurta içindeki faaliyetlere ‘kendi kendine gelişiyor’ şeklinde yaklaşırlar. Kendi kendine çoğalan hücrenin kendisini bir kuş yapacağını ileri sürerek, hücre denilen elementlerden oluşmuş parçanın bizzat kendisinin geleceği bilerek ayarlama yaptığını ileri sürerler. Eşyadaki varoluşun orijinal bir yaratılış olduğuna dikkat etmemi z gerekir. Aşamalardan geçirilerek varlık alemine gönderilen varlıkların hikmetini anlamak ayrı bir konudur, ‘kendi kendine yapılıyor’ şeklinde yorumlamak ayrı bir konudur.
Partikül, kendi varlık şekline karar verebilir mi?
İnsanın tefekkür kapasitesine sınır konulamaz. “Hücrenin kendi kendini yapıyor olması mümkün müdür?” diye her an sorabilir. Biz de mertçe bunu kabul edip, sorarak incelemeye başlamalıyız. Bir partikül kendi kendine var olmuş olabilir mi, kendisinin gelecekte ne olacağını düşünüp ona göre en uygun pozisyonu alabilir mi? Bütün temel sorunun altında bu sorgulama vardır. Partikül bir pozisyonda kendisini var edip “Ben böyle bir pozisyona girmem lazım. Yok yanlış oldu bu şekilde olmayacaktım, eksik oldu gelişmem lazım” diyerek ikinci bir varlık şekline kendini sokabilir mi? Mesela insan bir yerden başka bir yere yürür. İnsanın iradesi olduğu halde “Ben kendim yürüdüm” diyemez, ancak “Yürüyebilecek özellikte yapılmışım” diyebilir. İnsana istediği istikamette yürüme özgürlüğü tanınmıştır. Peki, birinci soru, insanın vücudundaki partiküllerin böyle bir özelliği var mı? İkincisi, bu partiküller kendilerini var edebilirler mi? Üçüncüsü, kendilerini yeni bir forma dönüştürerek var edebilecek özellikleri var mi?
Kendi kendini var edemeyen bir partikülün, kendini yeni bir forma dönüştürerek var etmesi de imkansızdır. İnsanlar, varlık alemini ve varlıklardaki hareketleri kendiliğinden oluyormuş gibi, peşinen kabul ettikleri için, varlıkların ileride kendilerine gerekli olacak malzemeleri biliyor ve o malzemelere adapte olacak şekilde kendilerini ayarladıklarını zannediyorlar. Eşyanın varlık nedenlerine inmeden “Ben öyle gözlemliyorum, öyledir” demek yeterli değildir. “Ağaç büyüyor ve sonunda da meyve geliyor. Ağaç meyve verecek şekilde hücreleri çalışıyor” iddiasına karşı “Hücre meyveyi bilir mi?” sorusunu sorduğumuzda “Bunu gözlemliyoruz” şeklinde ‘sorgulamadan uzak’ bir hüküm veriyorlar. Halbuki her bir ferd (varlık) ve o ferdin varlığına takılmış özelliklerle, özel olarak tercih edilmiş bir netice kasıtla gerçekleştirilir. Kastetme özelliğine sahip olmayan bir partikül kendini yeni bir şekle sokamaz. Yeni bir form için kasıt lazım, ilim lazım, geleceği bilmek lazımdır. İnsan bile kendi geleceğini bilmezken vücudundaki partikül nasıl olurda bilir! Bütün bu muhakemenin yapılması gerekir.
Her hangi bir ferdin, bir varlık aşamasından diğer bir varlık aşamasına geçmesi için gerekli olan özelliklerle kendini donatarak var etmesi yani eski haline göre yeni bir yaratılış aşamasında belli özelliklerle var olmasına karar vermesi ve orijinal olarak yeni bir şeklini gerçekleştirmesi mümkün değildir. Bir kuşun varlığının gerçekleşmesi, bir önceki kuşun varlığının gerçekleşmesinin taklidi değil, tamamen yeni bir vücud verilmesidir. Yani mevcudu kullanmadan yeni bir vücud vermektir, her an yeni bir vücud veriliyor şekilde meydana gelmesidir.
İnsan kâinatta mevcudu kullanmakla yetkilidir
İnsanlar, kâinatta görünen sanatın gerçekleşme düzeninin prensiplerini bularak, o prensipleri kullanarak bir şeyler yapabiliyorlar. Yeni bir vücud vermiyorlar, yeni bir vücudu (yeni bir mevcudu) kullanarak yeni şeylerin vücud alemine getirilmesini tercih etme yapma kabiliyetleri vardır. Mesela sağımda duran bir kitabı alıp sol tarafımda bir yere koyuyorum, yeni bir kitap yaratmıyorum. Kitap sağımda iken yaratılan kainat başkadır, kitabı soluma koyduğumda yaratılan kainat başkadır. Bana verilen irade-i cüz’iyeyi özgürce kullanarak kitabı sağ tarafımdan alıp sol tarafıma koyduğum anda, sol taraftaki kitabın oluşumunun Yaratıcısı ben değilim. Ben yalnızca mevcud yaratılış sisteminde bana verilmiş olan hürriyeti, sağımda bulanan değil solumda bulunan bir kitap olmasını isteyerek kullanıyorum. Bu olayı yaratan ben değilim. Kainatın tüm kurallarıyla birlikte kitaba sol tarafımda olarak vücud verenin ben olduğunu iddia edemem. ‘Yoktu böyle birşey ben var ettim’, diyemem. Mevcud kurallara uyarak kitabın solda olmasını istiyorum. Mesela elim hastalansa, iradem olsa da kitabı sola nakledemem.
İnsanın bir şeye vücud vermek değil de, mevcudu kullanmakla yetkilendirilen bir yaratık olduğu, öldüğü zaman tam olarak anlaşılıyor. Bu durum, insanın kendi isteklerini yaratan bir kişi olmadığını anlayarak, bu işin varlık alemine geliş nedenini sorgulamasına imkan veriyor. Böylece bu kainatın varlık nedenini araştırmaya, bunun sonunda da insanın varlık nedenini ve onu var edenin kim olduğunu sorgulamasına vesile oluyor. Böylece onu var edeni tanıyarak, kendisini var eden ile referanslı olarak izah edebilir. İnsan iki el verilerek var edilmiştir, her iki ele beş parmak takılmış, her parmağındaki kemikler, bağ dokuları ve kıkırdak sistemiyle birbirlerine bağlanmıştır. Parmağın nasıl çalıştıklarına dair bir haberi yok, onları çalışır bulur. Sadece parmaklarını kullanmak ister ve ona göre hareket ettirir. Ne kendi vücuduna ne de kainattaki olayların nasıl gerçekleştiğine dair bilgi edinmeden, onları kullanır bulur.
el-ihtirâ’: Yarmak manasınadır. Ve bilâ-sebk ve bilâ-misl bir nesne inşa ve peyda eylemek manasına müstameldir.Kâmusul’l-Muhit Tercümesi’nden. (Firuzabadi’nin)