İbn Teymiye, Abdülkadir Geylani hazretlerinin sözleri üzerine yaptığı yorumlarını “Feteva-yı İbn Teymiye” adlı külliyatının 8. cildinde toplamış (sayfa 465).
Bu bölümde dikkatimi çeken bir paragrafı ilginç buldum.
Önce paragrafın bir tercümesini sunayım, inşaAllah yanlış tercüme etmem.
” ‘Hubb-u lillah’ ile ‘hubbu ma’allah’ arasındaki fark sabittir, açıktır. Ehl-i tevhid ve ehl-i ihlas, Allah’dan gayrı herşeyi ‘lillah’ için severler. Müşrikler ise, Allah’dan gayri herşeyi ‘ma’allah’ severler. Müşriklerin alihelerini sevdikleri gibi. Hristiyanların İsa’yı sevdikleri gibi. Hevalarına tabi olanların reislerini (başlarını) sevdikleri gibi.”
Aşağı yukarı terminolojiyi aynen muhafaza ederek yaptığım bu tercümede dikkatimizi çeken iki terim var: “el-hubb-u lillah” ve “el-hubb-u ma’allah”. Allah’ın gayrı, bu dünyadaki mahluk olan herşeydir. “El-hubb-u lillah”, Allah için sevmek; “el-hubb-u ma’allah” ise Allah ile beraber, yani Allah’ın yanısıra, yani Allah’ı sevmekle beraber mahlukatından bazı şeyleri de sevmek.
Bir yaratığı Allah için sevmek yani “el-hubb-u lillah”, o yaratığa ilahlık izafe etmeden sevmek demektir. Yani, o yaratıktaki özellikleri o yaratığın kendisine izafe etmeden, Yaratıcısının özelliklerini bize taşıyan bir “vesile” olmaktan öteye bir değeri olmadıklarını bileceksiniz ve “vesileliklerinden” dolayı seveceksiniz.
“Hubb-u ma’allah” tabiri benim çok dikkatimi çekti. Verdiği örneklerden anlıyoruz ki, Şeyh’ül-İslam, dünyayı sevmeyeceksiniz demek istemiyor. Bir olan Allah’a inandığınız halde, yaratıklardan bazılarını, Allah’ın yanısıra ilahlaştırarak sevmeyeceksiniz; yani onlara ilahlık özelliği izafe etmeyeceksiniz diyor. Demek ki, Allah’a inandığımız halde bazı yaratıkları ilahlaştırmamız mümkün. Bu tespitin önemi şurada: Genellikle bizde öyle bir anlayış var ki, Allah’a Bir, Tek olarak inandığımız zaman artık, Bir olan Allah’a inanıyoruz, iki veya üç veya dört Yaratıcıya inanmıyoruz diye “şirkin” kapısını kapattık zannediyoruz.
Çok ilahlılık manasına gelen “şirk” ile bu durum biraz daha farklı. Dikkat edersek, çok ilahlılık vurgusundan daha çok, Şeyh, kullandığı ifade ile bize, Tek Bir Allah’a inandığımız halde, yani “Yaratıcı Bir olur” dediğimiz halde, Onun yanında bazı şeyleri de ilahlaştıracak şekilde seviyor olabileceğimizi anlatıyor. Bu “el-hubb-u ma’allah” tabiri bana ilginç geldi. Henotheism (Bir Allah’a inanmakla beraber yanı başında başka ilahlar da edinmek) denen olayın bizim dünyamızda “polytheism” (birden çok ilaha inanmak) ile aynıymış gibi görünmesi bizim kendimizi uyanık tutmamıza engel oluyor. Genelde Müslüman toplumlarda “polytheism” neredeyse hiç görülmüyor, ya “henotheism”? İşte Şeyh’ül-İslam İbn Teymiyye bu noktaya güzel bir tabir ile dikkatimizi çekiyor: “El-hubb-u ma’allah”. Yani Bir Allah’a inandığımız halde ve bu imanımız sahte olmadığı, gerçekten Bir olan Allah’a inandığımız halde şirke girmemiz mümkün olabiliyor. “El-hubb-u ma’allah”, Allah’ın yanı sıra, Allah’tan gayrısını sevmek, yani onlardaki özellikleri, onların kendisinden bilmek olarak tanımlanıyor. Yani İbn Teymiyye “onları Yaratan kainatın Yaratıcısı olan Allah’tır” dediğimiz ve buna samimi bir şekilde inandığımız halde onların kendilerinde görünen özellikleri, onların kendilerinden bilmek tehlikesine dikkatimizi çekiyor.
Bu konu çok önemli, özellikle bilimsel izahlar yapan mümin billahların (Allah’a iman eden mü’minlerin) genelde düştüğü hata burada yatıyor. “Allah güneşi veya hücreyi yarattı ama güneş ışık veriyor, hücre bölünüyor, çoğalıyor. Canım, güneşe ışık verme özelliğini Allah verdi, biliyoruz” denebiliyor. “Allah nimeti yarattı ama çiftçi de iyi katkıda bulundu, aşçı da güzel lezzet verdi, gübre de bayağı etkiliymiş” vs.
Konuyla ilgili bazı ayetleri buraya almadan geçemeyeceğim.
28:88 –
وَلَا تَدْعُ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَۢ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ۠ كُلُّ شَيْءٍ هَالِكٌ اِلَّاوَجْهَهُۜ لَهُ الْحُكْمُ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
Ve Allah ile beraber (ma’allah) başka bir ilaha tapma. O’ndan başka ilah yoktur. O’na bakan vechesinden başka her şey helak olucudur. Hüküm O’nundur ve siz O’na döndürüleceksiniz.
39:45 –
وَاِذَا ذُكِرَ اللّٰهُ وَحْدَهُ اشْمَاَزَّتْ قُلُوبُ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِۚوَاِذَا ذُكِرَ الَّذ۪ينَ مِنْ دُونِه۪ٓ اِذَا هُمْ يَسْتَبْشِرُونَ
“Sadece Allah anıldığı zaman, ahirete inanmayanların kalbi öfkeyle kabarır. Oysa O’ndan başkaları anıldığında hemen sevince kapılırlar.” (Bu ayetin birinci bölümüne dikkat edersek, “yalnızca Allah tek başına anıldığı zaman, ahirete inanmayanların kalbi öfkeyle dolar. Ve fakat -o tek başına değil de- O’ndan başkaları (O’nun yanısıra) anıldığında sevinirler.” şeklinde bir tercüme daha uygun olur. Eğer tabir caizse, “dinimize, devletimize, milletimize…” denildiğinde o kimselerin yüzleri gülmeye başlar. Niye? Allah’ın yanısıra başka şeyler de anılıyor!
12:105 –
وَكَاَيِّنْ مِنْ اٰيَةٍ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ يَمُرُّونَ عَلَيْهَا وَهُمْ عَنْهَامُعْرِضُونَ
“Göklerde ve yerde nice ayetler vardır ki, üzerinden geçerler de, ona sırtlarını dönüp giderler.”
12:106 –
وَمَا يُؤْمِنُ اَكْثَرُهُمْ بِاللّٰهِ اِلَّا وَهُمْ مُشْرِكُونَ
“Ve onların çoğu Allah’a şirk koşmadan inanmazlar.”
106. ayette de kainat ayetlerinden faydalanarak imanları için delil toplamayanların, Allah’a şirk koşmadan inanamayacakları açık bir şekilde ifade ediliyor. Allah’a inanıyorlar ama şirke de girmeden inanamıyorlar. Ne kadar ilginç ayetler bunlar! Ne güzel de Risalelerde yapılan vurguların nedenini anlamamıza ve Allah’a şükretmemiz gerektiğine işaret ediyorlar.
Rabbimiz bizi şirke girmeden Kendisine iman eden, hiçbir yaratığa, Yaratıcılarına ait olan özelliği izafe etmeden şu dünyada tevhidi yaşamak nasip etsin.
Vaaz verirken iyi konuşmuş İbni Teymiyye. Fakat bu meselenin teknik olarak tartışıldığı yerde Eşarilere itiraz etmiş alquwaa al mudaa esbaba tevdi edilmiş , verilmiş kuvvetler açıklamasını geliştirmiştir. Yani bahsettiğiniz bilimci müslüman alimlerin teorik olarak selefi İbni Teymiyyedir. Hürmetler.
”Onun yanında bazı şeyleri de ilahlaştıracak şekilde seviyor olabileceğimizi anlatıyor.”Sevmek var, sevmek var. Ne güzel günde 40 kg süt veriyor, ne güzel günde 1 yumurta veriyor demekle, ineğin ve tavuğun kendisini kaynak gibi görme tehlikesi ile her zaman karşı karşıyayız. Yaratılmışların özelliğine bakarak, o özelliğin kaynağı, kendisinde olup olmadığına dikkat kesilmem lazım. Benim ineğim, tavuğum yoksa, benim oğlum şöyle, benim kızım böyle diye övünerek hayat gürültüleri içerisinde (elde var sıfır) yuvarlanır gideriz.